A’dan Z’ye bir garip Orhan Veli
Necati Tonga ve Tahsin Yıldırım tarafından hazırlanan toplam 1650 sayfalık Orhan Veli külliyatı Kırmızı Kedi Yayınları arasında okurla buluştu. Şiirleri, hikayeleri, yazıları, çevirileri, mektup ve verdiği röportajların toplandığı altı kitaptan oluşan külliyat aynı zamanda Orhan Veli’nin edebi kimliğini de tüm yönüyle ortaya koyuyor.
Orhan Veli’nin külliyatı Kırmızı Kedi Yayınevi’nce altı kitap halinde yayımlandı. Şiirleri başta olmak üzere, bütün yazıları, hikâyeleri, mektup, anket ve mülâkatları; ilaveten çeviri şiirleri ve tiyatroları titiz bir çalışma ile bir araya getirilmiş.
Toplam 1650 sayfadan söz ediyoruz. Ayrıca, telif sorunu aşılamadığı için, çeviri ve mektuplarının bazıları da bu toplama dâhil değil. Önümüze çıkan bu yekûn, otuz altı yaşında hayata veda eden bir şair için az değil. (Bu kadar ummuyor olmalıyım ki hatta biraz da şaşırdım.)
Hızla bir göz atma fırsatım oldu bu toplama. Bazı kitapları da baştan sona tekrar okudum. Eleştirilen ve değer verilen yönleriyle artık edebiyat tarihimizin malı olmuş bir isim üzerinde tekrar düşünme imkânım oldu.
Orhan Veli’yi uçarılık izlenimlerinin aksine kendi meseleleri içinde sorumlu ve istikrarlı buldum. Döneminde tuhaf ve “garip” bulunan algılarının ötesinde şiire, edebiyata içerden yaklaşan sahih bir tarafı olduğunu fark ettim. Onda zihinsel aktivitenin hep işleyiş halinde bulunduğuna tanıklık ettim.
SİYASİ HAVADAN ETKİLENDİ
Yeteneğinin sınırları üzerine konuşmak ayrı bir mesele..
Yıkıcı yönleri bulunan diğer edebiyatçılar gibi (mesela Namık Kemal) o da polemiğe sarılıyor sık sık. Özellikle 1946 sonrasındaki siyasî havadan etkileniyor. Kendini ifadeye yol arayan dinî içerikten rahatsız oluyor. Bu kıpırdanışlara, özü temsil etmeyen örnekler üzerinden karşı çıkıyor. Yine polemik yani!
Şuna da dikkat ettim. Şiir dilinin süs öğelerinden kurtarılmasına hayatını ve sanatını adarken bir yerde Yahya Kemal’in “beyaz Türkçe” anlayışına yaklaşıyor şair. Ölçüye ve kafiyeye dayalı şiiri geride bırakmak isterken kendinden önceye toptan karşı çıkıyor gibi görünse de Şeyh Galip, Yahya Kemal –bir parça Tevfik Fikret- onun oklarından uzak kalır. Hatta Ahmet Haşim’in Türk şiirine getirdiği yeniliği de takdir eder: “Haşim kalıbı kırmıştır ama müstezatlarıyla değil, şiiriyle kırmıştır” der. (Şu da aklıma geldi burada: Dilde benzetme, istiare gibi edebî sanatlara karşı olmasına rağmen Tanpınar’ın metaforik diline bir kere bile sataşmaz şair. Buna sebep sadece Ankara Lisesi’nde onun öğrencisi olması değildir herhalde.)
Cahit Tanyol’un aktardığına göre, Yahya Kemal’in kişi olarak Orhan Veli’ye sempatisi vardır. Onun şiirini “tatlı ve sevimli” bulur. Ancak “şiir raison-akıl olmadığı gibi, onun bir oyunu da değil. Şiir duygunun dil haline gelmesidir. Orhan’ın yaptığı ise nükte.. Nükte duygunun değil aklın bir yaratmasıdır” der.
