Şehzadeler Mektebi: Heybeliada Deniz Lisesi
Jeopolitikçi ve Stratejist Dr. Nejat Tarakçı, Şehzadeler Mektebi'ni yazdı.
İstanbul’a çok yakın olan ve tarihte Prens Adaları olarak bilinen adaları zannederim bilmeyen yoktur. Bunlardan Heybeliada’yı tarihsel, kültürel ve bilimsel anlamda farklı bir yere koymak gerekir. Şarkı sözlerine de girmiş bu adanın Türk tarihindeki en önemli yeri Bahriye Mektebine ev sahipliği yapmış olmasıdır. Teknolojik yeniliklerin deniz kuvvetleri üzerinden ülkemize girdiği düşünülecek olursa bu ilim ve irfan mektebinin de önemi böylece ortaya çıkar. Bu okul aynı zamanda siyasi tarihimizin de bir aynasıdır. Çünkü okulun eğitim sistemi, o dönemde Osmanlı Devletinin hangi ülke ile ilişkileri iyi ise ona göre belirlenmiştir. Ayrıca Heybeliada Bahriye mektebi belki de yabancıların doğrudan uzman, öğretmen ve yönetici olarak görev aldığı ilk sırada gelen okullardandır. Benim bu yazımda vurgulamak istediğim husus, 19.yüzyıl ortalarından sonra hızla gerileyen, eriyen bir imparatorluğun askeri eğitimini yabancılara bırakmak zorunda kalmasıdır. Bilim ve teknoloji üretemeyen bir devletin bunu yapması da en azından bir başarı olarak değerlendirilebilir. Çünkü Osmanlı yönetimi, yaşamak ve hayatta kalmak için bunun gerekli olduğuna inanmıştır. Bu okulda eğitilen subaylar, Cumhuriyet donanmasının da çekirdeğini oluşturmuşlardır. Eğitim ve iyi eğitilmiş kişiler bir ülkenin en değerli mirasıdır. Heybeliada Bahriye Mektebi, Osmanlı döneminde İngiliz ekolü ile Alman ekolü arasında kalmıştır. İstiklal Savaşı’ndan sonra da İngiliz ekolünün uygulamalarına bir süre daha devam edilmiştir. O dönemde yabancılar da Türk öğrencileri kendi kültürlerine adapte etmek için İstanbul’da açtıkları okullarına çok önem veriyorlardı. Sizlere bütün bu olanları emekli bir askerin anılarından aktarmak istiyorum. Anılarda bazı tarihler eksik veya yanlış olabilir. Ancak yaşananlar doğrudur ve sanki canlı gibi okuyucunun huzuruna gelirler. Bunları okuyucu takdir edecektir. Sizleri emekli Albay Şerafettin Erdem’i minnet ve rahmetle anarak anıları ile baş başa bırakıyorum.
