Neo mandacılar

  • GİRİŞ20.04.2025 09:04
  • GÜNCELLEME20.04.2025 09:04

Büyük savaşın hemen sonrasıydı.

Pek çok ülkenin talan olduğu dört yıllık kapışma sona ermiş, ateşkes yapılmış, silahlar susmuştu.

Sıra paylaşmaya gelmişti. Yeni bir düzen kurulacak, yeni haritalar çizilecek, yeni hâkimiyet sahaları oluşacak, yeni dengeler konuşulacaktı.   

Tüm dünyada ihtirasların, korkuların ve umutların iç içe geçtiği günler yaşanıyordu.
1919 yılının Ocak ayında, Fransa’nın başkenti Paris’te büyük bir konferans toplandı.
Konferansa her ne kadar 32 devletten temsilci katılmış olsa da aslında karar verici dört ülke vardı: İngiltere, Fransa, İtalya ve Amerika...

Savaşın galipleri onlardı. Haritaları onlar çizecek, zenginlikleri onlar paylaşacak, pastanın kremasını onlar yiyecekti.

Konferans bir yıla yakın sürdü.

Tarihleri, sömürge serüvenlerinin aç gözlülüğü ve acımasızlığıyla bezeli bu ülkelerden boş yere insanlığa huzur ve adalet getirmeleri beklendi. Aylarca hem dünyanın hükümet merkezi, hem temyiz mahkemesi hem de parlamentosuymuş gibi hareket etseler de geriye sadece öfke ve hayal kırıklığı bıraktılar.  

Hâlbuki beklenti farklıydı. ABD Başkanı Wilson tarafından dile getirilen “halkların kendi kaderlerini tayin hakkı” ve “savaş sonrasında toprak kazanılmaması” ilkeleri, özellikle mağlup devletlerde yeni umutlar uyandırmıştı. Söz konusu ilkelerin, doğrudan işgal, koloni veya sömürge yollarını kapatacağına inanmışlardı.

Bu heyecanla Türkiye dâhil birçok ülkede “Wilson Prensipleri Derneği” kurulmuş, diplomatik temsilciler bu prensiplerden hareketle topraklarının bütünlüğünü savunmaya başlamışlardı.

Ne var ki; emperyalist ülkelerin sömürge siyasetinden vazgeçmeyeceğini görmek için fazla beklenmedi.

İngiliz siyaseti, ağırlığını kendilerinden yana koyarak savaşın kazanılmasını sağlayan, savaş sırasında da muazzam para yardımı yapan Amerika Başkanının “toprak kazanılmama” ilkesini küçük bir kelime oyunuyla aşmakta gecikmedi.

Dünya kamuoyu yeni bir kavramla tanıştı: “Manda Rejimi...”

Manda, “iktisadi ve sosyal açıdan yetersiz, bağımsız olarak ayakta kalamayacak kadar zayıf bir ülkenin, güçlü bir devletin idaresine bırakılması” anlamına geliyordu.

Mandater ülke, himayesine alacağı ülkeyi onun rızası ve karşılıklı anlaşmayla kabul edecek, orayı kendi toprağıymış gibi yönetecek, geliştirecek, üstelik bunu Cemiyeti Akvam adına onun denetimi ve gözetimi altında yapacak, günü geldiğinde de çekilecekti.
“Dünyanın geri kalmış bölgelerini geliştirip halklarını eğitmek...” Bu, masum ifadeler, güzel amaçlarla süslenmiş bir iyilik hareketinin önsözü gibiydi.

Mandayla birlikte Cemiyet-i Akvam’ın kurulması da gündeme gelecek, cemiyetin nizamnamesi kabul edilecekti.

Nizamnamenin 22. Maddesi doğrudan mandayla ilgiliydi. Görüşmeler başlayıp tartışmalar alevlenince esas amacın bazı Alman kolonileri ile Osmanlı topraklarının sömürülmesi olduğu açıkta ortaya çıktı.

