Görmez: PKK sarıkla halkı aldattı

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez Diyanet’e yapılan medyatik saldırıları anlattı

Görmez: PKK sarıkla halkı aldattı
Görmez: PKK sarıkla halkı aldattı
GİRİŞ 03.02.2016 09:10 GÜNCELLEME 03.02.2016 09:10
Bu Habere 1 Yorum Yapılmış

Ortadoğu adım adım yükseltilen bir mezhep savaşına sahne olurken Türkiye her zamanki itidalini koruyor. Kuşkusuz bunda toplumun ve siyasetin olduğu kadar Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da büyük bir rolü var. İslam’ı olması gerektiği gibi mezheplerin üzerinde tutan, tasavvufi geleneği canlı, gönül gözünü açık tutan bir dini anlayış sayesinde Türkiye, bu cehennemi ateşin dışında kalmayı başardığı gibi, ateşe su dökmek ve söndürmek için de büyük bir çaba harcıyor.

Lakin aynı Diyanet İşleri Başkanlığı, Başkan’ından cami imamına, ilçe internet sayfalarından takvim yapraklarındaki dipnota kadar bir büyütecin de altında tutuluyor. Yalan ve çarpıtma haberlerin konusu haline getirilen Diyanet, Türkiye’yi Ortadoğu ateşine atmak isteyenlerin de medyatik saldırıları altında.

Dün Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez’in davetiyle İstanbul Beşiktaş’taki Ertuğrul Tekkesi’nde bir grup gazeteciyle birlikte güncel konularda söyleştik. Görmez’in anlattıkları pek çok düğümü çözecek nitelikte. 

Bizi Türkiye’deki bütün ailelere kızlarımıza annelerimize babalarımıza karşı mahcup edecek, bizi cevap konusunda bile zorda bırakacak, utandırılacak bir konuda bile haberler yapılıyor.

Anlaşılıyor ki haber önceden üretiliyor. Haber Ankara’da önce çok büyük bir gazetemize götürülüyor. Gazetemiz eski kurul başkanımız Saim Yeprem hocayı arıyor. Hocaya diyor ki biz böyle bir haber yapıyoruz sizin de kanaatinizi almak istiyoruz. Hoca da haberin içeriğini dinleyince diyor ki bu yanlış anlaşılmış bir haber. Bir babanın kendi kızına gayri ahlaki gözle bakması caizdir diye bir şey yok orada diyor. Orada sorulan şu: bir adam böyle bir ahlaksızlığa düşerse kendi aile hayatı, kendi eşiyle nikâhı ne olacak diye sorulmuş ama oradan başka bir şey üretilmiş diyor. O gazete hatayı anlayınca, haberi getirenlere biz bu haberi yapamayız, haber yanlış diyor. Bunun üzerine başka bir gazeteye götürülüyor.

Ayrıca üç gün önce Ankara’da kadın dernekleriyle bir toplantı yaptım. Onlardan öğrendik ki, meğer iki gün önceden kadın derneklerine telefon ediliyor, siz hazır olun, böyle bir durum var, haber gündeme gelince birlikte mücadele edelim diye.

Türkiye’de bu gayretle haber yapıldı, dünya basınına da yansıtıldı. İtalyan Libero gazetesinde manşet yapıldı. Aslında o Vatikan’a servis edilmiş bir yalan haberdi. Aynı yalan haberin Arapçası da Cihan haber ajansı tarafından Arap dünyasına yayıldı.

Bu konuda şimdiye kadar 13 soru sorulmuş Diyanet’e. Hepsinde de bunun patolojik bir sorun, sapkınlık olduğu, hukuka başvurulması gerektiği söylenmiş. 

