Dr. Melahat Beki'den tasavvufla ilgili önemli eserler
Gazeteci-Yazar Dr. Melahat Beki'nin, tasavvuf ve mutasavvıflar hakkında kaleme aldığı eserler, bu konuda okuma yapmak isteyen okuyuculara yeni perspektifler sunuyor.
Gazeteci-Yazar Dr. Melahat Beki'nin tasavvuf hakkında kaleme aldığı kitaplar okuyucuyla buluştu. Beki'nin; "İslam Medeniyetinde Tasavvufun Rolü", "Tasavvuf Yazıları", "Hikmet Geleneği ve Hikem-i Atâiyye", "Ebu'l Hasan Harakânî ve Manevi Kişiliği" ve "Said Nursi’nin Tasavvufî Görüşleri" eserleri tasavvuf hakkında okuma yapmak isteyenlere geniş bir kaynak imkanı sağlıyor.
TASAVVUF YAZILARI
-Önsöz bölümü-
Bu çalışma tasavvufun farklı konularında kaleme alınmış beş bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm; Mevlana Celaleddin-i Rumi’de ilahi cezbenin yanısmalarını ve sema kavramını ele almaktadır. Bu çalışmada, Mevlânâ’nın hem bizzat kendisinin yüksek bir cezbe halinde yaşadığını, hem de verdiği eserlerin, sürekli yaşadığı bir ilâhi cezbe halinde ortaya çıktığını göstermeye çalıştık. O; bu cezbe halinin etkisiyle sema yapmış, semayı manevi bir ibadet ve tesbihat olarak algılamıştır.
Eserde yer alan ikinci bölüm;, “Mevlanada Batili Zihinleri Cezbeden Kavramlar” adını taşımaktadır. Bu bölümde, Mevlana’nın yüzyılları aşarak evrensel kimliği ve mesajı ile doğudan batıya tüm dünyayı etkilemesinin ana noktaları üzerinde durulmaya çalışılmıştır. Özellikle onun son yüzyıllarda doğuda ilgi gördüğü kadar batıda da yankı uyandırmasının ve ona duyulan ilgi her geçen gün daha da artmasının ana nedenleri arasında onun evrensel mesajının ve öğretisinin ana kavramlarının etkili olduğu vurgulanmış, bu kavramlar ortaya konmaya çalışılmıştır. Mevlana öğretilerinin batılı zihinleri kuşatan ve onları sarsarak büyüleyen unsurlarının başında hiç şüphesiz onun, insanı tanrıyla evrenle, tüm kainatla bütünleştiren aşk kavramı, bu kavramı ele alış şekli ve ona bakış açısı gelir. İkinci akıl kavramına Mevlana’nın bakış açısı, batı dünyasının hakikat arayışında onlara hikmete giden yolda rehber olmuştur. Mevlana’da kadının ontolojik boyutu ve erkekle maneviyat yolundaki eşit ve hür konumlanışı da, bu öğretinin onlar için cezbedişi noktalarından biri olmuştur. Mevlana’nın tüm dinlere gösterdiği, saygı, nezaket ve hoşgörülü yaklaşımı ise, kalpleri fetheden manevi bir tebliğ olmuştur. Musiki ve semanın, manevi vecde vücud giydiren büyüsü de batılılar için hayranlık uyandıran bir başka yöndür.
Çalışmamızda yer alan üçüncü bölüm ise, “Örnekleriyle Tasavvuf’ta Hikmet Kavrami”dır. Sûfi literatüründe hikmet, ledünnî bir bilgi olarak karşımıza çıkmaktadır. Sûfiler, hikmetin elde edilmesi yolunda en önemli husus olarak, zühd ve takvaya dayalı salih amellerle süslenmiş bir yaşamın gerekliliğini öne sürmektedirler.Ancak, kesb sahibi olmak, yani çaba göstermek tek başına bu ilahi lütfa yani hikmet sahibi olmaya bilgelik anahtarını elde etmeye yetmeyebilir. Ünlü Hikemiyat eserlerinden örnekler verdiğimiz bu çalışma, hikmet kavramını ve hikemiyat eserlerini mercek altına almaktadır.
“Tasavvufun Beş Manevi Destek Mekanizması” başlıklı dördüncü bölümde ise, Sosyal Hizmet Uygulamasında, din ve mâneviyatın rolünün önemi vurgulanmaktadır. İslâm mâneviyatının yaşam pratiğine uygulanması anlamına gelen Tasavvuf da bu yüzden son dönemlerde bir sosyal hizmet aracı olarak üstlendiği etkin rol nedeniyle daha yakından incelenmektedir. Tasavvufun temel kavramlarından bazılarının sosyal hizmetlerdeki rehber rolü, bu çalışmanın konusu olmuştur.