İtalyanlar tüm Anadolu’nun kendi mandaları altına verilmesini teklif ediyor, İngilizler zengin petrol yataklarıyla kaynayan Ortadoğu’yu istiyor, Fransızlar Filistin’e talip oluyor, Amerikalılara Ermenistan ve Kilikya’da tam bir mandaya sahip olmaları öneriliyordu. İstanbul’u paylaşamamışlar, Padişah ve hükümetin burada kalacağı şekliyle Amerika tarafından hafif bir mandaterlik kurulması üzerinde fikir birliğine varmışlardı.

Bir yandan uluslararası bir cemiyet kurarak insan haklarının korunmaya çalışıldığı havası veriliyor diğer yandan kolonileşme ve manda sisteminin bu cemiyetin garantisi altında olduğu söyleniyordu.

Avrupa’nın ortasına kurulmuş bir sahnede çelişkilerle dolu bir tiyatro sergilendiğinin herkes farkındaydı.
...............
Paris’te bu gelişmeler olurken Osmanlı Devletinde kafalar karışıktı.

Wilson Prensiplerinin getirdiği ümitle Mondros Mütarekesini imzalamış, anlaşmanın mürekkebi bile kurumadan ülkenin önemli bir kısmı işgale uğramıştı.

İşgal altındaki İstanbul’da umutsuzluğa kapılanlar vardı. Milli irade azimleri sönmüş kimi aydınlar büyük devletlerden birinin manda yönetimi altına girmeyi tek kurtuluş çaresi olarak görmeye başlamışlardı.

Fransız Miralayı Mösyö Mojen, Seryaver Naci Beyi makamında ziyaret etmiş, Paris’te Türkiye’nin dört bölgeye bölündüğünü, her birinin bir devletin himayesine bırakıldığını, eğer bölünmek istemiyorlarsa Fransız mandasını kabul etmeleri gerektiğini söylemiş, Naci Bey, teklifi Padişaha ileteceğini ancak Türk milletinin buna razı olmayacağını ifade etmişti.

Bu görüşmenin duyulması tüm mandacıları harekete geçirmişti.

Kimileri, Amerikan mandasının ehven-i şer olduğunu ileri sürerken kimileri de İngilizlerin himayesinde bulunmanın daha faydalı olacağını söylüyorlardı.

İngiliz mandacılığının başını İngiliz Muhipler Cemiyeti çekiyordu. Başkanlığını Sait Molla’nın yaptığı Cemiyet, aynı zamanda İngiliz gizli servisinin finanse ettiği bir casusluk teşkilatıydı. İngiliz Papaz Frew tarafından idare edilen Cemiyet, bir yandan İngilizler lehine kamuoyu oluşturmaya çalışırken bir yandan da Anadolu direnişine karşı iç isyanları finanse ediyordu.

Amerikan mandasını savunan isimlerden Halide Edip, 10 Ağustos 1919 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’ya şöyle bir mektup yazmıştı:

“Filipin gibi vahşi bir memleketi, bugün kendi kendini idareye muktedir çağdaş bir makine haline koyan Amerika, bu konuda çok işimize geliyor. On beş-yirmi yıl sıkıntı çektikten sonra yeni bir Türkiye’yi, ancak yeni dünyanın kabiliyeti yaratabilir.”

Bu tartışmaların zirveye çıktığı günlerde milli mücadele çoktan başlamıştı. Amasya Tamimi yayınlanmış,  Müdafayı Hukuk Cemiyetleri harekete geçmiş, Ege’de direniş hatları kurulmuş, art arda kongreler toplanmaya başlamıştı.

Buna rağmen Sivas Kongresine de manda tartışmalarının gölgesi vurdu. İstanbul delegelerinden İsmail Fazıl (Cebesoy) Paşa, Bekir Sami (Kunduk) Bey ve İsmail Hami (Danişment) Beyin kongreye sundukları 25 imzalı önerge Amerikan mandasını yeniden gündeme getirdi. Kara Vasıf ve Refet Paşa da mandacılara destek verdi.

