Avcı: Siyasetin arka bahçesini gördüm
Başmüşavir sıfatıyla Başbakan’ın tüm iç-dış görüşmelerine katılan Prof. Dr. Nabi Avcı: Uluslararası siyaset asla zahirdeki gibi değil. Bunu görmek insana vahşi bir gerçekçilik kazandırıyor. Derin devlet ise çok sığ.
Prof. Dr. Nabi Avcı, 1994’ten yani İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylığından bu yana Recep Tayip Erdoğan’ın iletişim danışmanı. Sekiz yıldır Başbakan Başmüşaviri; çok yakınında çalışıyor, yurtiçi ve yurt dışı tüm gezilerine, görüşmelerine katılıyor. Başbakan kendisine “Nabi Hocam” diye hitap ediyor. Beraber yürünen yolun “Yeni Türkiye”ye açılan bu yeni dönemecinde Nabi Avcı da şapka değiştirdi; yola siyasetçi kimliğiyle devam edecek. AK Parti’nin Eskişehir 1. sıra milletvekili adayı.
Nabi Avcı 1953 Bilecik doğumlu ama herkes onu Eskişehirli bilir. Ortaokul ve liseyi Eskişehir’de bitiren Avcı, ODTÜ’de siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler okuduktan sonra akademik hayata Eskişehir İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi asistanı olarak başladı. Anadolu Üniversitesi’nin kuruluş aşamasında, Açık Öğretimin yapılandırılmasında, İletişim Fakültesinin kurulup geliştirilmesinde görev ve sorumluluk aldı.
Adı akademide efsaneleşen Avcı, daha sonra İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde iletişim felsefesi ve iletişim sosyolojisi dersleri verdi. Kanal 7 televizyonunun kuruluşunda üst düzey yönetici olarak yer aldı; Yeni Şafak gazetesinde yazarlık ve yayın yönetmenliği yaptı. Bombacı Parmenides ve Enformatik Cehalet adlı kitaplarının yanı sıra yayınlanmış çok sayıda çevirisi bulunuyor.
Nabi Avcı ile sokaklarını, caddelerini, meydanlarını, esnafını, kitapçılarını, üniversitelerini, hem yazarçizerlerini ve hocalarını hem futbol takımını iyi bilip sevdiği, emek verdiği, elini üstünden eksik etmediği Eskişehir’de (-ki benim de memleketimdir), tarihi Odunpazarı semtinde buluşup konuştuk. Röportajımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Türkiye’nin tam da kabuğundan çıkıp çok şeye değdiği, dönüştürdüğü ve dönüştüğü şu son sekiz yılda siz de konumuz gereği çok şeye tanıklık ettiniz. Siyasette, bürokraside, uluslararası alanda... Bu tecrübe, değerlerinizde, değerlendirmelerinizde ya da önceliklerinizde nasıl bir değişikliğe yol açtı?
İnsanın düşündüğü, varsaydığı, zannettiği şeylerin aslında ne kadar farklı olabileceğini görüyorsunuz. Özellikle siyasette...
Ece Ayhan mıydı, hani Nilgün Marmara için, “hayatın arka bahçesini görmüştü” diyen?
Biz de bu sekiz yılda, gerek iç siyasetin, gerekse uluslararası siyasetin arka bahçesini kendimize göre gördük sanıyorum... Özellikle uluslararası siyasette... Ekranlara, gazetelere,
demeçlere yani zahire, vitrine yansıyanlarla arka bahçede kotarılanların çok farklı olduğunu; orada, bir arka bahçe gibi, başkalarının görmesinden hoşlanmayacağınız ne varsa hepsinin olabileceğini ve uluslararası siyasette o arka bahçenin ne kadar belirleyici olduğunu gördük.
Aklıselim ve teenni gerekiyor
Bu, umutsuz mu kılıyor insanı?
Vahşi bir gerçekçilik duygusu kazandırdığını zannediyorum. Bu sekiz yıl uluslararası ilişkiler açısından çok sakin bir dönem de değildi. Kıbrıs meselesi, bölgesel ilişkiler, Gazze, Mavi Marmara... Bunların her biri, o arka bahçede ittirilmiş bastırılmış gizlenmiş bazı farklı dinamiklerin nasıl alttan alta işlediğini gösteren şeyler. O bakımdan bir gerçekçilik duygusu veriyor. Daha önceleri belki daha romantik, daha iyimser baktığımız dünyanın aslında ne kadar acımasız ve dikkatli olmayı gerektiren bir dünya olduğunu, aklıselim ve teenniyle davranmayı gerektirdiğini görüyorsunuz. Bu benim için önemli bir fark.
Siyaset bir tür farz-ı kifaye
Ya iç siyaset bakımından...