Çalışmamızda yer alan beşinci bölüm ise, ‘Vahdet-ül Vücud’a Kaynaklık Ettiği Savunulan Ünlü Hadisler Ve Şerhleri” adını taşımaktadır. Vahdet-i Vücûd düşüncesiyle ilgili olarak lehte ve aleyhte, tarih boyunca, pek çok argüman ileri sürülmüştür. Bunların başındaysa vahdet-i vücud düşüncesinin ayet ve hadislerle temellendirilip temellendirilmeyeceği konusu gelmiştir. Bu çalışmada özellikle, Vahdet-ül Vücûd doktrini ile ilgili olarak, bu görüşe delil ve kaynak gösterilen hadislerin önde gelenleri incelenmeye çalışılmıştır.
EBU’L HASAN HARAKÂNÎ VE MANEVİ KİŞİLİĞİ
-Önsöz bölümü-
Ebu’l-Hasan Harakânî sûfî geleneğin seçkin simalarından biridir. Harakânî, tarikatın erken dönem tarihinde Nakşbendiyye’nin oluşum ve tekamül sürecine doğrudan ve dolaylı olarak etki etmiş sufi bir şahsiyettir. Mânevi istidatı sayesinde, seyr-i sülûkunu Üveysilik gibi bir yolla Bayezid-i Bistâmî’nin ruhaniyetinden yapmış, onun mürşitliğinde eğitim görmüş ve ondan feyz almıştır. O, tıpkı mürşidi gibi Tayfuriyye usulünü benimseyen bir isim olarak, sûfî tecrübenin Bayezid-i Bistami yolunu takip eden güçlü bir Nakşi şeyhidir. Meşrebi, irfanı ile Nakşî silsilesinin önemli bir halkasını temsil eden Harakânî’nin aşk, vecd, vuslat ve melâmet çizgisindeki tasavvuf anlayışı Nakşbendiyye tarikatında ve diğer tarikatların bir çoğunda tarih boyunca derin izler bırakmıştır. Onun birçok sözü, özellikle şatahât olarak değerlendirilen bazı sözleri vahdet-i vücut düşüncesinin yansımalarını taşımaktadır. Harakânî, mânevi makamı çağdaşı olan ve sonraki asırlarda gelen aralarında Şems-i Tebrizi ve Mevlana gibi büyük sufi şahsiyetlerinde olduğu birçok mutasavvıf tarafından ‘zamanın sahibi, zamanının kutbu’ olarak değerlendirilmiş, büyük övgü ve saygıyla kendisine hürmet edilmiştir. Konuşmalarından ve veciz sözlerinden anlaşıldığı kadarıyla arif-i billah olan bu büyük sufi, naz makamındadır.
Binlerce talebe yetiştiren ve kendisinden sonra gelen bir çok sufi ve düşünürü etkileyen Harakânî, Kur’ân ve sünneti rehber edinmiş, şeriatın ahkâmından ödün vermemiş, ehl-i sünnet mutasavvıflarının izinden giderek zahîrî ilimlerin ardından, batınî ilimlere nüfuz edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Her ne kadar önceleri ümmi olduğu daha sonra vehbî bir ilme Allah’ın lütfu ile kavuştuğu söylense de, Kur’ân’a ve hadislere olan vukufiyeti onun belli bir zahiri ilme de sahip olduğunu düşündürmektedir.
Nefsi kötülüklerden arındırıp saflaştırarak insan-ı kâmil olma yolunda ilerlenebileceğini söyleyen Harakânî, sözlerinde ve amellerinde gösterişten uzak bir ihlas içinde olmanın öneminin altını çizmiştir. Harakânî’nin eserlerini, sözlerini ve öğretisini değerlendirenler, onun kendi çağına göre çok ileri düzeyde, tefekkür gerektiren bir dil ile konuştuğunu, yerel ve tarihsel olanı aştığını belirtmektedir. O, bir sufi olmasının yanısıra etkili sözlerindeki derin uslubu ve Kur’ân temelli kültürü ile engin manaları veciz şekilde sunan büyük bir İslam mütefekkiridir.
