Tek arzusu var: İstanbul'a gömülmek
John Freely, İstanbul âşığı bir fizik profesörü. Yarım asırdır İstanbul'da yaşıyor. İstanbul'la ilgili onlarca kitap yazdı. 'Efsane hoca' hiçbir yerde İstanbul'daki insanî yönü bulamadığını söylüyor.
Ali Pektaş'ın söyleşisi
John Freely, İstanbul âşığı bir fizik profesörü. Yarım asırdır İstanbul'da yaşıyor. İstanbul'la ilgili onlarca kitap yazdı. Kitaplarında İstanbul'un farklı renklerini ve gündelik hayatı yansıtmaya çalıştı. Birçok farklı şehirde ve kültürde yaşayan 'efsane hoca' hiçbir yerde İstanbul'daki insanî yönü bulamadığını söylüyor.
John Freely 50 yılı aşkın bir süredir İstanbul'da yaşıyor. Boğaziçi Üniversitesi'nde fizik profesörü. Bugüne kadar 50'den fazla kitap yazdı ve kitapları birçok dile çevrildi. Ancak bu kitapların birçoğu zannedildiği gibi fizik üzerine değil. Freely'nin kitaplarının büyük bir kısmı aşkla sevdiği İstanbul ve Osmanlı tarihi ile ilgili. O eserlerinde daha çok İstanbul'un farklı renklerini ve fark edilmeyen yönlerini irdeliyor. Bu anlamda ona çağımızın Evliya Çelebi'si denilebilir.
John Freely'nin uzun yıllar önce Robert Koleji'nde çalışırken meslektaşı Hilary Sumner ile birlikte yazdığı İstanbul'u Dolaşırken adlı kitabı geçtiğimiz günlerde Pan Yayıncılık tarafından okurların ilgisine sunuldu. Bu vesileyle kapısını çaldığımız 85 yaşındaki 'efsane hoca'yı Boğaziçi Üniversitesi kampüsü'nde bulunan evinde, İstanbul üzerine yazdığı yeni kitabı üzerinde çalışırken bulduk.
John Freely'nin İstanbul ile tanışmasının ilginç bir hikâyesi var. Aslen İrlandalı olan ve New York'ta doğan Freely'nin büyük büyük babası Kırım Savaşı'na katılır. Savaşta yaralanınca o zamanlar Florence Nightingale Hastanesi olan Selimiye Kışlası'nda tedavi olur. Bir süre İstanbul'da kalır. Okuma yazması olmadığı için İstanbul gravürlerinin olduğu bir kitap alarak ülkesine geri döner. Bu gravür kitabı yıllar sonra babaannesi tarafından John Freely'ye verilir.
Küçük John'un İstanbul sevgisi bu gravür kitabıyla başlar. Liseyi yarıda bırakarak II. Dünya Savaşı'na katılan efsane hoca, dönünce devletin gazilere verdiği eğitim bursuyla üniversite okur. Princeton Üniversitesi'nde çalışmaya başlar. O yıllarda kendisine Robert Koleji'nden teklif gelir. Hiç düşünmeden yıllardır görmeden sevdiği İstanbul'a gelir. İstanbul'a gelir gelmez hemen gezmeye, her köşesini büyük bir heyecanla keşfetmeye başlar başlar. Daha sonra Atina, Boston, Lonra ve Venedik'e düşse de yolu yine dönüp dolaşıp İstanbul'a gelir.
İstanbul, insanî bir şehir
Ona İstanbul'u bu kadar sevdiren yanını şöyle anlatıyor Freely: "İstanbul benim için her şey demek. İstanbul'un romantik tarafı var. Derin bir tarihi var. Başka yerlerdeyken burayı çok özlüyorum. Türkiye'nin ve dünyanın birçok şehrinden gelen insanlar burada uyumlu bir şekilde yaşayabiliyor. Doğduğum yer New York da büyük bir şehir, oraya da her yerden insanlar geliyor, ama buradaki gibi kardeşlik ve beraberlik hissi orada yok. New York çok zor ve çirkin bir kent. İstanbul ise insanî bir şehir. Birçok şehirde, ülkede ve kültürde yaşadım. Ama hiçbir yerde buradaki yakınlığı ve sıcaklığı bulamadım."
İstanbul'un en çok sevdiği insanî yönünü ise yaşadığı iki olayla anlatıyor John Freely: "Büyükbabamın bir eşek arabası vardı. Onunla New York'ta babama gazete almaya gittim. Sokakta bir zenci ölmüştü. Ancak onunla kimse ilgilenmiyordu. Yıllar sonra İstanbul'da Haliç'te karpuz satan bir esnafın atı aniden ölmüştü. Çevredeki herkesin işini gücünü bırakarak ona yardım etmek için koştuğunu gördüm. Bu beni çok etkilemişti. Öldüğümde buraya gömülmek istiyorum. Bu evden bile ayrılmak istemiyorum. Boğaz kenarına gömülmek istiyorum."