FETVA DEDİKLERİ FETVA DEĞİL

Diyanet İşleri Başkanlığı kurulurken çok önemli bir tartışma olmuştur Meclis’te. Din işleri başkanlığı mı diyelim din işleri riyaseti mi diyanet işleri riyaseti mi diyelim diye. Bu tartışma o kadar ilmi bilimsel bir tartışmadır ki, bugün bu tartışmayı yapmak zordur. Çünkü İslam dininin ahkami ikiye ayrılıyor. Diyani hükümler, kazai hükümler. Diyani hükümler inanç, ibadet, ahlak ve fetva. Fetva dinin kazai hükümlerine girmez. Diyani hükümleri bizim madim kitaplar şöyle tarif eder: ma beynel abdi vel rabbi. Kulla Allah arasındaki ilişkileri düzenleyen bir şeydir. İkincisi, bağlayıcı değildir. İnsanların vicdanına bırakılır. Diyani olduğu, Diyanet kurulduğuna ve kazai hükümler dışarıda bırakıldığına göre de Türkiye’de bin kişinin aldığı makamın adı müftüdür. Kadı değildir yani. Her ilde ilçede müftü vardır. Bir de din işleri yüksek kurulu kurulmuştur o zaman. 16 kişiden oluşan. 12’si seçimle gelir. Bütün ilahiyat fakülteleri ve bütün diyanetin ortak seçtiği 12 kişidir. Dört kişiyi de diyanet işleri başkanı üniversitelerden atıyor. Fetva, bu 16 kişiden oluşan din işleri yüksek kurulunun bir araya gelip bir konuda fetva verdiği zaman o fetvadır. Yoksa bir uzmanın, bir imamın bir soruya verdiği cevap fetva değildir. O bir soruya o kişinin kitaplara bakarak verdiği cevaptan ibarettir.

Diyelim ki organ nakli tartışılıyor. Din İşleri Yüksek Kurulu’nun organ nakli caizdir şeklinde verdiği fetva İslam dünyasında benzeri kurumlar arasında verilen ilk fetvadır. Bu fetva verildiğinde Suud’daki Kuveyt’teki kurul buna karşı çıktı ama on sene sonra onlar da bu karar vardılar. Dolayısıyla Din İşleri Yüksek Kurulu böyle ciddi bir kuruldur. 

Din işleri Yüksek Kurulu 16 kişiden oluşur. 16’nın 10’u profesör. Fıkıh, hadis, tefsir profesörü, sosyolog gibi farklı branşlar da var aralarında.

Dolayısıyla Diyanet bir konuda fetva yayınladı dediğinde aslında bu 16 kişinin bir araya gelip günlerce konuşarak verdiği bir fetvadır. Diyelim ki 12 Eylül’de başörtüsünün dindeki yeri nedir diye sorulmuştur ve din işleri yüksek kurulu o konuda fetva vermiştir. Diyelim ki bir vatandaş telefon etti, bir konuda soru sordu. Cevap aldı. Bu Diyanetin fetvası değildir. 

Daha evvel diyelim ki 1943’te, 63’te verilmiş fetvaların da hükmü bağlayıcılığı yoktur. Çünkü fetva fetha kökünden gelir. Fetha genç demektir. Fetva olabilmesi için bir hükmün yeni olması, güçlü olması, genç olması lazım. İçtihat kelimesiyle birbirine çok yakın kavramlardır.

DİYANET’E MEDYATİK SALDIRILAR

Gezi olayları yaşanırken bir gazeteci dostumuz Diyanet’i arayıp soruyor. Alo Fetva diye bilinse de biz ona “dini soruları cevaplandırma platformu” dediğimiz hattı. Hocam ramazan günü, oruçtayız, biber gazı yutmak orucu bozar mı? O da bozmaz diyor. Ertesi gün üç gazetemizin manşetiydi. “Diyanet’in biber gazı fetvası”. Yahut 17-25 Aralık olmuş. Israrla şu işleri yapmak hırsızlık yapmak caiz mi? Anlıyoruz tabi ne yapılmaya çalışıldığını. Yoksa ne Diyanet’e, ne herhangi bir dine sorulmaz hırsızlık günah mı diye. Hırsızlık bütün dinlerin en büyük yasaklarından. Cevap verilmeyince bu defa kılık değiştirip şunu soruyorlar. Hocam lades oynamak haram mı? Bizimkiler de saf saf soruyorlar “bahiste para var mı? Varsa caiz değil”. Bu defa da “Hırsızlığa ses çıkarmayan Diyanet lades haramdır diye fetva yayınladı” diye haber yapıyorlar. Bu çok kötü bir şey. Biz hakikaten kendimizi çok aşağılanmış hissediyoruz.