Biz bu çalışmamızda çeşitli yönleriyle Harakânî’nin mânevi kişiliğini ortaya koymaya onun bulunduğu mânevi makamın yansımalarına ve batınî dünyasına dair ipuçları sunmayı hedefledik. Sekiz bölümden oluşan bu çalışmada, “Ebu’l Hasan Harakânî’nin Hayatı, Eğitimi Ve İrfâni Kişiliği”, “Harakânî’nin Kuran Ve Sünnete Bağlılığı”, “Harakânî’de Fena Ve Beka Kavramları”, “Harakânî’nin Mânevi Makamı Ve Mânevi Kişiliği”, “Harakânî ve Şathiye Kavramı“, “Harakânî’ye Göre Kerâmet Kavramı Ve Kerâmetleri”, “Harakânî’de ‘İlham’ Anlayışı” Ve “Harakânî’de İnsan Sevgisi” adlı bölümlerden oluşmaktadır. Çalışmamızın Ebu’l Hasan Harakânî’nin irfâni ve mânevi kişiliğine dair bir özet sunmasını ve hayırlara vesile olmasını niyaz ederiz.
SAİD NURSİ’NİN TASAVVUFÎ GÖRÜŞLERİ
-Giriş bölümü-
Said Nursi yaşadığımız coğrafyada XX. yüzyıla damgasını vuran önemli isimlerden biridir. Bilimsel çerçevede pek çok yönden araştırma konusu yapılan eserleri, milyonları bulan takipçileriyle, Said Nursi vefatının ardından da etkinliğini sürdürmüştür. Ancak; yaşamında ve vefatından sonra hem çevresindekiler tarafından ‘kâmil bir veli, ârif ve muhakkîk’ olarak görülen derûnî şahsiyetinin, hem de iman esaslarına dair şüphelerin izâlesine ve tahkîkî bir iman elde edilmesini sağlamaya yönelik eserlerinin, tasavvufî bir çerçevede değerlendirilip değerlendirilemeyeceği tartışma konusu olmuştur.
Biz bu çalışmamızda, yıllardır tartışılan bu hususa açıklık getirmeyi hedefleyerek, iki temel noktadaki soru işaretlerine odaklanan bir çaba içerisinde olmaya çalıştık. Bu iki temel noktadan biri; tarikatların yasaklandığı, tekke ve zaviyelerin kapatıldığı, harf inkılabının yaşandığı bir devirde yaşayan bu büyük mütefekkirin; çevresindeki geniş bir kitleye yaptığı önderliğin; bir tasavvufî şahsiyetin mürşidliği şeklinde ele alınıp alınamayacağı, bu bağlamda Nursi’nin kişiliğinin manevî boyutu ve bu boyuta işaret eden hayatındaki tasavvufî motiflerdir.
Bir diğer noktaysa Said Nursi’nin iman esaslarını ele alan 196 eserinin, birer kelam kitabı niteliğinde mi olduğu yoksa müellifin iddiasında olduğu gibi ‘birer tefsir olmakla beraber ilhamla yazdırılan ve manevî bir mürşidlik hususiyeti atfedilen’ tasavvufî eseler mi olduğu sorusuna verilebilecek cevaplardır.
Bu iki temel noktadaki sorulara yanıt aradığımız beş bölümden oluşan bu çalışmamız başlangıçta bir yüksek lisans tezi olarak hazırlanmıştır. Bu bağlamda, beni derin vizyonu ile yönlendiren ve her daim çalışmalarıma ışık tutan değerli babam Prof. Dr. Niyazi Beki’ye teşekkür etmek isterim. Ayrıca tez danışmanım, bu çalışmayı yapmam için beni yüreklendiren ve desteklerini esirgemeyen değerli hocam Prof. Mahmut Erol Kılıç Beyefendi’ye en içten teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim. Nitekim bu çalışma onun önerisi ve yardımları sonucu ortaya çıkabildi.
Çalışmamızda izlediğimiz araştırma yöntemleriyse şu şekildedir: Tüm bölümlerde, öncelikli kaynak olarak, Said Nursi’nin 196 eserinin oluşturduğu Said Nursi Külliyatı üzerinde araştırma yaptık. İkinci dereceden kaynak olarak, Nursi hakkında yazılmış kitap ve makalelerden yararlandık. Çalışmamızdaki üçüncü derece kaynakları ise, Nursi’nin yaşadığı dönemde yanında bulunmuş yakın talebeleri ve onun çağdaşı olan şeyhlerin halifeleriyle bizzat gerçekleştirdiğimiz mülakatlar oluşturmaktadır.