Orada da bir arka bahçe var tabii.. Hani eskiden ‘derin devlet’ diyerek herşeye rağmen, kendi içinde bir derinlik, bir homojenlik atfettiğimiz.. Şimdi onun meğer ne kadar da sığ ama ne kadar da yaygın, şuursuz ve herkes için tehlikeli olduğunu da görüyorsunuz. Siyasetçilere gelince.. Şu an bulunduğum konumdan bunu söyleyince çok inandırıcı gelmeyebilir ama ben öteden beri, Ankara’ya gitmeden önce de, siyasetin ne kadar zor bir iş olduğunu ve sivil toplum kuruluşları dahil siyasetle uğraşan herkesin, siyasetçilerin, milletvekillerinin - parti ayrımı gözetmeksizin söylüyorum- bir tür farz-ı kifaye gibi hepimizin üstündeki yükü alan, fedakârane bir iş yapmakta olduklarını düşünürdüm. Ankara’da bu fikrim daha da pekişti. Siyasetçilerin insanların zihninde tuttuğu yer öyle çok parlak değildi ve ben siyasetçilerin bunu hak etmediğini düşünüyordum, şimdi daha çok öyle düşünüyorum. Siyasetçilerin ortalama algıdaki yerinin daha yukarılarda olması gerekir.
Mesele yanlış tartışıyor
YSK krizi dolayısıyla da gördük ki Kürt meselesi ve PKK’nın silahsızlaştırılması acil çözüm isteyen, ertelemeye tahammülü olmayan bir mesele. Cumhuriyet tarihi boyunca ilk kez devlette bu konuda bir paradigma değişikliği oldu, AK Parti hükümeti Kürt meselesinin çözümüne yönelik politika oluşturdu, adımlar attı. Ancak meseleyi çok içerden ve yakıcı yaşayanlarca bu adımlar yeterli, tatmin edici gibi algılanmıyor, bilakis çözümde geri adım atıldı gibi algılanıyor. Sizin görüşünüz ne, çözümü nerede görüyorsunuz?
Türkiye’de siyaseti konuşan insanlar arasında şöyle bir yanlış anlayış var: Bir takım sorunların, orada bir yerlerde hazır bir çözümü var ama ya insanlar kötü niyetli, ya akılsız, ya da beceriksiz oldukları için, orada öyle hazır bekleyip duran, o güzelim çözümü bir türlü getirip uygulamıyorlar. Sanki bunun, raflardan birinde paketlenmiş bekleyen bir ideal çözümü var aslında...
Onu o raftan indirip bir uygulayıversek sorun çözülecek ama ya birileri elimizi tutuyor, ya rafa erişmeye boyumuz yetmiyor ya da birileri o formüle başka şeyler kattığı için o formül bozuluyor, çözüm gelmiyor, sanılıyor. Bu sadece bu meseleyle ilgili değil. Pek çok siyasi, ekonomik, kültürel, toplumsal soruna bakışımız üç aşağı beş yukarı bu...
Ama ne yazık ki gerçek hayatta öyle bir şey yok. Evet, siyaset sorun çözme sanatı, doğru, ama bu bir süreç. Bunun sihirli, kitabı açtığın zaman öğrenebileceğin formülleri yok. Hayatın içinde adım adım işleyen, hep ileri doğru da işlemeyen, zaman zaman yine öngördüğün çözümün selameti için geri adımlar da atmanı gerektiren, dinamik bir süreç çözüm süreci.. Yanlış varsayımlardan biri de sorunların çözülüp ebediyen biten sorunlar olduğu.
Böyle bir şey de yok. Sizin şimdi sorun diye tanımladığınız şey, attığınız adımlar, yaptığınız açılımlarla, yatırımlarla, düzenlemelerle büsbütün ortadan kalkmıyor ki... Belki başka bir düzleme taşınıyor. Derken başkaları bunu yeni bir sorun olarak da görebilirler. Dolayısıyla hayatta böyle farklı düzlemlere taşınan, yoğunluğu azalan çoğalan bir akış var. Sorunsuz bir dünya yok ama çözümsüz bir dünya da yok.
Kürt sorununda çözüme yakınız
Kürt meselesinde gelinen noktayla ilgili ne denebilir peki, sorunun seviyesi yükseldi mi sizce de?
Çözümün de seviyesinin yükseldiğini söyleyebiliriz. Şu konuşmayı on sene evvel hayal bile edemezdik. Bir gazeteci bir siyasetçiye, bu soruları bu terminolojiyle sormazdı. Bu terminoloji bile yoktu o zamanlar. Halbuki şimdi böyle bir terminolojimiz var ve bu, sorunu, alt yapısını, arka planını daha yakından anlamaya başladığımızı, başta sorunun adı olmak üzere farklı tanımlarla, farklı terimlerle ve dolayısıyla farklı çözüm önerileriyle de düşünmeye, tartışmaya başladığımızı gösteriyor.