İstanbul eskiden çok romantik bir şehirdi
Yarım asırdan fazladır İstanbul'da yaşayan Freely'ye ilk geldiği İstanbul'la şimdiki istanbul'u sorduğumuzda içini çekerek biraz duraksıyor. Bu şehre ilk geldiği yıllarda nüfusunun sadece 1,5 milyon olduğunu ve o zamanlar bu şehrin fakir insanların yaşadığı romantik bir şehir olduğunu anlatıyor. Şimdi şehrin çok kalabalık olduğundan yakınıyor. En çok yakındığı ise eskiden çok renkli olan bu şehrin giderek renklerini yitirmesi. Eskiden bu renklerin her yerde göze çarptığını, şimdi ise arayıp bulmak gerektiğini söylüyor Freely. Ama her şeye rağmen bu kadar romantik ve etkileyici bir şehir olmadığını da söylemeden geçemiyor.
John Freely, en çok Kocamustafapaşa, Haliç, Eminönü ve Beyoğlu'nu seviyor. Bugünlerde oğlu Brandon ile Beyoğlu'nun tarihini anlatan bir kitap üzerinde çalışıyor. İstanbul üzerine yazdığı kitaplarda daha çok İstanbul'un bilinmeyen yanları ile normal insanların hikâyelerinin kendisini cezp ettiğini söylüyor. Bir mezarcının, esnafın, satıcıların... Daha çok gündelik yaşam onun ilgisini çekiyor. Bu yüzden o Evliya Çelebi'yi çok seviyor. Çünkü herkes siyasi ve ekonomik tarihi yazarken onun gündelik hayatla ilgilendiğini söylüyor. Gülerek ekliyor: "İstanbul'un gündelik hayatı ile bir Evliya Çelebi bir de ben ilgilendim."
En sevdiğim padişah Fatih
İstanbul'la bu denli yakından ilgilenen birinin Osmanlı tarihinden uzak durması elbette düşünülemez. John Freely, Osmanlı tarihi ile çok ilgileniyor. Çünkü tarih bu şehrin ayrılmaz bir parçası ona göre. Geçtiğimiz aylarda yayınlanan Fatih Sultan Mehmet biyografisi Büyük Türk büyük ilgi uyandırmıştı. O Osmanlı tarihinin de insani yönünü irdelemeye çalışıyor. "Osmanlı tarihi ile ilgili tüm kitaplar genelde padişahların devlet yönetimi, siyaset ve ekonomi ile ilgili. Sadece Evliya Çelebi gündelik hayatla ilgilenmiş. Benim de ilgimi gündelik hayatın yanında devlet adamlarının insani tarafları çekiyor. Padişahlar, yetiştirilme tarzları, insani ilişkileri, eşleri... Padişahlar da insan ama kimse onların insani tarafı ile ilgilenmedi."
John Freely'ye göre Osmanlı padişahlardan en ilginci Fatih Sultan Mehmet. Çünkü Fatih, sarayda çok fazla zaman geçirmedi. Hep dışarıdaydı. Okuyordu, ilme âşık bir padişahtı. Şehri korumasız geziyor, insanların arasına karışıyordu. İnsanların nabzını tutuyordu. Tüm inançlara saygı duyuyordu. Kilisede ayin izliyordu. Muhteşem bir devlet adamı ve olağanüstü bir entelektüeldi. Ancak ne Türkiye'de ne de Avrupa'da hak ettiği ilgiyi göremedi. Kanuni Sultan Süleyman'a çok daha fazla önem veriliyor. Halbuki Fatih çok daha önemli biri.
***
Muhteşem Yüzyıl'ı izlemiyorum
John Freely'ye Kanuni ile ilgili görüşlerini sorduğumuzda ilk cevabı, "Muhteşem Yüzyıl dizisini izlemiyorum." oluyor. Çünkü kitabı çıktığında birçok kişi ona diziyi izleyip izlemediğini sormuş. Çoklarının dile getirdiği bir serzenişi o da dile getiriyor: "Neden herkes Kanuni ile ilgileniyor? Sanki Osmanlı'da sadece bir padişah var. Osman Gazi, Yavuz, Abdülhamit ile neden kimse ilgilenmiyor? Ama bu padişahların magazine dökülebilecek çok fazla bir tarafı yok. Ayrıca Kanuni de o kadar magazinel bir karakter değil. Hayatı seferlerde geçti. Sıradan bir haremi vardı ve sonra Hürrem'e âşık oldu. Hepsi bu."
Ajan değilim, Shopen'in piyanosu bende değil
John Freely uzun yıllardır Türkiye'de yaşayınca hakkında birçok dedikodu ve efsane dalaşıyor etrafta. Einstein'la birlikte çalıştığı, Shopen'in bestelerini yaptığı piyanoya sahip olduğu, kitabı birlikte yazdığı Hilary Sumner'in CIA ajanı olduğu gibi birçok şehir efsanesi var. O bunları gülerek karşılıyor. "Maalesef Türkiye'de böyle bir önyargı var. Yurt dışından gelmişsen ve burada uzun yıllar kalmışsan kesin ajansındır gözüyle bakılıyor. Hayır, ben bir ajan değilim. Hilary de değildi, o bir Troçkistti. Einstein'ın asistanı olduğum söylendi, oysa Princeton kampüsünde sadece bir kez karşılaştık. Shopen'in piyanosu da keşke bende olsa."
ZAMAN - PAZAR