Çalışmamızın “Said Nursi’nin Hayatı” başlıklı ilk bölümü, üç ara bölümden oluşmaktadır. Said Nursi’nin biyografisi ve eserlerine ilişkin bilgi verilen ilk iki bölümü, Said Nursi’nin hayatındaki tasavvufî motiflerin işlendiği üçüncü kısım takip etmektedir. Bu kısımda, Said Nursi’nin şahsiyetinin manevî boyutuna ışık tutan yönleri ve yetiştiği tasavvufî çevre, mutasavvıf hocaları, çağdaşı olan ve olmayan mutasavvıflarla manevî bağları ve ilişkileri ile, hayatındaki diğer tasavvufî motifler incelenmiştir.
“Said Nursi’nin Tasavvuf Tarihindeki Tasavvûfî Şahsiyetlere Yönelik Görüş Ve Tenkitleri” başlıklı ikinci bölüm de ise, Risale-i Nur Külliyatında adı geçtiğini tesbit ettiğimiz 43 mutasavvıfı inceledik. Öncelikle kısaca biyografilerine yer verdiğimiz bu mutasavvıfların her birinin, Risale-i Nur Külliyatında geçtikleri tüm yerleri tesbit edip, ardından Nursi’nin bu kişilerden nasıl bahsettiğini ve onlarla olan ilişkisini yorumladık. Üçüncü Bölüm, Said Nursi’nin Tasavvuf’a dair görüşlerinin incelenmesine ayrılmıştır. Üç kısımdan oluşan bu bölümde ilk olarak Nursi’nin varlık nazariyesi incelenmiş bu bağlamda, Nursi’nin külliyatında geçen, vücut ve vücut mertebelerine dair tüm tasavvuf kavramları ve bunlara bakış açısı irdelenmiş, ayrıca Vahdet-i Vücût ve Vahdet-i Şühûd nazariyeleriyle karşılaştırmalı olarak Nursi’nin ontolojik görüşlerine ve yaratılış teorisine genel bir bakış açısı sunulmaya çalışılmıştır. Hiç şüphesiz ki, her biri ayrı bir bilimsel çalışma konusu olan bu üç bölümün tam anlamıyla detaylandırılarak yorumlandığı söylenemez. Ancak bu konuda, Nursi’nin ontolojik görüşlerinin anlaşılması ve vahdet-i vücût ile şuhud nazariyelerine yaklaşımı hakkında genel bir kanaat sağlayabilecek kadar veri ve yorum sunulmuştur. Aynı husus, bu bölümün ikinci kısmını oluşturan, ‘Nursi’de Mârifet ve Bilgi’ kaynaklarının incelendiği bölüm için de geçerlidir. Bu bölümde Nursi’nin epistemolojik görüşlerine yer verilmiş, tüm çalışma boyunca takip edilen aynı yöntem izlenerek, Nursi’nin bilgi kaynağı olarak gördüğü temel kavramların önce ıstılâhî anlamları, daha sonra külliyatta geçtiği yerler ve son olarak da tasavvufla karşılaştırmalı olarak yorumlanmasına yer verilmiştir.
Üçüncü bölümün üçüncü kısmını oluşturan, ‘Nursi’nin külliyatında tasavvuf kavramları ve kullanılış şekilleri’ni araştırdığımız bölümdeyse şu yöntemi izledik Müellifin metinlerinden hareketle, bu metinlerde geniş yer ayrıldığını tesbit ettiğimiz 40 tasavvuf kavramını inceledik. Öncelikle bu kavramların tasavvuf terminolojisindeki anlamlarına; Suad Hakîm’in, Abdürrezzak Kaşânî’nin ve Ethem Cebecioğlu’nun tasavvuf sözlüklerinden, Diyanet İslam Ansiklopedisi’nden, Selçuk Eraydın ve Hasan Kamil Yılmaz’a ait ‘Tasavvuf ve Tarikatlar’ kitaplarından olmak üzere temel 6 kaynaktan yararlanarak yer verdik.