Amerikan mandasına taraftar olanlardan biri de İsmet (İnönü) Beydi. Kazım Karabekir Paşaya gönderdiği bir mektupta İngilizlerin galip gelmesi halinde ülkenin tamamen parçalanacağını söylemiş, ardından şöyle bir tavsiyede bulunmuştu:

“Kendilerini herkese tercih ettiğimiz zemininde Amerikalılara başvurulursa pek ziyade faydası olacaktır. Memleket parçalanmadan Amerika’nın denetimine tevdi etmek yaşayabilmek için yegâne çare gibidir.”

Karabekir Paşa arkadaşına kızmış, “Siz neden Anadolu’ya gelmiyorsunuz da İstanbul’da acz ve meskenet içinde böyle planlar çiziyorsunuz? Artık hiç kimseye manda lehinde söz etmeyiniz”  diye cevap vermişti.

Halide Edip’in önerisi ile Amerikalı gazeteci Edgar Browne’ın kongreyi izlemeye gelmesi sürpriz olmuştu. Bu arada mandacıları da memnun edecek bir ara formül bulunmuş, Erzurum Kongresinde alınan, “memleketimize karşı istila emeli beslemeyen her hangi bir devletin fenni, sınai ve iktisadi yardımını memnuniyetle kabul ederiz” kararına atıfla, Amerika’dan yardım istemeye karar verilmişti. ABD Senato Başkanına bir dilekçe yazılarak bir tahkik heyeti gönderilmesi istenmişti.

Bu gelgitlere rağmen kongrenin sonuç bildirgesinde manda fikri kesin bir dille reddedildi. “Ulusların kendi kaderini tayin hakkı” gibi konular gündeme bile alınmadı.  Tüm bu tartışmalarla ilgili olarak “Milli iradeyi temsil etmek üzere Millet Meclisinin derhal toplanması zaruridir” ifadesiyle yetinildi.

Bu tartışmalar bir daha gündeme gelmedi. Paris Konferansı sonrası dayatılan Sevr’in ağır şartları, kimsede manda ve himayeyi konuşacak hâl, yabancılara güvenecek mecal bırakmadı.

Tek çare hür ve bağımsız bir ülke için savaşmaktı. İmanla, azimle, inançla...
Öyle yapıldı.

Bütün millet canını dişine takıp gecesini gündüzüne katarak destansı bir mücadele verdi. Paris sahnesindeki tiyatroda sömürgecilerin biçtiği rolü yırtıp attı.

O tiyatroda kurulan dünya düzeninin ömrü de uzun olmadı. Çeyrek asrı bile doldurmadan dünyayı yeni bir felakete sürükledi. İkinci Dünya Savaşının yıkımı ilkinden çok daha ağır ve kanlı oldu.
........

Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışının 105’nci yılını kutlamaya hazırlandığımız bugünlerde İngiltere’den himaye talep edenlere ithaf olunur...

 Zekeriya Yıldız  / Haber7

Yorumlar22

  • Nedim Sarı 3 saat önce Şikayet Et
    Yazılarınızın tiryakisi oldum. Malesef kitap okumaya fırsat olmuyor. Çok ilginç konuları sayenizde hap gibi okuyorum
    Cevapla
  • BOZOK 4 saat önce Şikayet Et
    Şimdi ingilizlerin dış güçlerin elini ayağını göğsünü gere gere öpenlerin ,gidip kapılarında ağlayanların,ülkesine müdahale için davet eden soysuzların o mandacı zihniyetin devamı olmadığını kim söyleyebilir.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • Cemil Kademli 4 saat önce Şikayet Et
    Bayıldım yazıya. Nefis bir tarih dersi vermişsiniz
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • Bülent Duman 5 saat önce Şikayet Et
    Evet geçmişi unutmayın
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Abdulbaki Yesil 5 saat önce Şikayet Et
    İyide bazı yerler koruma kanununa takılmış bır yazı.
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat