İtidal, Adalet ve Devlet
- GİRİŞ28.04.2025 09:05
- GÜNCELLEME28.04.2025 09:05
Değerli okurlar bu hafta istedim ki, biraz gündemin dışına çıkalım ve bir tefekkür dünyasına dalalım. Aslında zaman zaman durup hayatımızı, olayları, sonuçlarını, vb. bir düşünce süzgecinden hatta ve hatta düşünce haddesinden geçirmek gerekiyor. Ülkesini terk eden bir Çinli bilgenin ayrılma nedenini hiç unutamam. Diyordu ki Çinli bilge “Hükümdarım önceden belirli zamanlarını düşünmek için ayırırdı. Şimdi artık düşünmeye zaman bırakmadı kendine”.
Yıllardır kendi hayatımda benimsediğim bir tefekkür tarzını da sizlerle paylaşmış olacağım. O da insan, toplum, devlet, ilim, vb konularda belirlediğim temel kavramlar üzerinde etraflıca düşünmeye çalışmaktır. Bu tefekkür tarzı bir tür istikametimi düzeltir, zihnime berraklık ve tutumlarıma rota kazandırır.
Bugün İslam düşüncesinde merkezi yeri olan bir kavram üzerinde duralım istiyorum: İtidal. İtidal kavramı anlam ve işlev bakımından adalet kavramıyla örtüşür. Vakıa İtidal kavramı “Adl” mastarından müştaktır. El Maani Arapça Sözlüğü “İtidal” kavramını “Adl” kökünden türemiş, tekil, eril bir isimdir diyerek tahlil eder. Türk Dil Kurumu Sözlüğüne göre “itidalin” kelime anlamı “Aşırı olmama ve ölçülü olma durumudur”. İki aşırı tutum ve davranış arasındaki “orta hal” şeklinde tanımlanan itidal bu genel tanım çerçevesinde “Orta halde bulunma, ölçülü ve ılımlı olma, soğukkanlılık, denge, düzgünlük, doğruluk” şeklinde tanımlanmıştır. Elbette ki bu tanımlama, kavramın içinde doğduğu ilim veya kültürden, işlevlerinden, tarihsel süreçlerinden, yorumlarından tecrit edilmiş bir ortalama tanımdır.
Sadece sözlüklerde detaylı bir okuma yapmak bile bize yol gösterici olabilir. Mesela El Maani farklı metinlerde itidal kavramının anlamlarını verirken bizi de sonsuz bir tefekkür denizine atmaktadır. Mesela karşılık gösterdiği “Tempérence” kelimesi daha çok dini içerikli olup, iradenin filler üzerinde hakim olmasını, insanın kendisini eşyanın iyi yönlerine sevk etmesini içerir. “sobriété” kelimesinde ise “Ayık olma, hüşyar olma, bilinçli hal üzere olma manalarına yapışık bir itidal anlamı” vardır. Garip olan şu ki, ortalama anlamların tercih edildiği BM metinlerinde “İnsanın kendisini tutması” benimsenmiştir. Ama en baştaki ifadesi “İtidal her tür aşırılıktan uzak olmaktır” anlamını içermektedir. İtidal veya adalet kavramlarının hakiki ve kapsamlı manalarına muttalî oldukça hem istifade hem de aldığımız lezzet de değişecektir. Rasat ettiğimiz tefekkür yıldızları, düşünce ve bilgi sistemleri de başka bir mahiyet kazanacaktır. Zira ilk başta söyleyelim, itidal ve Adl kavramları orta yolu tercih etmek denilerek bir mana kaybına uğramaktadırlar. Keza “ümmeten vasaten” övgüsü de aynı şekilde orta bir ümmet tabiriyle mana ve değer kaybına uğramaktadır. Burada aslolan tam olarak adaletin gerektirdiği hal, ölçü ve kıvam üzere olmaktır. İlk önce ifade edelim ki, itidal kavramı asıl olarak hem Batılıların hem de Müslümanların düşünce ve bilim dünyasına Eski Yunan’dan gelmiştir. Sophrosyne kelimesi önce Latin/ Roma dünyasına geçmiş, yeni kavramlarla da zenginleştirilmiş, sonra da hem Yunanca hem de Latince kavramlar Batı lisanlarında benimsenmişlerdir. Antik Çağ filozofları ve daha sonra da Hıristiyanlar “Dört erdemi” itidal noktası, itidal seviyesi olarak kabul etmişlerdir. Bunlar basiret (akıl), metanet (Güç), adalet ve ölçülülüktür.
İtidal kavramının ilk kullanılması ahlaki, etik, hukuk veya dini alanda değil, antik çağ tıbbı alanındadır. Özellikle vücutta bulunan dört sıvının (Ki buna dört hal de deniliyor) dengeli olması hayatın sağlıklı devamı için esas görülmüştür. İnsan vücudunda bulunan dört sıvı(Ahlat-ı Erbaa) kan (dem, haima, blood), sarı safra (Safra, chole, yellow bile), kara safra (Sevda, melan chole, Black bile) ve balgamdır (Phlegma, phelegm). Ta eski Mısır’a kadar uzanan bu dört sıvı teorisi Antik Çağ filozofları ve özellikle de Galen ve Hipokrat tarafından geliştirilmiştir. Hipokrat’ın teorisinin (Hümoral patoloji) modern zamanlara kadar geçerliliği kabul edilmiştir.
İlk çağ filozoflarından ortaçağ filozof ve hekimlerine (Müslümanlar da dahil) kadar bütün bilginler ve hekimler insanın sağlığındaki bozulması sebebi olarak bu dört sıvının itidal kıvamını kaybetmesi, ölçülülüğünün bozulmasını görmüşlerdir.
Ancak, itidal ve adalet kavramları İslam dünyasında bilginler, düşünürler ve dini liderler tarafından diğer alanlara da teşmil edilmişlerdir. İmam-ı Gazali’nin İhya-u Ulum-ud-Din eserinin emraz-ı kalbiyeye tahsis edilmiş ikinci cildinde itidal ile ifrat ve tefrit yani itidalden sapan aşırılığın iki kutbu arasındaki ruh, mizaç, karakter halleri ve hastalıkları üzerinde durulur.
Bu detaylı açıklamaları biraz daha somutlaştıracak olursak aklın itidal kıvamı hikmettir; ifratında (yani gereğinden fazlası) cerbeze ve tefritinde (yani gereğinden daha azının bulunması hali) hamakat doğar. Yine cesaretin itidal kıvamı yiğitliktir; ifratında zulüm ve tefritinde korkaklık doğar. Arzu gücünün itidal kıvamı iffettir; ifratında fıskı fücur ve tefritinde hayatın devamlılığı için gerekli olan istek yetersizliği doğar. İbni Hazm, Gazali ve Isfahani İslam alimleri ortak bir şekilde bu itidal halini bir fazilet olarak kabul etmişlerdir.
İslam Peygamberinin (SAV) hayatına ve davranışlarına baktığımızda hep istikamet, itidal ve adalet üzere olduğunu görmekteyiz. Mübarek hadislerinde de sürekli itidali, ölçülü olmayı, fazileti tavsiye etmişlerdir. İbadetlerde, dünya hayatına karışmada, hüküm vermede, vs ilk değeri adalet, itidal ve istikamet olmuştur. Bu hal O’nda (SAV) o derece yerleşmiştir ki, yemesinde ve içmesinde, konuşmasında, davranışlarında eksik veya fazla bir şey bulamayız.
İtidal ve adalet kavramları, değerleri İslam Toplumlarının gelişmişliği ölçüsünde hayatiyet kazanmışlar, hayatın her alanında amil olmuşlardır. İfrat ve tefrite doğru sapmalar olduğunda İslam toplumlarının, devletlerinin, sistemlerinin de bozulmaya başladığını görürüz. Zira tıb, tüm fen bilimleri, mühendislik ve matematikte olduğu gibi, siyaset ve kıyaset ve kıyadet, vb adalet ve itidal üzere olmalıdır. Beşeri tutumlar, toplumsal ve siyasal yasalar da biyolojik ve fizik yasaları gibidirler. Sistematiğinde ölçüyü bozarsak, bir bedenin hasta olması ve çürümesi, bir gezegenin yörüngesinden sapması, matematiksel bir yanlışın mühendislikte felaketlere sebep olması gibi toplumsal ve siyasal alanda da büyük felaketlere düçar oluruz. Adalet konusunda bir ortak yanlış anlamayı ve ön kabulü itidal penceresinden düzeltmeyi borç sayarım. Birçoğumuz adaleti a priori karşı tarafa lütfettiğiniz bir ihsan olarak algılarız.
Tarihimizdeki adalete dair menkıbeler, tarihi olaylar nedense hep bu çerçevede anlatılır, işlenir. Ancak, adalet ve itidal ilk başta bizim varlığımız, hayatımız, sistemimiz için zorunludur. Dışa değil, içe matuftur. Başkasından çok bize lazımdır. Bu iki kavram ve değer bizim hayatımızın hayatı, ölçüsü ve mühendisliğidir. “Göğü yükseltti ve ölçüyü koydu; ölçüde haddi aşmayın; tartıyı adaletle yapın, teraziyi eksik tutmayın” (Rahman 7-9) buyuranRabbimiz (cc) makro alemdeki adalet ve ölçülerini bize Kuran ile böyle öğretmektedir. Allahım istifadeyi nasip etsin. Etsin ki, ölçüleri bozan Eyke Halkının maruz kaldığı İlahi gazaba bizzat kendi elimizle düçar olmayalım!
İtidal, Adalet ve Devlet
Bu kısımda itidal ve adalet kavramlarını sadece Devletin fonksiyonları ve halkına yönelik dışsal değerler olarak ele almayacağım. Bizatihi devletin bünyevi fonksiyonları ve yapısal mimarisini brlirleyen içsel değerler ve fonksiyonlar olarak ele alacağım. Bünyevi (Endogen) değerleri bozulan bir vücut nasıl hastalanır hatta ölürse bünyevi değerleri bozulan devlet ve toplumlar da çürümeye başlar ve ölürler. Vücudun kan deveranı ve Kan değerlerinin normal olması ne kadar önemliyse, devletin ve toplumun sağlıklı yaşam fonksiyonları, toplumsal alışkanlık ve hareketlilik, baskı nedeniyle yüksek tansiyona maruz kalmamak da o derece önemlidir. Sarı ve kara safranın ifrat ve tefrit nedeniyle bozulması toplumları ya ahmakça tutku ve boş hayallere sevk eder ya da derin karamsarlık girdaplarına atar. Her iki halde de toplum hayatiyetini kaybeder, çürür, ölür… Milletin sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi hayatına aşırı müdahale çok ağır sonuçlar doğurur. Eğer salt gücün iradesiyle baskı devam ederse millet canlılık ve yararlılık fonksiyonlarını yitirir; Milletsiz bir devlet ise çöken bir irade çöplüğünden, kadavrasından başka ne olabilir ki?
Kesin olarak biliyoruz ki, devlet itidal ve adalet ile yönetilir ve büyütülür. Ama bu sözün mahiyeti, içeriği lafzından daha derin, kapsamlı ve bünyevidir. İtidal ve adalet kavramlarını bir mimari eserde hiç tahayyül ettiniz mi? Mimari eserin statiği ve dinamiği için mimari bileşenlerin belirli bir kalitede olması ve mimari istifin yüksek mühendislik ve matematik hesaplarla gerçekleştirilmesi gerekir. Barok stilin aşırı abartılması kof bir şaşalı görüntü vermesi, temel ve kaideler ile üst yapı arasındaki dengesizliğin yıkıma götürmesi beklenen sonuçtur. Devlet dizaynı, ciddi mühendislik hesaplarına dayandırılmıştır gelişmiş devletlerde.
Üst yapıyı tutan belirli sayıda ana kaide lüzumlu görülmüştür. Ana kaidelere dayanmayan devletlerin yıkılışını, ana değerleri bozulmuş milletlerin zilletini görmek mümkün. Bu açıdan, milletin içindeki farklı ana damarlar birer kaidedirler. Zinhar ortadan kaldırılmamalı, aksine yaşatılmalıdırlar. Kurumlar ve kurumların bütünleşik yapıları bir kaidedir. Tahrip ettiğimiz bir sütun mahvımıza neden olabilir.
İtidal, adalet kavramları bilindiği üzere üslupta da kullanılmaktadır. Bir edebi ve fikri eserde hiçbir gerekli kelimenin eksik olmaması hiçbir fazladan kelimenin de israf edilmemesi itidalli bir üslubun doğal sonucudur. Çok kıymetli bir matematik profesörü de (Prof. Ali Nesin) matematikte doğru ve güzel yazımı anlatırken “Yazdığınız rakam ve işaretleri doğru olduğu kadar güzel ve anlaşılır derecede ölçülü yazın. Zira bir denklemde bir sayı (Matematiksel işaret) sebepsiz yazılmaz, yazıldığı yerde mutlaka bir işlevi vardır” der. İşte üst düzey bir devlet tasarımı ve mimarisi itidal ve adalet merceğinden baktığımızda hiçbir kurumu ve teamülü nakıs veya israf ile malül olmayan bir yapıdır. Bu yüzden birçok tarihi esere konu olacak derecede önemli bir zafer kazanan ve birçok askeri ve istihbari alanda yenilikler getiren Kanije kahramanı Tiryaki Hasan Paşa kendisine zaferden dolayı ikinci tuğ verilince ağlamıştır.
“Selefim Piyale Paşa benden çok daha büyük yararlılıklar gösterdi ama ikinci tuğ verilmedi, Kubbealtı veziri yapılmadı. Devlet ne derece bir zaafa düşmüş ki, benim gibi bir yaşlı vezirine şuncacık zaferden dolayı ikinci tuğ veriyor!” Rahmetli Hasan Paşa işte devletinbünyevi itidal ve adaleti üzerine kurumların, teamüllerin, insanların, işlevlerin yerini bilen bir devasa insandı, Allah rahmet etsin. Onun kurduğu devlet denkleminde nakise ve israf yoktu!…
Hücrelerdeki kanserin bir metaforik benzeri olarak vücut organlarının işlev tanımını yapamak ciddi sorun olarak görülmektedir. Bu anlamda, kurumsal ve işlevsel tanımlar yapılmalıdır. Yetkisiz veya bünye dışından yönetilen organların artık işlevlerini kaybedecekleri iyi bilinmelidir. Mehmet Arif Bey, Osmanlı Rus Savaşında Doğu Cephemizde görevli binbaşıdır. Ordu içerisinde askerin maneviyatını yükseltmekle görevli alay müftüsü sınırlarını aşacak bir duruma gelmiş ki, Mehmet Arif Bey bir gün kendisine unutamayacağı bir ders verir. Bizim birliklerin karşısında bir boğaza yerleşmiş Rus ordusunun menzili ve ateş gücü yüksek topları çalışmaya başlamıştır. Bu boğazı geçmemiz de gerekiyordur. Ama bu durum dehşet vericidir . Mehmet Arif Bey alay müftüsünü yanına çağırır.
“Müftü efendi, senin bize hep anlattığın cennet var ya işte Rus topçusunun ardında, var mısın girmeye?” Müftü efendi korkmuştur. Bugün artık bir çok iş, görev ve hizmetler müstakil mahiyet kapanmıştır. Nedeni koordinasyon kolaylığı sağlamak ve bir de işler için çalışanların uzmanlaşmasını sağlamaktır. Gelişmiş devletlerde işler özgünlüğüne göre uygun kadrolara ve kişilere yüklenir. İtidal ve adalet devlet hizmetinde eksiksiz eşleşme demektir. Kurumların fonksiyonel özgünlükleri ve kapasiteleri de itidal-i dem ile karşılaştırılabilir. Mesela devletin istihbarat kuruluşu gizli çalışır, teknik istihbarat gizlidir; ama diplomasi açık yürütülür. Birinde devlet aklı örtülü, diğerinde ise açık olarak işlevseldir. Bünyeyi parazitler, virüsler, tümörlere ve mikroplara karşı koruyan kandaki akyuvarların bizatihi bünyenin sağlıklı organları ve işlevleri ile savaşması metabolizmayı ölüme götürür. Bu yüzden gelişmiş devletler ve milletler bünyeleri içindeki suçlar, hastalıklar ve benzeri sorunlarla mücadele eden kurumların ilk önce mücadele ve cezalandırma prosedürlerini geliştirirler. Aksi takdirde kurumlar milletlerini yemeğe başlar.
Vücut organizasyonu ve mühendisliği muhteşemdir. Sayısız hücre muazzam bir matematiksel tasarımda bir aradadırlar. Itidal ve adalet her hücrenin olması gerektiği yere çıkmasını gerektirir. Liyakat sistemini bu hakikat doğurur.
Çok ilginçtir vücudun ana organları maddesel olarak büyük hacim ve ağırlıktadır. Ancak, organların senkronizasyonu sağlayan sinir ve yönetim sistemi neredeyse görünmezdir, ancak işlevleri ile görülebilir. Bu ne müthiş bir adalet tahakkukudur. Kendi varlığından feragat ederek koskoca bir bünyeyi yönetir sistem.
Bugün itidal ve adaleti her tür dışsal bağıntıdan tecrit ederek bir içsel ve müstakil prosedüre dönüştüren sistemler yaşamın devamlılığının sırrını çözmüşlerdir. Toplumsal yaşantımızı ve devlet yapımızı sağlıklı işleyen tıbbi prosedürler veya mühendislik hesaplarına kavuşturmalıyız. Kişisel hırslar, kinler, hesaplaşmalar bu sistematiği bozmamalıdır. Nihayet adalet ve itidal Allah'ın (cc) kapsayıcı kanunlarındandır. Varlığın ve yaşamın her alanına efektif olarak teşmil edilmektedirler. Bunu beşeri planda da millet ve devlet sistemimize teşmil etmeli, her alanda hükümran kılmalıyız. Devlet ve millet hayatında itidal ve adaletin yerine dair farklı bir bakış açısı geliştirmeye çalıştım. Hepimizin ortak bir şekilde anladığı adalet kurumlarının sağlıklı çalışması ve ilgili konuları hepimizin malumu olduğundan bilerek ihmal ettim, es geçtim. Bir de son merakım: Acaba, ülkesini terk eden Çinli bilge bize uğrar mıydı?
Mehmet Ali BAL - Haber7
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol