Şimşirlik
- GİRİŞ06.04.2025 09:15
- GÜNCELLEME07.04.2025 08:55
Şehzadeler ergenlik yaşı olan on ikiye geldiklerinde sancağa çıkarlardı.
Sancağa çıkmak, devlet idaresini öğrenmek demekti. Yanlarında lalaları olduğu halde, Kütahya, Trabzon, Konya, Manisa, Amasya gibi eski beylik merkezi olan vilayetlere sancakbeyi olarak atanır, iyi birer savaşçı ve idareci olarak yetişmeleri sağlanırdı.
Osmanlı tarihinde üç asır böyle yaşandı. Osman Gazi’den III. Mehmet’e kadar tam on üç padişah önce sancağa çıktılar, ardından tahta geçtiler.
Ne var ki bu süreçte yaşanan uzun taht savaşları, kardeş kavgaları tarihte acı hatıralar bıraktı. Şehzadeler, rakipsiz kalmak adına aynı devletin ordularını karşı karşıya getirdiler. Memleket harap oldu, yabancı devletlerin müdahalesine kadar varan sıkıntılar yaşandı. Beşikteki kardeşlerini katlettiler. Masumların bazıları dilsizler tarafından ana kucağından koparılıp cellada teslim edildi. Küçücük tabutların turna katarı gibi sıralandığı görüntüler yaşandı. Vicdanlar kanadı. Ağıtlar yakıldı, mersiyeler söylendi.
Kardeş katlini “nizam-ı âlem” adına mecburi bir önlem olarak kabul eden Osmanlı kamuoyu, 16. Yüzyıl sonlarında bunu taşıyamaz hale geldi.
Sultan III. Mehmet, sancaktan gelip tahta çıkan son padişah olarak kayda geçti. Manisa’da sancakbeyliği yapmış, babasının ölümünden sonra gelip tahta oturmuş, aynı gün küçüklü büyüklü on dokuz şehzadenin canına kıymıştı. 1574 yılının soğuk bir kış günü yaşanan katliam, toplumda nefretle karşılandı. Sessiz ve derin bir infial şehrin her köşesini sardı. Kırk gün boyunca en ücra mescit ve camilerde kalabalıklar toplandı. Dualar edildi, hatmi şerifler okundu.
Padişah, iktidarda kaldığı altı sene boyunca kendini affettiremedi. Ordunun başında sefere çıkmasına, Haçova’da büyük bir meydan muharebesi kazanmasına rağmen halkın gönlüne giremedi. Bunun da etkisiyle olsa gerek ölümüne yakın bir zamanda Hanedan Yasasını değiştirdi. Şehzadelerin sancağa çıkmasına son verdiği gibi veraset uygulamasında da değişiklik yaptı.
Buna göre; şehzadeler öldürülmeyecek, tahtın boşalması durumunda içlerinden “erşed ve ekber” olanı hükümdar olacaktı. Sancağa çıkmayan şehzadelerin fitneye alet olmamaları için de bir formül bulunmuştu. Sarayın gözden uzak bir köşesinde padişahın gözetim ve denetimi altında yaşayacaklardı.
Onlar için Topkapı Sarayında iki bina tahsis edilmişti. Bunlardan birine Şimşirlik diğerine Çifte Kasırlar deniliyordu.
Öyle oldu.
III. Mehmet ölünce, ne sancağa haber uçuruldu ne de haberi alan şehzadenin yel gibi İstanbul’a gelip tahta çıkması beklendi. Babüssaade önünde toplanıldı. Sarayın bir odasında bekleyen on dört yaşındaki Şehzade Ahmet odasından alınarak tahta çıkarıldı.
Saray ahalisi, acemi nazarlarla etrafı süzen yeni dönemin padişahıyla böyle tanıştı.
1603’ten 1839 yılına kadar uzanan yaklaşık iki buçuk asırlık dönemde bu düzenlemeyle amel edildi. İfratla tefrit arasında konumlanan padişah adayları, bu defa da insan yüzü görmeden, İstanbul sokaklarına bile çıkamadan büyüdüler.
Kendilerine tahsis edilen binalardaki iki odalı dairelerden her birine bir şehzade kapatılıyor, tahsis edilen hocalar, kalfalar ve harem ağaları tarafından okuma-yazma öğretiliyor, ibadet, ahlak, yönetim, askerlik bilgisi ve tarih dersleri veriliyordu.
Ancak bu derslerin pratiği yoktu. Dünyayı, ülkesini, yöneteceği toplumu tanımadan, çarşı-pazar görmeden, dışarıdaki hayattan habersiz, dört duvar arasında mahpus bir ömür sürüyorlardı.
Anneleri tarafından “aslanım” diye çağrılan şehzadelerin tutulduğu bu binalar için sarayda “kafes” tabiri kullanılır, bazen de bahçesindeki şimşir ağaçlarından dolayı “şimşirlik” denilirdi.
Üstelik “ekberiyet” usulüne riayet edilmiş olsa da kardeş katline bu dönemde de devam edilmişti. Kafes hayatı gibi bir eziyete, her an öldürülme korkusu da eklenince Osmanlı sarayının niteliği kaçınılmaz olarak düşmüş, tecrübesiz, zayıf iradeli, psikolojik sorunları olan padişahlar tarih sahnesine çıkmaya başlamıştı.
Değişimin sonuçları özellikle cülus törenlerinde bariz bir şekilde kendini gösterirdi. Eski dönemin kavgalardan çıkıp gelen bahadır padişahları yerine, kafes hayatının bütün izlerini üzerinde taşıyan sultanların şaşkın ve mütereddit bakışları herkes tarafından hissedilirdi.
Bu uygulamanın, eskisinden daha beter sonuçlar doğurduğu her taht değişiminde biraz daha yakından anlaşıldı.
Osmanlının ilk yüzyıllarını dolduran kanlı taht mücadeleleri ve şehzade kıyımları ne kadar elem verici olmuşsa, kafes döneminin etkilerinin de devlet için o kadar yıkıcı olduğu konusunda tarihçiler mutabık kaldılar.
Kafes uygulamasının ilk padişahı olan I. Mustafa, on bir yaşında kafese girmiş, on dört yıl sonra 17. Padişah olarak tahta çıkmıştı. Erken bunamış, akli muvazenesini yitirmişti. Kimseyle konuşmaz, habersizce girdiği Divan’da vezirlerin kavuklarını alıp yerlerde yuvarlardı. Kılıç alayına götürülerken cebine doldurduğu altınları balıklara atmıştı. Deliliğine hükmedilip doksan altı gün sonra kafese geri gönderildi. Yerine geçen Genç Osman’ın askeri bir ihtilalle devrilmesi sonrası, kaldığı hücrenin kubbesi ihtilalciler tarafından delinerek yeniden tahta oturtuldu. Bir buçuk sene daha padişahlık yaptırıldı.
Uzun kafes hayatı Sultan İbrahim’i de çıldırtmıştı. IV. Murat’tan sonra hanedanın hayatta kalan tek erkeği olduğu için mecburen tahta çıkarılmış, sekiz senelik iktidarında devleti annesi Kösem Sultan yönetmişti. Bir isyanla devrildi. Yerine en büyük çocuğu IV. Mehmet geçti. Henüz yedi yaşındaydı.
Sultan II. Süleyman yedi yaşından kırk altı yaşına, Sultan II. Ahmet altı yaşından kırk dokuz yaşına, Sultan I. Mahmut sekiz yaşından otuz beş yaşına kadar kafeste kalmış, bütün gençlikleri dört duvar arasında heder olmuştu. Sultan III. Osman’ın elli altı yıllık ömrü neredeyse tümüyle kafeste geçmiş, ancak 2 sene 4 ay padişahlık yapabilmişti.
Babalarının saltanatında sancağa çıkıp devlet yönetimi için adeta staj yapan ilk dönem şehzadeleriyle ilgili tarihi kayıtlarda çok sayıda hatıra, not, bilgi bulunur. Ancak kafes hayatı yaşayan şehzadelerde bunlara rastlanmaz. Bir-iki harem ağasının aktardığı kırık dökük söylentiler dışında ciddi bilgi kırıntılarına rastlanmaz. Şimşirlikte geçen yıllarını kaleme almış ne bir Osmanlı şehzadesi vardır ne de yazmaya cesaret edebilmiş bir saray çalışanı...
Kafes uygulamasının hüküm sürdüğü 244 yıllık dönem içinde Sultan I. Ahmet’ten, Sultan Abdülmecit’e kadar 17 taht değişikliği oldu. 17 Padişah kafesle taht arasında inip çıkan muazzam çizgiden geçerek devlet yönettiler. İçlerinden elbette dirayetli ve başarılı olanlar çıktı, ancak çoğunluğu silik portrelerden ibaret kaldılar.
Buna rağmen Osmanlı arması üç asır daha dünyanın en güçlü devletlerinden birini temsile devam etti. Sağlam temelleri, güçlü devlet geleneği ve yetiştirdiği dirayetli devlet adamlarıyla varlığını sürdürdü.
..............................
Dönemlerine kendi isimlerini verip tarih yazsalar da; aslında bu tarihin esas mağdurları onlardı...
Uzaktan birer masal kahramanı gibi gözükseler de; ya oğullarının celladıydılar ya da kardeşlerinin kurbanı...
Tarihin en güçlü devletine sahip bir hanedan içinde doğmak büyük bir şans gibi görünse de aslında azaptan ötesi değildi.
Babasının öldüğünü duyan bir şehzadenin lalasına söylediği gibi:
“Nâsiyemde kâtibi kudret ne yazdı bilmedim
Ah kim bu gülşeni âlemde bir gez gülmedim...”
Yorumlar15