Daha sonra, tasavvuf ıstılahındaki anlamlarını açıkladığımız bu kavramların, Risale-i Nur Külliyatında geçtiği tüm yerleri, müellifin kavramlarla ilgili kasdının anlaşılacağı uzunlukta, bağlamlarıyla birlikte mümkün olduğunca kısa olarak gösterdik. Ve kavramsal çalışmamızda son olarak, ele aldığımız tüm kavramları, tasavvuf ıstılahındaki anlamları ve Risale-i Nur Külliyatında geçtiği tüm yerleri verdikten sonra, yorumladık. Bu yorumumuzda ilk olarak Nursi’nin her bir kavramı nasıl ele aldığına, daha sonra, bu kavramları tasavvuf ıstılahındaki benzer ve farklı anlamlarıyla nasıl yorumladığına ilişkin görüşlerimizi beyan ettik.
Çalışmamızın; Nursi’nin tasavvufî müesseselere yönelik görüş ve tenkitlerinin yer aldığı dördüncü bölümünde ise, genel olarak ‘tasavvuf, tarikat, tekke ve zaviye’ kavramlarının tasavvuf terminolojisindeki anlamlarına değindikten sonra, yine bu kavramların külliyatta geçtiği tüm yerleri tesbit ederek, daha sonra Nursi’nin bu müesseselere ilişkin görüşlerinin nasıl yorumlanması gerektiğine dair düşüncelerimizi, müellifin olumlu ve olumsuz tenkitlerinin altını çizerek değerlendirdik.
Bu çalışmanın beşinci ve son bölümünü ise, çağdaşı olan mutasavvıfların Said Nursi’ye dair görüş ve tenkitleri oluşturmaktadır. Bu bölümde, çeşitli eserlerde Nursi’nin manevî yönü ve tasavvufî düşüncelerine dair görüş beyan eden mutasavvıfların yorumlarına ve bizzat kendileriyle mülakat gerçekleştirdiğimiz mutasavvıfların görüşlerine yer verilmiştir.
Özetle bu çalışmanın, Said Nursi’nin manevi kimliği; yetişmesinde tesiri olan tasavvufî çevre, eselerinin oluşmasına zemin hazırlayan beslendiği tasavvufî kaynaklar, hayatında ve eserlerindeki tasavvufî motifler konularında geniş çerçeveli bir bakış açısı sunmayı hedeflediğini söyleyebiliriz.
HİKMET GELENEĞİ VE HİKEM-İ ATÂİYYE
-Giriş bölümünden bir kesit-
Tanrı’nın oğlu ve ete kemiğe bürünen hikmet (tanrısallık) kavramını İncil’e sokan kişi Pavlos’tur. Ona göre; “Îsâ, bütün kainattan önce var olan bir şahsiyettir. Bir insandır evet ama semâvî bir insandır. Tanrı’nın yanında iken, O, “yeni beşeriyet” teşkil etmek icin “yeni bir Âdem” olarak O’nu göndermiştir.
Sonuç itibâriyle, görüldüğü üzere, daha sonraki Hristiyanlık ‘hikmet’i; ‘bedenlenmiş hikmet’ olarak anlamaktadır. Özellikle diğer İncillerden farklı olarak Yuhanna İncili’nde, “Önce söz var-dı” denerek tanrısal akılla beraber O’ndan bir parça olarak her şey-den önce varolduğu söylenen Hz. Îsâ’nın varlığı; bizzat tanrısal hikmet olarak kabul edilmektedir. Bu durumda İncil’in de bir hikmet kitabı olarak görülme nedeni daha anlaşılır olacaktır. İncil’e bakıldığında, tüm hikaye, kısa ve mesellerin, Hz. Îsâ’nın veciz sözlerinin öğretici bir hikmetle söylendiğini görmek mümkündür. Bu mânâda Tevrat ve İncil’de birçok bölüm hikmete ayrılmıştır ve hikmetin hakkıyla elde edilmesinin yollarını göstermek için çaba-layan birer dînî öğreti olarak inananlarına rehberlik etmişlerdir, denilebilir.
Peki İslam Geleneği’nde, Kur’an ve Sünnet’de, Tasavvuf Öğretisi’nde hikmetin yeri nedir, nasıl ele alınmıştır? Bu kitapta bu soruya cevap aranacaktır.
İSLAM MEDENİYETİNDE TASAVVUFUN ROLÜ
-Giriş bölümü-
İslam medeniyetini meydana getiren temel unsur, ilahi vahyin merkeze alınmasıdır. Çünkü bu medeniyetin ana kaynakları olan Kur’an-ı Kerim ve sünnetin, tarih boyunca İslam dinin mesajını ve ruhunu farklı coğrafyalara ve medeniyetlere kadar ulaştırabilmesi, bu medeniyetin mensuplarının vahyin ışığından ayrılmaması sayesinde gerçekleşmiştir.