Yahya Kemal’e hak vermemek mümkün değil. Yine de bu tanıma yüzde yüz uymaz Orhan Veli’nin sanatı. Onun şiirinde nükteyi aşan haller de vardır. Yine Tanyol’dan devam edelim. Yahya Kemal, “Ver elini Edirne şehri” dizesini örnek vererek, Orhan Veli’de, dilin ulaştığı “rahat ve neşeli” söyleyişe dikkat çeker. Cahit Tanyol da bir adım daha ileriye gidip Orhan Veli’nin “Dizi dizime değer bir tazenin” dizesini Yahya Kemal şiirinin dil zevkine bağlar.
YAHYA KEMAL CENAZEYE GİTMEK İSTER
Orhan Veli’nin ani ölümüne üzülenlerden biri de Yahya Kemal’dir. O gün cenazeye gitmek üzere hazırlandığı halde, son anda vazgeçer. Bunu gazetelerin kötüye kullanmalarından çekinir: “Şiiri bizim anladığımız gibi düşünenlerin yolunu şaşırtabiliriz” der.
Orhan Veli Külliyatının bir kitabı da hikâyelere ayrılmış. Şairin 1947–49 yıllarında yayımlanan altı hikâyesiyle bazı çeviri hikâyelerine ayrılmış bu cilt. Dil yalınlığı bu metinlerde de hemen dikkati çekiyor. Döneminin hikâye varlığı içinde bir yer ve değere sahip onlar. “Kan” hikâyesinde Sabahattin Ali havası seziliyor. Diğer hikâyeleri daha çok Sait Faik’e yakın. “Küçük Burujuva” hayatından kaçma, halktan insanlar içine karışma, onların dostluk atmosferinde rahat etme gibi temaları işliyor. “Öğleden Sonra” hikâyesinde, anlatıcı kişi, Üsküdar sahilinde bir balıkçı teknesinde kuruluvermiş içkili bir sofradadır. Ellerindeki balıkları hemen bitişikteki portatif lokantaya kızarttırırlar. Hizmeti, lokanta sahibinin eli yüzü düzgün, becerikli kambur kızı yapmaktadır. Kızın –adı Ayşe- üzerinde “Kapalıçarşı zevkine göre alafranga sayılabilecek bir entari” vardır. Ayşe, işini o kadar doğal bir şekilde yapmaktadır ki oraya yakışmaktadır. “Kimi adamlar derler ki ‘Aşk insanı güzelleştirir’miş. Orasını bilmem; ama iş güzelleştiriyor.”
Yansıttığımız bu atmosfer içinde, yazarın/şairin sanat ve toplum algısını yapan tüm unsurlar yerli yerindedir. Küçük Burjuva anlatıcı, aralarına karıştığı balıkçılar, onların ikram sevgileri, insan sıcaklığıyla karışmış rahatlıkları, halktan bir kız adı Ayşe, işe ve çalışmaya verilen değer.. Dediğimiz gibi bu atmosfer bize, öyküde dönemin öncü ismi Sait Faik’i çağrıştırır. Fakat şunu unutmamalı, Orhan Veli’nin metinleri yine de kendine özgüdür sonuç itibarıyla. Hikâye denildiğinde, Orhan Veli için, o sıralar M.Ş.E imzasıyla eserlerini yayımlayan Memduh Şevket Esendal’ı da unutmamak gerekir. Esendal’ın siyasî kimliğinden dolayı edebiyatta adını açık olarak kullanmamasına kızsa da hikâyelerini beğenir. Yazılarında tekrar tekrar adı geçen isimdir Memduh Şevket Esendal..
Yayın Yönetmenliğini Enis Batur’un yaptığı Kırmızı Kedi Yayınevi’nce Necati Tonga ve Tahsin Yıldırım tarafından yayımlanan Orhan Veli Külliyatı üzerine yazdığım bu yazıyı Orhan Veli’nin kısa bir şiiriyle bitirmek istiyorum. (Bu şiir Hikayeler kitabının başına da konulmuş):
PIRPIRLI ŞİİR
Uyandım baktım ki bir sabah,
Güneş vurmuş içime;
Kuşlara, yapraklara dönmüşüm,
Pır pır eder durur, bahar rüzgârında.
Kuşlara yapraklara dönmüşüm;
Cümle âzâm isyanda;
Kuşlara, yapraklara dönmüşüm;
Kuşlara,
Yapraklara.