YANLIŞ ALEVİLİK ALGISINI DEĞİŞTİRDİK

Alevi vatandaşlarımızın taleplerinin karşılanmasını çok önemsiyoruz. Türkiye’deki Sünni toplulukta, çoğunlukta Alevilerin talepleri konusunda herhangi bir negatif algı ya da tepki yok, bizim görebildiğimiz kadarıyla. En fazla Diyanet içinde, akademi çevrelerinde “inanç bütünlüğümüzü kaybeder miyiz” tedirginliği var ama toplumda yok. Yanlış algı ve iftira boyutundaki yanlış bilgiler geçmiş dönemlerde vardı. Diyanet olarak toplumsal algıyı değiştirmek, dönüştürmek için 2003 yılında başladık çalışmaya. Önce cami içini düzenledik. Camide kullanılan dili bilgiyi güncelledik, Diyanet elemanlarına eğitimler verildi. Daha kuşatıcı bir dil inşa etmeyi amaçladık. Alevi nüfusun çoğunlukta olduğu şehirlerde görev yapan Diyanet elemanlarına öncelik verdik. Daha sonra cami dışına çıktık. Biliyorsunuz Alevilik şifahi kültüre dayalıdır. Var olan yazılı kaynakların dolaşıma girmesi için kütüphanelerde araştırmalar yaptık. İstedik ki yazılı kaynaklarda çok sayıda olan ortak noktalarımız bilinsin, okunsun. Arnavutluk’taki kütüphanelerden kitapları bulduk ve her birinin orijinal basımıyla birlikte günümüz Türkçeye çevirisini de yayınladık. Yayınlarken de Alevi vatandaşlarımızda herhangi bir tedirginlik olmasın, itimat edilsin diye 12 Alevi büyüğünün ayrı ayrı onayını aldık. Buna rağmen ilk başlarda bir tepki oluştu ne yazık ki.

Daha sonra okullardaki ders kitaplarında yanlış bilgilerin değil doğru bilgilerin yer alması için çalıştık.

Türkiye’de 12 Alevi ocağı vardır. Bunlar mürşid, pir ocaklarıdır. Ve bize göre onların talepleri çok, çok önceden karşılanmalıydı. Bu kadar geç kalınmamalıydı. Çünkü geç kalındıkça ve kırsaldan kente göçle birlikte Alevi ocaklarının etkisi azaldı, şehirli yeni örgütlenmeler oluştu. Ve Almanya başta olmak üzere dışarıdan da Alevilik üzerinde toplumsal mühendislik çalışmaları oldu.

TÜRKİYE’DEN SELEFİLİK ÇIKMAZ

Bu son görüşmede Hamaney bana bir metin göstererek bir şey sordu. Dedi ki “Bunu arkadaşlar Farsçaya çevirip bana getirdiler. Muharrem ayında sizin bütün camilerde okuttuğunuz bir hutbe imiş, merak ettim kaç camide okundu, hiç reaksiyon gelmedi mi diye” dedi.

“Evet, o hutbeyi ben yazdım” dedim. “Türkiye’de 90 bin camimiz var, hepsinde okundu ve hiçbir reaksiyon da gelmedi, gelmez. Demek ki size Türkiye’deki Anadolu’da yaşanan İslam’la ilgili size eksik bilgiler gelmiş dedim. Bizim Anadolu’da birlikte inşa ettiğimiz İslamiyet’e ehlisünnet deniyor. Evet, ana yolumuz ehlisünnet. Fakat bu ehlisünnetin üç önemli özelliği var dedim. Birincisi Ehlibeyt sevgisine içkindir. Yani bir Şii’de var olan ehlibeyt sevgisini ifrattan ve tefritten arındırırsanız tamamı bizim ehlibeyt geleneğimizde var. Onun için Anadolu’da biz hiçbir zaman Şiiliği İslam’ın dışına itmek gibi bir şey olmamıştır.  Ben Antepliyim. Çocukluğumdan itibaren bilirim ki Antep’te Cuma geceleri sala verilir ve sala arasında “şehidi Kerbala’sın ya Hüseyin” denir. Muharrem, Kerbela, Aşura bunlar bizim ortak değerlerimiz.

İkinci özelliğimiz, biz irfan geleneğini, tasavvuf geleneğini takip ederiz. Bizden selefilik çıkmaz. Ertuğrul tekkesinde konuşuyoruz. Zikir musiki ve kahveden aynı anda söz ediyoruz. Bir körfez ülkesindeki İslam anlayışında bu muhabbeti yapamazsınız. Bizde irfan geleneği, ehlisünnet geleneği içine yerleşmiştir.