Tasavvuf, müslüman bireylerin kişisel mânevi yolculuklarından başlayarak, onların oluşturduğu toplumun olgunlaşma ve gelişme serüvenine kadar ulaşan bir İslam medeniyetinin ortaya çıkmasında, tarih boyunca çok büyük ve önemli bir rol oynamıştır. Tasavvufun ilahi aşk, sevgi ve hoşgörüyle yoğurarak eğittiği ruhlar; edindikleri kemâlâtları ve güzellikleri toplumun diğer fertleriyle paylaşmış, tasavvufun kurumsallaşmasıyla ortaya çıkan tarikatlar vasıtasıyla, bu mâneviyat ruhu büyük halk kitlelerini aynı elit eğitimden geçirmiştir.
Tekke, zaviye ve derg âhlar, İslam’ın insanoğluna hizmete sunduğu mekanlar olarak, hem ilim hem nefis tezkiyesi eğitimi vermiştir. Ancak bununla da yetinmemiş aynı zamanda toplumun sosyal hizmet mekanizması olarak, gerektiğinde açların ve yoksulların doyurulduğu bir aş evi, gerektiğinde yolculara sıcak bir çorba sağlayan bir kervansaray, gerektiğinde tıbbi tedavilerin yapıldığı bir şifahane olarak kullanılmıştır.
Tasavvufun ontolojik bakış açısından kaynaklanan derin düşünce hazinesi ve en ince duyguları çağıran ilahi aşk öğretisiyle yeşeren tasavvuf edebiyatı ile sûfi literatürün içerdiği harikulade eserler, bu düşüncenin derinliğini ve inceliğini gösteren şaheserler ortaya çıkmış, bu eserler yüzyıllarca çeşitli dillere tercüme edilip okunmuş ve okutulmuştur ve hala da aynı ilgiyi görmeye devam etmektedir.
İktisadi hayatta, zühd ve kanaat ile ticaret hayatında ahlak ve adaleti gözetmeyi salık veren tasavvuf, gündelik ve iktisadi hayatın içinde, bireyin bilincini mânevi boyutla her daim canlı tutarak var olmayı sürdürmüştür.
Öte yandan İslam medeniyetinde özellikle Osmanlı döneminde, padişahların her birinin bir tarikata intisap etmesi, tasavvuf öğretisinin toplumun en alt katmanlarından en üst düzeylerine kadar her türlü insanın ihtiyacına cevap veren bir yapı olduğunu göstermektedir. İslam medeniyeti tarihine bakıldığında, Ortadoğu’dan, Anadolu’ya, Kafkaslar’a ve daha nice uzak coğrafyaya uzanan fetih hareketlerinde yahut bağımsızlık savaşlarında, sûfilerin sadece tekkelerine çekilip dünyayla bağını koparmış bireyler olmadıkları tam tersine İslam toplumun ihtiyaç duyduğu her alanda en ön saflarda yer aldıkları görülmektedir. Nitekim bir çok savaşta, bir çok tarikat mücahit dervişlerden oluşan kendi alayını kurarak, cihâd-ı sagir dedikleri savaşlara katılmış ve şanlı zaferler elde etmişlerdir. Özetle bu çalışmanın konusu, tasavvufun, İslam tarihi boyunca inşa ve gelişim aşamalarını takiben, sosyal, siyasi, iktisadi, askeri hayata katkıları, kültür ve sanat alanlarındaki üretimlerini aktarmaktır. İslam Medeniyetinin tasavvufla olan deruni bağını ortaya koymak ve tasavvufun bu medeniyete olan katkılarını dikkate sunmaktır.
MELAHAT BEKİ KİMDİR?
1980’de Bingöl’de doğdu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV-Sinema Bölümünden 2002 yılında mezun oldu. 2007 yılında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tasavvuf Bilim Dalında, Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç danışmanlığında hazırladığı “Said Nursi ve Tasavvufi Görüşleri” adlı Yüksek Lisans çalışmasını, 2014 yılında Prof. Dr. Süleyman Derin danışmanlığında hazırladığı “İbn Atâullah, Hikem-i Ataiyesi ve Hikem Geleneği” adlı doktora çalışmasını tamamladı.
1997 yılından bu yana gazeteci olarak çalışan yazar, Ulusal Bir Televizyon kanalında haber editörü olarak görev yapmakta, akademik ve ilmî çalışmalarına devam etmektedir.