İsrail’in ve Yunanın cesaret edemeyeceğini Özgür Özel yaptı!
- GİRİŞ17.04.2025 08:29
- GÜNCELLEME18.04.2025 08:45
Bu bir, “ben demiştim” yazısı değildir.
Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi zira…
Bizim gibi bir nevi kalem işçisi sayılabilecek yazar-çizerlerin asli görevi de, perşembe gelmeden önce çarşambadan hatta mümkünse salıdan itibaren bu gelişi haber vermek, öngörmek ve varsa eğer çözüm önerisi sunmaktır.
Sürekli takipçiler hatırlayacaktır, bundan tam 2 buçuk ay önce bu sütunda “Çok tehlikeli bir oyun oynuyorlar!” başlıklı bir yazı yazmış ve orada, mart ayının son 10 gününden itibaren yaşananları 40 gün öncesinden öngörerek tek tek yazmıştım.
Dilerseniz önce o yazıdaki, önemli addettiğim noktaları tekrar hatırlayalım…
Şöyle demiştik âcizane…
“Son zamanlarda muhalefet, bütün unsurlarıyla ‘taammüden suç işleyerek’ sistemi çalışamaz hale getirmek için operasyon üstüne operasyon yapıyor.
Dikkat buyurunuz, ‘muhalefet’ derken hem partileri, hem medyayı ve hem de STK’lar ile irili ufaklı birtakım kuruluşları kastediyorum.
Artık emir nerden geldiyse topyekûn, bilerek, gözeterek ve kasten suç işliyorlar ve bu yolla ülkede kaos oluşturup memleketi bir bilinmeze doğru sürüklemeye çalışıyorlar.
Tıpkı ‘Gezi’deki gibi, tıpkı, diğer kalkışma örneklerinde olduğu gibi…
Bu kez denedikleri, ardı ardına suç işleyerek sistemi çalışamaz hale getirmek.
Daha doğrusu topluca hukuk ihlalleri yaparak, bağımsız yargıyı acze düşürmeye çalışıyorlar.
Amaç, yargının bu ihlaller nedeniyle yapacağı müdahalelerin ‘hükumet baskısı’ gibi algılanmasını sağlamak elbette…
Kitleleri bu yönlendirilmiş algı üzerinden sokağa dökmek ise nihai gayeleri…”
(…)
“Belediye yöneticilerine, kanunca suç sayılan işlemleri yaptırmaya gelmişti sıra.
İhale yolsuzluklarından tutun da, kime, nasıl gittiği belli olmayan astronomik miktarlardaki paraların dağıtılmasına, haksız işten çıkarmalara ve keyfi uygulamalara varıncaya kadar birçok hukuk ihlalleri bile isteye gerçekleştirildi.
(…)
Onlar sandılar ki, ardı ardına işledikleri bu hukuk cinayetleri görmezden gelinecek, ‘siyasi baskı’ gibi algılanmasın diye tüm bu olup biten sineye çekilecek…
Bu, çok tehlikeli bir oyundu ve harlanan ateş birilerini muhakkak yakacaktı…
Ya, bu aleni saldırılara göz yumması beklenen hukuk müessesesi ya da ateşi tutan el yanacaktı…”
Evet, alıntı biraz uzun oldu ama bu tespitleri tekrar hatırlamakta ciddi fayda var.
Başını CHP’nin çektiği mezkûr muhalif güçler, o gün öngördüğümüz ne varsa, hepsini birer birer gerçekleştirdiler.
Biz de onları ‘cürmü meşhutla’ yakaladık tabir caiz ise…
Yargının asli vazifesini icrasını, “hükumet baskısı” gibi yansıtmaktan tutun da, “kitleleri, bu yönlendirilmiş algı üzerinden sokağa dökme gayelerine” varıncaya kadar yapmayı planladıkları tüm Türkiye karşıtı eylemlerini öngördük ve bunu kayıt altına aldık.
Şüphesiz ki, “bu akıllar” piyon mesabesindeki bu güruhun kendi kendine geliştirdiği ve tatbik ettiği bir “plan” değildi.
Bu menhus tatbikat, “Türkiye’nin artık çok olduğunu” düşünen ve beynelmilel platformda elini zayıflatmaya çalışan güçlerin operasyonuydu.