Üçüncü özelliğimiz de, akıl ve hikmet geleneğidir. Bizde nasıl ve niçin soruları sorulmadan inancımızın esaslarını belirlemeyiz.

Dolayısıyla bizim Diyanet olarak yapacağımız ve yapmak istediğimiz şey, bu ortak değerleri nasıl ayakta tutarız. Bu olduğu zaman ortak dil ortak zemin oluşur, o zaman birbirimizle daha rahat konuşur anlaşırız diye düşünüyoruz.   

Hamaneyin gösterdiği hutbe: muharrem ayında Kerbela’yı Aşura’yı anlatan bir hutbe okuyoruz birkaç yıldır. Daha önce Muharrem’i Kerbela’yı aşurayı anlatırken mümkün olduğu kadar doğrudan Kerbela demeden, hz. Nuh’un gemisinin kurtulduğu gün, Hz. Adem’in tekrar affedildiği gün… diye anlatılırdı. Halbuki birlikte yaşadığımız vatandaşlarımızın da, Şii dünyada yaşayan Şii kardeşlerimizin de bu konudaki düşüncelerini de dikkate alıyoruz artık. Kerbela bizim ortak hüznümüz, ortak acımız, ehli beyt muhabbeti bizim ortak muhabbetimiz, teması üzerinde duruyoruz. Hamaney’in sorduğu hutbenin içerdiği de buydu.

PKK BİRİLERİNİN BAŞINA SARIK SARIP HALKI ALDATTI

Bölgede “hendek kazmak sünnettir” diyen ve medyaya “PKK imamları” diye yansıyanların hiçbirisi bize bağlı değil, dini bilen, Kur’an ve sünnet hakkında bilgisi olan kimseler de değil. Üzülerek belirteyim, son birkaç yıl içinde PKK terör örgütü dini kullanmak için pek çok insanın başına sararak belediyelerde iş verdi. Ve kendi dini örgütünü onlar üzerinden kurmaya çalıştı ve dini ideolojik olarak kabul etmediği halde halkı din üzerinden aldatmak için dini, çok çirkin bir yönteme başvurdu. Bunların pek çoğu klasik medreselerde, sadece birkaç gramer kitabı okumuş cahil insanlar. Hâlbuki o bölgede çok büyük âlimler gelenekler var. Bu geleneği bilen o büyük âlimlerden herhangi birisinin böyle herhangi bir açıklaması olmadı.

TÜRKİYE’NİN ÜÇ MESELESİ

Ülkemiz ateş çemberiyle kuşatılmış vaziyette. Şu üç konuyu behemehal çözmemiz gerekiyor.

Birincisi, siyaset üzerinden aşırı ayrışma. Toplumun katmanları arasına kin nefret öfke gibi kavramların asla girmemesi için yapılması gerekenler var.

İkinci, terör meselesi, Kürt meselesi  

Üçüncüsü de Alevilik meselesi.

DAEŞ ELİYLE İSLAMIN GENLERİYLE OYNUYORLAR

İslam dünyasında daha çok siyasi ve iktidar mücadelelerinin mezhep ihtilafına dönüşerek bir bölünme parçalanma ve şiddet söz konusu. DAEŞ gibi terör örgütleri eliyle İslam dininin adeta genleriyle oynanıyor. İslam’ın o medeniyetler üreten ana yolu bir takım nevzuhur tezahürlerle, nevzuhur dini hareketlerle adeta işgal ediyor. Böyle bir dünyada ve böyle bir Türkiye’de Diyanet işleri başkanlığı giderek önem kazanıyor. Önümüzdeki 5-10 yıl içinde daha da önem kazanacak gördüğüm kadarıyla. Çünkü bizim dışımızdaki dünyada din meselesi ve din hizmetleri meselesi bir güvenlik meselesine dönüştü. Ama bizim hem ülkemizde yürüttüğümüz meseleler hep sağduyunun barışın itidalin merkezi oldu hem de farklı dünyalara taşıdığımızda da öyle oldu. Diyelim ki Rusya Müslümanları dini bilgiyi bizden aldıklarında da barışı ortaya taşıdılar orta Asya’ya da Afrika’ya da Balkanlar da öyle Latin Amerika da öyle. Başka yerlerde Selefilik ve Şiilik kavgası baş gösterince herkes Diyanet’e yöneldi. Bizim çağrımız barış oldu. Ben New Caladonya diye bir yer bilmiyordum, Crismis adaları diye bir ülke bilmiyordum. Vietnam’a diyanet imam gönderecek denseydi on yıl önce inanmazdım. Haiti’de diyanetin merkezi olacak denseydi ben de şaşırırdım. Ama dünyada meydana gelen hadisiler dünyadaki Müslümanları Türkiye tecrübesine yöneltti. Bu noktada diyanet çok önem kazandı. Fakat belki de bizim de taksirlerimiz vardır mutlaka, bir taraftan da kendimizi kendi medyamıza anlatmakta zorluk çekiyoruz doğrusu.

DİYANET’İN ÖNEMİ DE DİYANET’E SALDIRILAR DA ARTIYOR

Diyanet bu haliyle yoluna devam edebilir. Madem bu kadar önemli bir kurum haline geldi. Bir defa aşamalı olarak daha özerk bir yapıya kavuşmasının hem ülkemiz açısından hem bölgemiz hemde dünyamız açısından daha önem kazandığını düşünüyorum.

Diyanetin kamu tüzel kişiliği yok. Diyanet mesela kendisine saldıran herhangi bir kişiyi mahkemeye veremiyor. Çünkü kamu tüzel kişiliği yok. Ancak başbakanlık karar verecek o müracaat edecek. Yahut, herhangi bir caminin sahibi değil Diyanet. Vatandaş camiyi yapar, hazineye devreder. Diyanet oraya sadece imam gönderir. Camilerin bazılarının sahibi kültür bakanlığıdır, bazılarının sahibi vakıflar genel müdürlüğü, bazılarının sahibi köy tüzel kişiliğidir.

Ayrıca din eğitimi ve hizmeti kültürü üreten tarihsel ve geleneksel vakıfların Diyanet’in dışında olması doğru mudur? Bunları konuşacağımıza ya takvim yapraklarından bulunmuş bir kelime dolayısıyla manşetlerde buluyoruz kendimizi ya da ilçe müftülüğümüzün sitesinde 15 sene önce yazmış bir cümleden dolayı bazen de Ramazan’da düzenlediğimiz kitap fuarında satılan binlerce kitaptan birinin içinde bulunan bir cümleden sorumlu tutularak “Diyanetin fuarında skandal ifadeler” diye manşette buluyoruz kendimizi. Bu konuda hakikaten Türkiye’nin bütün münevverlerine, aydınlarına, fikir insanlarına ihtiyacımız var. 

DİYANETİN ÖZELEŞTİRİSİ

Dinin mezhebin bu kadar öne çıktığı ve savaş sebebi haline getirildiği bir dönemde Diyanetin küresel misyonunu ifa edebilmesi için. Bir kendi içimizde problemler var: İnsan kalitemiz. Cami içinde yürüttüğümüz hizmetler. Bilhassa din dili ile toplumsal algı arasındaki misyonu kapatma konusunda bizim eksiklerimiz var. Bugünkü kuşağın kullandığı dille bizim kullandığımız dil arasında çok büyük mesafeler var. Bizim bunu kapatmamız lazım. Türkiye’de ilahiyat fakülteleri gerçekten çok önemli. İlahiyatlar ürettikleri bilgileri eğer bundan yirmi sene evvel diyanet marifetiyle batıya taşıyabilselerdi selefilik gibi akımlar belki batıda yeni ihtida eden – Müslüman olanları cezp etmeyecekti. Yahut Sovyetler yıkıldığında kimlik bunalımına giren eski Sovyet vatandaşı Müslümanlara eğer diyanet hemen hizmet götürebilseydi doğru bilgiyi götürebilseydi o zaman körfez ülkelerindeki her dernek oralara gidip hayır adı altında Selefiliği taşımamış olacaklardı. Ve bu mezhep kavgaları savaşları böyle bir boyut kazanmayacaktı.

ULUSLARASI İSTANBUL İSLAM ÜNİVERSİTESİ

İstanbul’da El-Ezher benzeri bir uluslararası ilahiyat üniversitesinin açılması için Diyanet olarak biz çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bunun gereğini inanıyoruz. Üç dilde, Türkçe İngilizce ve Arapça eğitim verecek, dünyanın her yerinden öğrencilerin ve hocaların olacağı, sosyoloji ve tarihin de okutulacağı bir ilahiyat üniversitesi ülkemiz için de bölgemiz ve dünya için de çok önemlidir. Bunun şimdiye kadar düşünülüp yapılmamasının maliyeti Balkanlara da Kafkasya’ya da Ortadoğu’ya da Kuzey Afrika’ya da çok ağır olmuştur.