Osmanlıda Eğitim Sistemi
Erkek çocukları 5-6 yaşlarına girince giydirilip kuşatılır merasimlerle sübyan okuluna başlardı. 5 sene okurlardı, buradan sonra iptidai adı verilen okula geçerlerdi. Bugünkü ilkokul ile ortanın karışımı bir mektep, 6 senede bu okul sürerdi. İptidai okulu bitince idadi, sultani, darülfünun ( ortaokul, lise, üniversite) olarak derecelenmiş bir eğitim sistemi vardı. I. Cihan Harbi devam ediyor ve İstanbul geceleri havadan bombalanıyordu. Sonra gündüzleri de başladı. Bu sıkıntı içinde bitirdim iptidai okulu. Harp son buldu amma İstanbul işgal (16 Mart 1920) oldu. 40 gün ara ile annem babam daha ben 9 yaşında iken vefat etmişlerdi, elimden tutacak bana yol gösterecek kimse yoktu. 3-5 arkadaş düşündük taşındık nerden geldi aklımıza bilmem, Tophane'de İtalyan Sefareti yanında bir İtalyan Mektebi varmış bankacı yetiştiren bir kolejmiş oraya girelim dedik. Gittik bulduk yazıldık. Bu mektebi okuyoruz. Mektepte Rum, Arnavut, Yahudi en az da İtalyan çocukları vardı. Biz Türk çocuklarının sayısı 8-10'dan fazla değildi. İtalyanlar Antalya'yı işgal etmişlerdi. Sınıfta koca bir çerçeve içindeki Anadolu haritasında İtalya bölgesi, Avrupa haritasındaki İtalyan devleti rengine boyalı ve üstünde de İtaliano di Antalya yazısı vardı; yani İtalyan Antalya’sı. Bugün bile acı acı hatırlarım. İtalyanların sayılı milli günlerinden biri idi. Bu günden bir gün evveli öğretmenimiz bu hafta sizi pazara gezmeye götüreceğiz, evlerinize söyleyin topunuzu, uçurtmanızı, bisikletinizi beraber götürebilirsiniz demez mi? Sevindik. Mektepten öğretmenlerle beraber topluca çıkıp Galata rıhtımına kadar yürüdük. Orada balıkçı gemilerine dolduk yine marşlar söyleyerek boğaza demirli İngiliz-Fransız gemilerini yalıya yalıya geçip bilhassa İtalyan gemileri etrafında turlara başlayıp viva İtalya (yaşasın İtalya) bağırtıları ile bizi Beykoz çayırına götürdüler. Bu olay bir kaç kez tekrar etti. Beykoz çayırına geldiğimizde ise kazanların kurulmuş olduğunu görür, pilavları, etleri, helvaları hazır bulurduk. Dalardık oyunlara akşama kadar harap olurduk eğlenceden. Çok geç anlayabildim bu külfetlerin iç yüzünü, İtalya gözünü dikmiş canım Anadolu’muza geldim gitmem diyormuş bize. İyice yerleşmesini de, İtalya'yı seven insanlar hazırlıyorlarmış. Bunun için de daha çocuk yaşlarda iken aşı yapıyorlarmış bize. Okulda Türk çocuklarına adeta göze batacak kadar değişik muamele yaparlardı. Çocukluk bu, bazen çatışmamız Rum, Yahudi çocukları ile teneffüs arasında dövüşmemiz olurdu. Haksız da olsak hep haklı çıkarırlardı bizi. Türk çocuklarına yani bize başka bir bakış bir itina vardı. Türk çocuklarına, işte şurada ne kaldı, okul bitecek sizi Banka di Commerciale İtalya’ya göndereceğiz ve orada bankacı olacaksınız, İyi, hem de çok iyi bir iş bulmuş olacaksınız diye telkinlerde bulunmaya başladılar. Biz üç kafadar yine bir gün baş başa verdik ne oluyor yani. Bunlar bizi İtalya'ya mı kaçıracaklar? Olur, mu böyle şey gelin terk edelim bu mektebi diyerek 4 senelik İtalyan Kolejini bitirmemize 4-5 ay kala terk ettik. Anadolu'da İstiklal Savaşı kazanıldı. Türkiye İstiklaline kavuştu. İşgal kuvvetleri geldikleri gibi gittiler, özlemine kavuştu vatandaşlar. Okumak istiyordum ama nasıl, nerede? Dayım nereden duymuşsa duymuş, Heybeli'deki Bahriye Mektebi, geldiği okulu sormadan yaşa başa bakarak imtihanla talebe alıyormuş. Kendine güvenin varsa git, sor öğren dedi. Nüfus cüzdanımı ve en son okuduğum İtalyan Koleji tasdiknamesini (diploma) aldım gittim Heybeli'ye. Kaydolmakta zorluk çekmedim. Yazılı sözlü imtihan üç gün sürdü. Sarıklı hoca önünde tecvit kaidelerine uygun Kuran-ı Kerim bile okuttular. Kısmetmiş kabul olduk okula.
Bahriye Mektebi
Şimdi müsaadenizle o tarihteki Bahriye Mektebi hakkında söz etmek isterim. Sultan Aziz [1](1830-1876) çağırmış nazırları; Bugün dünyada sözü geçen donanma İngiliz Donanmasıdır. Meramım buna eş bir donanma donatmakta. Gemi kendi başına yürümez içine konan adam yürütür. Bu adamlar nasıl yetişmişler ki, İngiliz Donanmasını meşhur etmişler. Gitsinler İngiltere'yi gezip görsünler, bizde de aynısı kurulsun fermanını vermiş.
Ferman efendimizin deyip huzurdan çıkan vezir hemen faaliyete geçmiş. Evvela İngiltere ile anlaşarak Amiral Gambel’i büyük bir salahiyetle ve beraberindeki uzman heyetle Türk Donanmasının başına geçirmiş. Bu zat, Türk Bahriyesinde büyük ıslahat yapacak ve Türk Bahriyesine kendisini sevdirecektir. O günkü bahriyeden okulda uzun seneler hizmet etmiş birçok talebe yetiştirmiş olan İbrahim Aşki Bey idaresinde bir heyet seçilerek İngiltere’ye gönderiliyor. Orada günlerce kalmışlar. Bilhassa mektep programlarından edindikleri esasları gelip Bahriye Nezaretine arz etmişler. İşte biz mektebe girdiğimiz tarihte bugünkü Heybeliada Deniz Lisesinde bu esaslar vardı. Evvela okulun adından başlamışlar işe, İngiltere'de Naval Collage sözündeki Naval (deniz) iyi de kolej ters gelmiş olacak ki, mektep münasip görülmüş ve Bahriye Mektebi İsmi verilmiş. Ders programı da aynen alınmış. Programa bakıldığında denizciye yararlı olacak konuların ve en pratik usullerin seçilmiş oldukları görülür. Bugün okullarımızda geçerli olan bazı bilgiler ise mümkün olduğunca o dönemdeki ders programlarından çıkarılmıştı. Mesela ben martı kuşu uçar, ayakları perdelidir yüzer, balık yer bilirim ama dünyada kaç çeşit martı var, nerelerde hangi cinsler bulunur, yavrusu ne kadar sonra uçar bilmem. 40 senelik hizmet sürem içinde de keşke bilseydim demedim, lazım da olmadı. Bugün sivil liselerde okuyan bir öğrenciye belki doktor olur diye İnsan vücudunu tepeden tırnağa en ince detaylara kadar öğretmeye kalkmak hem çocuğun lüzumsuz öğrenmesine ve hem de öğretilen zamana yazıktır diye düşünürüm. Mazur görülmemi rica ederim. Bu çocuğa baş, kafa, kol, beden, bacak hakkında sadece ve genel bilgi ile iktifa edilip ilerde seçeceği meslekte ihtisas sahibi olacağı kolun ipuçları öğretilmelidir. İşte İngiltere'den alınan Bahriye Mektebi ders müfredatları bu esaslar içinde hazırlanmış olacak ki, giriş imtihanlarında başarılı olanlar yaşlarına göre evvela namzet (aday) 1 ve 2 sınıf olarak okurlar 1 veya 2 sene sonra mektebin asli sınıflarına geçerlerdi. İşte biz mektebe girdiğimiz tarihte bu esaslar vardı.
Daha mektebe kayıtta sınıflar belirlenirdi. Tahsil süreleri, Güverte Tahsili; ilk İki sene namzet, üç sene birinci sınıf olmak üzere toplam beş sene, Makina Tahsili, İki sene namzet, dört sene birinci sınıf olmak üzere toplam altı sene idi. Sonradan levazım ismini alan kâtip sınıfı ise iki sene idi. Senelik tatil yoktu. Dersler üçer aylık sürelerle bütün sene devam ederlerdi. Her üç aylık süreye devre denirdi. Bir devrede bir dersten kırık not alan talebe kaydı şartla devam ederdi. Bir devrede iki dersten kırık not alan talebe mektepten çıkarılırdı. Yaşı müsait ise askere sevk edilirdi. İki devre birbiri ardına bir dersten kırık not alan talebe de mektepten çıkarılırdı. Güverte Makina sınıfları için yukarıda yazılı süreler dolunca deniz talebesi rütbesi ile mektep gemisine çıkılırdı. Bir sene stajdan sonra sadece şapkanın arması ve yakadaki beyaz arması ve yakadaki beyaz sırma sarı sırma ile değişerek mühendis yani talebe ile subay arası bir sınıfa geçilirdi. Bu rütbede bir sene staj gördükten sonra ise kola bir şerit sarılarak mülazım (teğmen) rütbesine ulaşırdı.
Cumhuriyetin ilk mezunu olan bizim sınıftan sonra bu sistem değişmiş, Heybeliada mektebi lise sistemine geçirilmiştir. Güverte birinci sınıfa 16 arkadaş girdik. Hilafet kaldırılmıştı.[2] Sınıfımıza saraydan bir şehzade geldi. 17 olduk. İçimizde Kadıköy, Galatasaray Sultaniyelerinden yani liselerinden, Bebek Robert Kolej'den gelen arkadaşlar da vardı. Derslere başlamamızdan üç ay sonra arkadaşlardan biri ben burada okuyamam dedi ayrıldı. Bir diğeri ilk devreyi kaydı şart ile geçmişti, ikinci devrede tekerrür edince mektep talimatı gereğince ihraç edildi. Bir sabah kalktığımızda şehzadenin de olmadığını anladık, gece gelen bir İngiliz gemisi İstanbul'dan aldığı padişah artıkları ile beraber almış götürmüş. 14 kişi kaldık. Adı Ziya olan bu şehzade arkadaşımızın yaşı bizden biraz fazla idi. Yakışıklı, güzel fakat çok gururlu bir tipti. Bizimle konuşmazdı. Kolunda şerit vardı, yani teğmendi. Şehzade Ziya, eskiden padişahların mektebe geldiğinde misafir edildikleri özel dairede yer içer kalırdı. Yemekhaneye bizim ile gelmezdi. Öyle bir hevesle çalışıyoruz ki, deniz talebeliği elimizin ucunda, yakında teğmen olacağız. Tam bu sırada Almanya'dan emekli amiral Von Gagaren kalabalık bir kadro ile geldi. Beraberinde emekli Alman subaylar vardı. Topçu, Torpido, Seyir, Muhabere uzmanları Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Donanmasını Alman esaslarına göre eğitecekler, bu suretle İngiliz formülü bitmiş Alman sistemine girmiştik. Almanlar güverte subay tahsil süresini az bulmuş. Programlarda bir tadilat ve bizim sınıfa bir sene daha tahsile devam çıkmaz mı? Okuyoruz, beklenen bir sene dolmamıştı henüz. Bir gün tabura alındık. Sınıf subayı geldi, çocuklar dedi mektep tahsili bitti. Kartal'dan biraz sonra bir vapur gelecek bu vapura yetişecek, İstanbul'a mektep gemisi Berk’e gideceksiniz emrini verdi. Ne merasim, ne uğurlama nede bunca sene bizlere ilim aktaran hocalarımızın bile elini öpemeden vapura zor yetiştik. Berk gemisi hangi sınıf ne tip olduğu bilinen bir gemi Komutanı Binbaşı Âdem Bey, II. Komutan İhsan Naci Bey Almanya'da eğitim görmüş sınıfından evvel terfi etmiş bir zat. Topçu subayı Yüzbaşı Ethem Çevik Bey hepsine rahmetler ederim. Berk gemisi Haliç'te tamirden çıkmış, havuz bakımı yapılmış, mahmuzlu, iki bacalı iki direkli, iki makina, başta ve arkada birer 7,5’luk, omuzluklarda 3,7’lik top, bir kovan başta mahmuzda, bir kovanda iki baca arasında, torpido. Işıldağı da sayarsak başka bir şey yok.
