Dünya Tarihinde Ticaret
Dünya çapındaki bu uzun serüvenin layıkıyla anlaşılmasına önemli bir katkı sağlayan ve ilk baskısını Kültürler Arası Ticaret adıyla yapan bu kitap şimdi Dünya Tarihinde Ticaret adıyla okurla yeniden buluşuyor.
Dünya tarihinin başat etkileşim unsurlarından kültürler arası ticaret, en basit takas biçimlerinden sömürge imparatorluklarına kadar çok farklı biçimlerde tezahür etmiştir. Curtin, bu serüveni, tarım devrimiyle tarih sahnesine çıkıp sanayi devrimine kadar varlıklarını sürdüren ve ticaret aracıları olmakla kalmayıp kültürler arası etkileşimin öncülüğünü de yapan ticaret diasporaları temelinde inceliyor. Bu topluluklar, Asur ticaret diasporalarından Maya medeniyetine, Yeni Culfa’daki Ermeni tüccarlardan İpek Yolu’na ve Kuzey Amerika kürk ticaretinden Doğu denizlerinde ticaret yapan imtiyazlı Avrupa şirketlerine kadar geniş bir düzlemde ele alınıyor. Tüccar sınıfının farklı kültürlerde nasıl algılandığı, dinlerin yayılmasında ticaretin etkisi, ticaretin modelleri, medeniyet düzlemindeki karşılıkları, aracıları ve lingua francaları gibi konular da kitapta kendine yer buluyor. Batı’nın coğrafi keşiflerle birlikte Doğu ticaretinde mutlak hakim olduğu yargısını sorgulayan yazar 1740’lara kadar bölge ticaretinde Asyalıların daha etkin olduğunu gösteriyor. Dünya çapındaki bu uzun serüvenin layıkıyla anlaşılmasına önemli bir katkı sağlayan ve ilk baskısını Kültürler Arası Ticaret adıyla yapan bu kitap şimdi Dünya Tarihinde Ticaret adıyla okurla yeniden buluşuyor.
“Curtin’in çalışması, kapsamı itibarıyla bilhassa kıymetlidir zira birçok tarihçinin yalnızca bir kesitine odaklandığı bir konuda tarihsel süreci kapsayan bir perspektif sunuyor. Curtin’in incelemeleri hepimiz için yeni şeyler söylüyor. Çığır açıcı ve ilham verici bir eser.”
William H. McNeill, Chicago Üniversitesi
ÖNSÖZ
Tarihle ilgili kitapların çoğu, zaman, mekân ve konu gibi bildik kategoriler altında sınıflandırılabilir. Bu çalışma ise biraz alışılmışın dışındadır; çünkü her şeyden önce, sosyal bilimlerin tanınmış disiplinleri arasında belirsiz bir yerde durmaktadır. Bu noktada tarihsel iktisadi antropoloji etiketi, bu eseri nitelendirmeye diğerleri kadar uygundur. Yine de söz konusu bu üç disiplin arasında öncelikli olan tarihtir. Çalışma aynı zamanda küçük fakat gelişen bir alan olan karşılaştırmalı dünya tarihi kapsamına girmektedir. “Karşılaştırmalı” denmesinin sebebi, çalışmada kültürler arası ticaretle ilgili belli olguların soyutlanarak aralarındaki benzerlik ve farklılıkların araştırılmasıdır. “Dünya” nitelendirmesi çalışmanın her yerde olup bitenleri “kapsama” gayretinden değil, Batılı etnosentrik bakıştan kaçınma çabasından ileri gelmektedir. “Tarih” denmesi ise eserin çok uzun bir dönemde gerçekleşen değişimleri ele almasından kaynaklanır. Tarih şeklinde adlandırılmasının bir nedeni de eserin tarihçilere ait, “İnsan toplumları zaman içinde nasıl ve neden değişmiştir?” sorusunu sormasıdır. Ancak çalışma, iktisatçı ve antropologların ele aldığı değişim türleriyle de ilgilidir ve bu nedenle bu alanlardan kimi kavramları ödünç almıştır.
Tarihe ilişkin bu farklı yaklaşımları bir arada kullanmanın ve başka disiplinlerden ödünç kavramlar almanın bir bedeli vardır. Şöyle ki bu kitap, eşit veya daha fazla öneme sahip başka bazı konuları ele almamaktadır. Öncelikle bu bir dünya ticaret tarihi değildir. Tarım ve ticaret devrimleri arası dönemde farklı zaman ve mekânlarda ticari uygulamanın aldığı şekilleri incelemektedir. Bunu yaparken zaman içinde gelişimin seyrini izlemekle birlikte, bütün önemli tüccarları ya da ticaret yollarını “kapsama” amacı gütmemektedir. Seçme yaparken kriter, kültürler arası ticaretin çeşitliliğini gösterecek örnekler bulmaktır; taşınan malların miktarı açısından önemli olan ya da tarihin diğer alanları üzerinde çok büyük etkiler bırakmış örnekler değil. Örneğin Asya’dan geçen kara ticaret yollarından ya da Rusya ile Çin arasındaki kara ticaretinden pek bahsedilmemiştir; ancak bahsedilmemesi bunların önemsiz olmasından değil, bu ticari uygulamalarla ilgili kanıtların, diğer zaman ve mekânlara dair kanıtlar kadar zengin olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu sebeple pek çok kültüre fazla yer verilmemiş, çoğu döneme de hak ettiği kadar ilgi gösterilmemiştir. Başka bir tarihçi, hatta benimle aynı soruları soran biri, pekâlâ farklı örnekler seçebilirdi.