Dolayısıyla evet, daha iyi bir durumdayız. Şimdi yeni bir dönemin eşiğindeyiz. Yeni anayasayla birlikte herkes bu sorun da dahil, bütün sorunlarımızın çözümü için neler yapmak gerektiğini konuşmaya başlıyor. Bunların içinden bir şey çıkacak. Sonra yeni sorunlarımız ve yeni çözümlerimiz de olacak.
Başbakan ortak akla inanır
Çok çalışma arkadaşı var ama Başbakan “tek adam” görüntüsü veriyor. Karar süreçlerinin tanığısınız, Başbakan nasıl karar alıyor?
Başbakan kendi kararı gibi görünen o kararları oluştururken çok geniş bir mekanizmayı işletir, sürekli işletir. Ama daha sonra, karar teşekkül ettikten sonra, o istişari sürecin sonunda varılan kararın sözcüsü tabiî ki Başbakan’dır. Ama işte o geniş istişare ile veya kendi deyimiyle ortak akılla alınan kararları ilan ederken, Başbakan’ın kararı sahiplenişindeki vurgu, zaman zaman sanki o karar münhasıran kendi kararıymış, o kararı kendisi tek başına almış gibi algılanmasına neden olabiliyor, oluyor.
Sekiz yıllık istikrarıma şaştım
Başbakan’ın günlük tuttuğunu biliyoruz, Başbakan danışmanı Yalçın Akdoğan’ın da. Siz de okuyan, yazan, hatırat seven birisiniz. Siz yazdınız mı yaşadıklarınızın kaydını?
İnsan, çok tarihi olduğunu düşündüğü olayları yaşarken veya geriye dönüp baktığında o olayın pek çok şeyi ne kadar değiştirdiğini gördüğünde bunların yazılmaya değer olduğunu düşünüyor ama ben onlar kadar sistematik yazmadım.
Daha önce Hasan Celal Güzel’e, Yıldırım Akbulut’a, Turgut Özal’a da danışmanlık yaptınız. Bu son tecrübeyle birlikte kendinizde bilmediğiniz ne öğrendiniz ve şaşırdınız?
Kendimdeki istikrara şaşırdım bir kere. Baştan, sekiz yıl boyunca bu işlerle uğraşacaksın, deselerdi pek gözüm kesmezdi açıkçası, sekiz yıl kalabileceğimi.
Es-Es’in taraftarı çok özeldir, şairi bile var
Siyasetin hem içindeydiniz hem de dışında. Şimdi ise tam da göbeğindesiniz. Bu değişikliğin karşılığı nedir, ne olacak sizde?
Fazla bir alan kayması hissetmiyorum. Zaten bildiğimiz, içinde olduğumuz ama etiketimizin farklı olduğu bir alanda yine bir şeyler yapmaya, çalışmaya devam edeceğiz.
Sizin için “fikri anlamda liberal, yaşantı olarak muhafazakâr” deniliyor?
Muhafazakârlıktan, liberallikten ne anladığınıza bağlı. Düşüncede liberal olup da yaşantıda nasıl muhafazakâr olunur, karışık iş. Bir tarafı siyasi bir tanım, bir tarafı tutumsal. Kimseyi böyle muğlâk herkese göre değişen terimlerle tanımlayamayız. Tanımlamamalıyız.
Peki. Eskişehir adaylığınıza dönelim. Siz milletvekili olunca Eskişehirspor da şampiyon olacak mı? Şaka yapıyorum elbette ama güzel şeyler duymak ben dahil tüm Eskişehirspor taraftarının hoşuna gider.
Bakın size birşey söyleyeyim: Eskişehirspor, Türkiye’de, Beşiktaş gibi, bir hikâyesi olan takımların ön sıralarında yer alır. Esaslı bir taraftar takımıdır. Kurulduğu günden beri, Eskişehirspor’un çok duyarlı, çok özel bir taraftar kitlesi olmuştur. Mesela Haydar (Ergülen) gibi bir şairi bile var Eskişehirspor’un. Böyle adını bir şairle birlikte anabileceğimiz başka bir takım da ben bilmiyorum doğrusu. Şimdi Eskişehirspor yönetimiyle de çok sıcak bir diyaloğumuz var. Stad meselesi, taraftarın da beklentileri doğrultusunda halledilecek inşallah...
Önümüzdeki dönem, altyapı meselelerine de hep birlikte ciddiyetle eğileceğiz. Bakın on yıldır New York’da yaşayan Eskişehir’li bir arkadaşım, Erkut Alkan dün bana bir mail göndermiş, “Eskişehirspor taraftarı olarak güçlü bir altyapı bekliyorum ben. Eskişehir Demirspor pilot takım olabilir, genç futbolcular buradan yetişmeli” diyor. Eskişehirspor’un çok özel bir taraftar kitlesi var derken işte bunu söylüyorum. Adam, on bin kilometre öteden şehrine ve takımına sahip çıkıyor, milletvekili adayına yol gösteriyor.
Eskişehirliler hemşehrileri kabul eder beni
Bilecik doğumlusunuz, Eskişehirli bilinirsiniz..
Çünkü ben Başbakanlık Başmüşaviri olduğum bu sekiz yıl boyunca bir tür “Eskişehir fahri milletvekili” gibi de çalıştım. Eskişehirliler şehirle ilgili bir sorun olduğunda beni de gidebilecekleri adreslerden biri olarak gördüler. Başbakan’ın yakınında, bakanlarla, milletvekilleriyle, diğer karar alma mekanizmalarıyla, bürokrasiyle ilişkileri olan, dolayısıyla şehrin sorunlarının çözümüne katkısı olabilecek biri olarak gördükleri, hemşerileri saydıkları için bana da geliyorlardı. Ben de elimden geldiğince ilgileniyordum. Dolayısıyla şimdi bu fahri vekilliğin adını da koymuş olacağız.
Işınlanmadınız yani Eskişehir’e?
Tabii, Eskişehir hiç soyut bir şehir olmadı benim için. Çocukluğum burada geçti, ortaokulu, liseyi Eskişehir’de okudum. Akademik hayatımın önemli kısmını burada geçirdim. Şimdi her birinin uç verdiği olaylarla, kişilerle, mekanlarla, sorunlarla, söylemlerle karşılaşıyorum. Enteresan bir duygu karmaşası yaşıyorum.
Eskişehir’in farklı dönemlerini yaşadım yani. Ben üniversiteye, Anadolu Üniversitesi kurulmadan önce, Eskişehir İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi asistanı olarak girdim. Anadolu Üniversitesi’nin kuruluş aşamasında, Açık Öğretimin yapılandırılmasında, İletişim Fakültesinin kurulup geliştirilmesinde bir öğretim görevlisi ne kadar görev ve sorumluluk alabilirse o kadar aldım. Kuruluş aşamalarında yer alınca insan, ayrıca benimsiyor. Başbakanlıktayken de Anadolu Üniversitesi gibi büyük bir kurumun bürosu gibiydim. Kendimi üniversitenin bir temsilcisi gibi hissettim.
Kime ait olduğu değil proje önemli
Eskişehir’in hemen çözüm isteyen sorunu ne?
Her yer gibi, Eskişehir’in de çözüm bekleyen sorunları var şüphesiz ama bunlar arasında bir hiyerarşi yapamayabiliriz. Herkese göre değişebilir çünkü. Eskişehirspor taraftarı “ne olacak bu açık tribünün hali, niye kapatılmadı” diyebilir. Başkası da başka sorunu..
Evet, Gündoğdu mahallesinin giriş yolu kapatılmış misal, mahalleli sıkıntıdaymış yol dolandığı için.
Biliyorum, ilgileniyoruz. Daha dün Ankara’da Karayolları 4. Bölge’yle konuştuk. İnşallah o sorun en kısa zamanda çözülecek. Herkes için kendi sorunu öncelikli. Ben üniversiteden gelen biri olarak üniversitenin sorunlarıyla özellikle çok ilgiliyim.
Öğrencilerin iş gücü piyasasına daha avantajlı girmeleri için neler yapılmalı diye çalışıyoruz. Üretime, eğitimli genç nüfusun istihdamına dönük Eskişehir’e özgü projeler geliştiriyoruz. Daha önce düşünülmüş ama şu veya bu nedenle hayata geçirilememiş bütün projeleri tekrar gözden geçiriyoruz. Şunun projesi, bunun projesi diye ayırmadan, hepsine Eskişehir’in projesi diye bakıyoruz. İstihdam tüm Türkiye genellinde öncelikli sorun. Sağlık ve ulaşım konusunda Eskişehir çok şükür iyi durumda.
Eskişehir, fert başına düşen kamu yatırımları bakımından da en fazla pay alan şehirlerden. Hem karayolları, hem hızlı tren gibi demir yolları yatırımları, hava ulaşımı, şehir içi ulaşım bakımından Eskişehir rahatlıyor, daha da rahatlayacak inşallah. Ben de artık bu işlerle, asli vazife olarak da ilgileniyor olacağım.