Diyanet olarak Kırgızistan, Kazakistan, Azerbaycan ve Strazburg’ta birer ilahiyat fakültesi açtık. Afrika’da da iki ayrı imam hatip lisemiz var. Mezun olduklarında ilahiyat da tamamlanmış olacak.

Avrupa’da doğmuş büyümüş beş bin çocuğu da Türkiye’ye getirerek ilahiyat eğitimi almalarını sağladık. Üç dil bilen öğrenciler mezun olduklarında Avrupa’da görev yapıyorlar.

Uluslar arası ilahiyat projesi kapsamında şu an 750 öğrencimiz var dünyanın dört bir yanından 103 ülkeden gelen. İlk mezunlarımızı verdik.

DAEŞ’E KATILIM İMAM HATİPLER SAYESİNDE AZ

Emniyetle birlikte ortak bir çalışma yaptık. DAEŞ’e en düşük katılımın Türkiye’den olması bizi çok mutlu etti. Elbette ki tek bir kişi bile çoktur bize. Bir ikincisi imam hatip ve ilahiyatlardaki eğitimin doğru bir eğitim olması, Kuranı Kerim dersinden çıkan çocuğun kimya dersine, felsefe dersine girmesi sayesinde asla radikallik çıkmaz. Bu Türkiye’nin bir başarısı, Körfez ülkelerinde Pakistan’da bunu göremezsiniz.

DÖNDÜNCÜ BÜYÜK KAOS DÖNEMİ

İslam medeniyetinin üç büyük kaos dönemi oldu daha önce. Ve her birinde kaosun aşılması için öze dönüş arayışına girildi. Her biri ayrı bir sorun yarattı. İlki, üçüncü halifenin şehit edilmesinin ardından oluşan haricilikti. İkincisi Moğol saldırısı dönemi. Üçüncüsü Osmanlı imparatorluğunun yıkılışı ve sonraki dönem. Şu an yaşadığımız dönem de bir kaos dönemidir. Ama bu durum İslam’ın Ortaçağı olarak adlandırılamaz. Avrupa’da mezhep savaşları olurken yüzyıl boyunca Hıristiyanların yarısı diğer yarısını katletmişti. Bugün de öze dönüş adıyla kendi ideolojilerini dini metinlere söyletmeye çalışıyorlar.

ATEİSTLERİN İNANMAMA HIRİSTİYANLARIN İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ

* Bu ülke sadece inanç sahipleri için değil ateistler için de özgür bir ülke olmalı. O insanların da inanmama özgürlüğü sağlanabilmeli. Bu Diyanet’in de görevidir ayrıca.

* Ruhban okulu açılmalı. Biz asırlarca bu topraklarda, ortak medeniyetimiz içinde tüm dinler mezhepler ortakça kardeşçe yaşadık.

* Hukuktaki siyasette işletilen mütekabiliyet esasının dini konularda işletilmesinin doğru olmadığını düşünüyorum. Biz Müslümanlara ne kadar hak ve özgürlük verirseniz biz de buradaki Hıristiyanlara o kadar veririz demenin doğru da, İslami de olmadığını biliyorum. Din adamı yetiştirmek konusunda kimse başka bir ülkenin okullarına muhtaç olmamalı.

* Batı Trakya’da Türk kelimesinin yasak olduğunu, Atina’da binlerce Müslüman olmasına rağmen hala bir cami olmadığını, Müslümanların bir hangarda namaz kıldığını, Avrupa ülkelerindeki camilerin önüne kesilmiş domuz kafaları atıldığını biliyorum, yine de bunu söylüyorum.

YORUMLAR 1
  • Aziz 8 yıl önce Şikayet Et
    Kürt meselesi ayrı ,, pkk terör meselesi cok ayrı sayn başkanımmm
    Cevapla
DİĞER HABERLER
Stokçuların planı tutmadı! Birçok firma fiyatlarda peş peşe indirime gitti
Antalya Havalimanına inen uçağın motoru yandı! Yolcular tahliye edildi