Ellerinin altında da Türkiye’yi batırmaya azmetmiş bir işbirlikçiler topluluğu vardı ve gökte aradıklarını yerde bulmuşların özgüveniyle bu planı tüm ayrıntılarıyla birlikte gerçekleştirmeye çalıştılar…
Bahse konu yazıda İmamoğlu’nun stratejisine münhasıran değinmiştik.
‘O kısmı da atlamamak lazım’ düşüncesiyle bir kez daha ibret nazarlarınıza sunuyorum.
“Görünen o ki, benzeri manipülasyonlar bir süre daha devam edecek.
Bunu, Ekrem İmamoğlu’nun düzenlediği son basın toplantısından anlıyoruz.
Hatırlayacaksınız, Beşiktaş belediyesindeki yolsuzluklar nedeniyle yapılan tutuklamalar sonrasında Sayın Cumhurbaşkanı; “turpun büyüğü heybede” diye bir ifade kullanmıştı.
Öznesi belli olmayan bu açıklama üzerine İmamoğlu; “turpun büyüğü benim” dedi bu basın toplantısında.
Bir ‘ön alma’ çabasından başka bir şey olmayan bu açıklama ile kendisiyle ilgili başlaması muhtemel bir hukuki girişimi şimdiden engellemeye çalışıyor ama aslında yaptığı bir tür suç itirafı…
Bu itirafla kişisel olarak amaçladığı da bir an önce partisi tarafından 2028 yılında yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçiminde aday gösterilmek.
Bu kişisel çıkarlar uğruna memleketi yangın yerine döndürmekte de hiç tereddüt etmiyorlar görüldüğü üzere…
Bu hadiseler neticesinde kuklacı, Türkiye’nin oyun kurucu konumundan uzaklaşarak biat etme ve teslim olma noktasına gelmesini sağlayacak, bahsi edilen bu işbirlikçilere de ‘kişisel çıkar’ olarak bu makam ve mansıplar düşecek…
Bu çok tehlikeli bir oyun fakat kuklalar kendilerine düşen pay için her türlü melaneti yapmaya dünden razı gibi…”
Evet, burada da İmamoğlu’nun, seçimlere 3 yıldan fazla bir zaman varken kendini aday ilan ettirerek bunun sağladığı koruma zırhına bürünme amacı taşıdığına ve suç işleme dozunu da bu yüzden mütemadiyen arttırdığına işaret etmiştik.
Oyun ne yazık ki, hâlâ tüm alçaklığı ile devam ediyor.
Türkiye ekonomisi ve iç güvenlik, hâlâ akıllara durgunluk verecek bir biçimde tehdit ediliyor.
Düşünün, CHP’nin başındaki şahıs, grup toplantısında başını çektiği bu eylemlerin Türkiye’ye ne kadar zarar verdiğini rakamlarla ve iftiharla anlatıyor.
İlk gördüğümde, “herhalde bir yanlışlık var, bu kadar da değildir” diye düşündüğüm ve akabinde her satırının gerçek olduğunu müşahede ettiğim bu ihanet tablosu, inanın, ne İsrail parlamentosunda ne de Yunan parlamentosunda görülemez!
Aleni düşmanların bile yapmaya cesaret edemeyeceği bu türden bir açıklamanın, CHP genel başkanı tarafından yapılabiliyor olması, ne denli büyük bir tehlike ve hatta “düşmanla” karşı karşıya kaldığımızı göstermeye yeter de artar doğrusu…
Üstat Necip Fazıl, “Bugün bizdeki muhalefet, iktidarı düşürmek şartıyla vatanı düşürmeye bile razıdır” demişti ta 1956 yılında…
Aradan geçen 75 yıl, değişen hiçbir şeyin olmadığını tüm çarpıcılığı ile ortaya koyuyor.
CHP, budur ve tıyneti böyledir.
Zira onları kontrol eden irade hiçbir zaman “yerli” olmalarına müsaade etmedi ve ne zamanki içlerinden birileri “yerli olma” temayülü gösterdi, işte o an o dâhil tüm ailesi de imha edildi…
İşte bu yüzden herkes bir kere değil “iki kere” uyanık olmak zorunda.
Birisi dışarıdaki düşmana karşıysa, diğeri de içerideki düşmana karşı olmak zorunda…
Aksi takdirde, “yandı gülüm keten helva…”
Nihat Nasır / Haber7
Yorumlar54