Tarihin, bu kitabın kapsamına girmeyen önemli bir başka veçhesi de ana kültür bölgeleri dahilinde gerçekleşen ticaretin tarihidir. Kitabın kapsamını kültürler arası ticaretle sınırlandırmanın bedeli, M.S. 1000 yılından hemen sonra Song döneminde Çin’in iç ticaretinde yaşanan son derece önemli yükselişin ya da Batı Avrupa’da ticaretin bir o kadar önemli yükselişinin kapsam dışı tutulması olmuştur.[1]
Ödenmesi gereken üçüncü bir bedel de siyasi tarihle ve başlı başına kişilerle ilgili meselelerin kasten ihmal edilmesi olmuştur. Bu çalışmada, geleneksel tarihyazımında çok önemli bir yeri olan kronoloji ile de fazla ilgilenilmemiştir.
Madalyonun öbür yüzü ise –bazen tekrarlayan– modeller ya da sürekliliklerle ilgilenilmiş olmasıdır. Her ne kadar tarihsel “kanun” gibi şekilsel veya kemikleşmiş bir şey aranmasa da, belli davranış modellerinin muhtemel hangi koşullarda tekrarlanacağı kayda değerdir. Model arayışı soyutlamayı ima eder. Tarihle ilgili bütün çalışmalar, aslında belli bir zaman ve mekânla ilgili mevcut tüm verilerden elde edilen bir soyutlamadır. Ben burada sadece beşeri meselelerin çok dar bir parçasıyla, yani insanların farklı yaşam tarzına sahip başka insanlarla nasıl mal mübadelesinde bulunduğu meselesiyle ilgileneceğim.
İnsanlık tarihini Avrupa merkezli olmayan bir bakış açısıyla ele almaya çalıştım; ama bu çaba bile önemli bir sorun doğurmaktadır. Her sosyal bilimci kendi kültürü ve zamanının ağına yakalanmıştır. Doğal etnosentrizmi aşmak için bilinçli bir çaba mevcut olsa bile, tarih, bir Batı diliyle ve çağdaş Batı kültürünün ortak sosyal bilim kavramları kullanılarak ifade edilmelidir. Tarihin, şu anda mevcut olan bilginin türü ve kapsamıyla sınırlı olması da aynı derecede kaçınılmazdır ve bu mevcut bilgi sürekli olarak değişmektedir. Başvurduğum çok değerli yetkin yazarların eserlerinin yarısından fazlası, bu kitabı yazma fikrinin ilk kez şekillenmeye başladığı 1970’li yılların başlarından sonra yayınlanmıştır.
Seçilen örnekler aynı zamanda dilsel sınırlamalara da maruz kalmıştır. Ben şahsen Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da yaygın olan dillerden sadece birkaçını biliyorum. Rusça, Ermenice ya da Çince’de iyi bir okuma bilgim olsa bu çalışma bazı alanlarda çok daha yetkin olabilirdi. Öte yandan ilgili bütün dilleri öğrenmek için gereken tüm vakti versem, kitap hiç yazılamazdı.
Maksada ilişkin son bir söz: Hem tarihe hem sosyal bilime dair bilgi son yıllarda çok arttığından bilim adamları giderek belli alanlarda uzmanlaşmakta ve bundan dolayı genellikle uzmanlık gerektiren bir alt branş çerçevesi içinde yazmaktadır. Bu da küçük fakat seçkin bir okuyucu kitlesinin varlığını gerektirir. Ben bu çalışmayı, tarih ve sosyal bilim camiası için yeni bir şeyler söylemenin mümkün olabileceği ve bu söylenenlerin aynı zamanda eğitimli halk kitlesi için de anlaşılır ve uygun olabileceği kanaatinden yola çıkarak kaleme aldım. Maksadın hasıl olup olmadığına onlar karar verecektir.
Tartışmaları, önerileri ve sohbetleriyle bu kitaba katkıda bulunmuş olan dost, meslektaş ve öğrenciler, adları tek tek sayılamayacak kadar çoktur. Ama ben yine de Baltimore’daki Johns Hopkins Üniversitesi’nin Eisenhower Memorial Kütüphanesi’nin Kütüphane İçi Kitap Ödünç Verme Bölümü’nün samimi hizmetlerine teşekkür etmek istiyorum. Ayrıca kitabın taslağının tamamını veya bir kısmını okuyarak bana ayrıntılı eleştirilerde bulunma nezaketini gösteren Patricia Romero Curtin, Richard Hellie, Allen Isaacman, Paul Lovejoy, William H. McNeill, Anthony Reid, John F. Richards, William Rowe ve A. J. R. Russell-Wood’a bilhassa minnettarım. Sonuçta ortaya çıkan eserden, özellikle de bu kişilerin doğru tavsiyelerine rağmen hatalarımda ısrarcı olduğum yerlerden sadece benim sorumlu olduğumu söylememe gerek yok.
Ayrıca bu eserin hazırlanması sırasında, Wisconsin Üniversitesi’nin Karşılaştırmalı Dünya Tarihi Programı aracılığıyla destek olan New York Carnegie Vakfı’na ve John Simon Guggenheim Vakfı’na verdikleri mali destek için teşekkür ederim.
Philip D. Curtin