Canan Tan'dan tam bir hasret öyküsü
Piraye, Eroinle Dans, Yüreğim Seni Çok Sevdi gibi kitaplarıyla uzun süre liste başı olan Canan Tan, yeni kitabı Hasret'te mübadeleyle bölünen bir aşkın izini sürüyor.

Canan Tan, yeni kitabı Hasret'te Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş günlerinde filizlenen bir aşkın, savaş ve göçlerle şekillenen kaderini kaleme aldı. Kökleri Keskin'in Cerid aşiretine kadar uzanan hikâye gerçek hayatta da yaşanmış. 2005'te İzmir Valisi olan Oğuz Kaan Köksal'ın eşi Olcay Köksal'ın anlattığı bu aile hikâyesinin peşinden yıllarca dolaşan Tan, nihayet Hasret'i kaleme almış.
Tan'la Gülhane Parkı içinde açılan Ahmet Hamdi Tanpınar Müzesi'nde buluştuk. Kitapta kullanılan dizelerin zamanla şekillendiğini anlattı; “Hasret en büyük esarettir” sözünün imza günlerinde sık sık karşısına çıktığını söyledi. Kitabın yazılma sürecinde sık sık Keskin'e, Selanik'e giden Tacettin'le Patricia'nın izini süren Tan, nihayet yalnız bir ailenin, bir aşkın hikâyesine değil, bir dönemin yaşananlarına da ulaşmış.
Romanın başkahramanı, 1920'lerde Kırşehir'in Keskin ilçesinde yaşayan Tacettin adlı bir genç. Cerid aşiretinin oğlu Tacettin'in okuyup da geldiği kasabası Keskin'de en yakın iki arkadaşından biri Aris ve Artin'le gittiği tavernada, mekânın sahibi Omorfia'nın kızı Patricia'ya âşık olur. Tacettin'in ailesi bu ilişkiye şiddetle karşı çıkar.
Patricia'nın hamile kalması ve Ali'yi dünyaya getirmesiyle yumuşayan hava Kurtuluş Savaşı'nın başlaması, Keskin'de de Rumlarla Müslümanlar arasında gerginlikler baş göstermesiyle yeniden gerilir. Lozan Antlaşması öncesinde, mübadele sözleşmesi imzalanır. Keskin'deki Rumlarla birlikte Patricia, annesi ve üç yaşındaki Ali de Yunanistan'a gönderilir. Tacettin derin bir hüzne düşmüştür. Tan'la bu süreçten çıkan romanı konuştuk...
Roman, Osmanlı'nın son günlerinden Cumhuriyet'e bağlanıyor; toplumsal değişim dönüşümün en sancılı yıllarında geçiyor. Nasıl bir araştırma yaptınız?
Önce hikâyemi kurguladım. Onlar bu hayatı yaşarken, Türkiye'nin durumu neydi, paralel olarak araştırmaya giriştim. Orada tarih devreye girdi. Çok değerli tarihçilerimizden bilgi aldım, çok sayıda kitap okudum. Çok fazla yanlış yaptığımı sanmıyorum. Bize öğretilen tarihte çok fazla eksikler ve yanlışlar var. Zaten biliyordum, araştırırken bunu daha çok gördüm. O eksikliklerin üzerine gitmeyi tercih ettim. Yanlışlıkları doğru gözle irdelemeye çalıştım. Kitabım tam anlamıyla bir tarih ya da mübadele kitabı olmadığı için yaşananları çok detaylandırmadım ama Türkiye'den Yunanistan'a gönderilen Ortodoks Rumların çoğu Türk kökenli. İdeolojik şeyler değil anlatmak istediğim. İnsan kendini nereye ait hissediyorsa oraya aittir ve öyle olmalıdır.
Bu romanı yazma fikri nasıl ortaya çıktı?
Bu bir aile, sülâle hikâyesi. Şöyle ortaya çıktı; Olcay Köksal 2005'te İzmir Valisi Oğuz Kaan Köksal'ın eşiydi. Eroinle Dans kitabının tanıtım kokteyline geldiler. O zaman bana “Bir aile hikâyemiz var, yazmak ister misiniz?” dedi. Dinledim ve çok etkilendim. Çok gözüm korktu. Bu bir aile hikâyesiydi, çok araştırmak lazımdı. En sonunda kararımı verdim, gözümü kararttım, “Ne gerekiyorsa en ağırını yapacağım” dedim, onun için bütün kaynaklara indim, bu hikayeyi yıllarca içimde taşıdım, 44 derece sıcakta Keskin'e gittim, üzerinden yarım asır geçen izleri yakaladım.
Ailenin kökenlerine ulaşabildiniz mi?
Tabii ki. Zaten Tacettin Bey, Olcay Hanım'ın dedesi oluyor. Hayatta kalan Olcay Hanım ve birkaç kuzen. Onların ağzından aldığım hikâyeler. Olcay Hanım'ın teyzesi vardı bir de. 80 yaşında ve çok dinç bir insan. Romanda anlatılan sofra sahnesini ben yaşadım. Keskin'de aynen öyle bir sofra kurdular bana. Hikâye de bire bir aile gerçeklikleri, nesilden nesile anlatılanlarla şekillendi…
Mübadele hikâyelerinin çoğu unutulmuştur… Siz Keskin'de nasıl bir manzarayla karşılaştınız?
Keskin'i çok canlı buldum. Bu hikâyeye tanık olmuş insanlarla da konuştum. Bizim genelde mübadeleyi konu alan kitaplarımız, hikâyelerimiz genelde Yunanistan'dan Türkiye'ye gelenlerin hikâyesidir. Benim romanımda onlardan farklı olarak hem oradan gelen, hem oraya gidenlerin hikâyeleri var. Bir de ben Yunanistan'a gittiğimde orada bu izleri daha canlı yakaladım. Oradaki insanlar hâlâ gözyaşı döküyorlar. O insanların Türkiye'ye gelenlerden daha çok acı çektiğine inandım. Çünkü gittikleri zaman bir dışlanma yaşamışlar ve burayı çok özlüyorlar. Benimkisi tam bir hasret öyküsü. Ayrılıkla biten bir aşkın izleri. Tabii ki duygusal olarak çok hırpalandım, yerine göre gözyaşlarıma engel olamadım. Yerine göre içimden kopup gelen dizelere yer verdim.
Yunanistan'a gidip orada bu hikâyenin izini sürünce...
Hikâyenin o ucuna da ulaşıldı tabii. Aile de okuyunca çok mutlu oldu. Bir barış kitabı oldu aslında bu. En büyük amacım bu kitabın da Yunancaya çevrilmesi. Diğer ülkeler değil, diğer diller de değil ama madem ki burada bir Rum ve Türk kardeşliği var, oralarda da yayımlansın istiyorum. İsimler de aynen korundu. Hiçbir ismi değiştirmedim.
Ayça Örer - Radikal Kitap
Kitapla İlgili Teknik Bilgi Ve Sipariş Şartları İçin Bu Linki Kullanabilirsiniz…