Güverte makina subayı salonları ayrı birer bölme içinde. Gemiye 14 er noksan verilmiş. Biz geldik bu noksanlar tamamlandı. Giydirdiler birer er işbaşı elbisesi ve üçe ayırdılar. Seyir, Makina, Kazan olarak verdiler role numaralarımızı. Başladık tahsile Alman usulü böyle imiş, her ay değişecek role numaralarımız. Haritaya rota çizmeyi, gemiye kumanda etmeyi, manevra yapmayı, toplarda evvela talim, sonra atış yapmayı, torpido atmayı, iskele kurup gemi raspası, gemi bordası boyamayı, kazan önünde fayrabı, makinada manevrayı, yangınlarda gemi söndürmeyi, gemiden gemiye her türlü cihazla muhabere etmeyi bu gemide öğrendim dersem mübalağa etmemiş olurum. Okuduğumuz derslerin ameliyatı idi bunlar. Rahmetler olsun o günlerde bizi yetiştirmek için didinen herkese. Bu eğitim de bitmek üzere idi, biz de mühendislik üniformalarımızı hazırlama zevkinde iken önümüze bir eğitim devresi daha çıktı.
Bugünkü Kasımpaşa’daki Kuzey Saha Komutanlığı boştu. Burada bir mektep açıldı, adı Deniz Çekirdeği Mektebi. Denizde Harbiye Okulu yokmuş. Bu okulda Harbiye muadili değilmiş. Bu sebeple Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı mektebe bu ismi münasip görmüş. Topladık eşyalarımızı Berk’ten, geldik yeni mektebimize. Şuradan buradan tedarik edilmiş bir yatakhane, Heybeli'den alınmış mutfak eşyaları, yemekhane ve yine Heybeli'den gelmiş dershane sıraları ile bir dershaneden ibaret mektep. Bu sefer de giydik piyade eri elbiselerini. Palaska, tüfek getirdiler ayakta olduk bir piyade takımı. Anadolu harekâtından henüz gelmiş Üsteğmen Zeki Teftil Enveri emrinde yağmur çamur karakış demeden koyulduk piyade talimlerine. Okmeydanı'nda, tam altı ay. Bitmedi. Tank ve bomba eğitimi için Maltepe Piyade Eğitim Okulu'na taşındık. Bir ay gidip geldik Kasımpaşa'dan Maltepe'ye. Burada da tanklarla yürüyüş, hendek atlayışı, çeşitli el bombaları ve kullanılış talimleri daha neler neler. Mühendis olabilirdik, gemilerde göreve hazırlanırken bir kurs programı daha geldi çattı, anlatılır gibi değil. Seyir kursu, torpido, top, mayın, telsiz kursu belki de şimdi hatırlayamadığım ne kurslar bir ay, iki ay, üç ay sürelerle sonunda topluca bir imtihandan geçerek mülazım bugünkü ifade ile teğmen şeridini takabildik. Bugünkü Donanmamızın personel çekirdeğini oluşturan bizim sınıflar, işte o tarihte böyle bir turnikeden geçerek, şanlı donanmamızda hizmet verebilmekten her zaman şeref ve iftihar duymuştur. Geçmişlerimize rahmetler olsun. Şunu da ilave etmek isterim ki, teğmen, üsteğmen, yüzbaşılık da geçirdiğim telsiz, torpido, seyir, muhabere ihtisas kurslarında evvelce geçirdiğim bu tarz eğitimlerin faydalarını ne söylesem ifade etmiş olamam.