Zengin muhafazakarlar yol ayrımında
Türkiye’yi küresel krize karşı koruyan 4 önemli amortisörün olduğunu ekonomi Yazarı Şeref Oğuz küresel krizin her an gelip Türkiye’yi vurabileceği uyarısında bulundu.
Emine Uçak Erdoğan'ın röportajı
Sabah Gazetesi Ekonomi Yazarı Şeref Oğuz, “Eğer siz kendi içinizdeki açlara kalıcı çözümler sunmazsanız, o teğet geçeceği söylenen küresel kriz tam göbeğinize gelir. Bahar sizi de gelir bulur. Dört bir tarafınız sorunlarla çevrili iken, dört bir tarafınıza bahar gelmişken siz kış kalamazsınız. Cemrelerinizi kendiniz düşürün baharın maliyeti düşük olur.” dedi.
Şeref Oğuz, Türkiye’yi küresel krize karşı koruyan 4 önemli amortisörün olduğunu söyledi. Bunları rıza ve kadercilik duygusu, aile içi yardımlaşma, coğrafi zenginlikler ve hükümetin son yıllardaki sosyal devletçilik çalışmaları olduğunu ifade etti. Oğuz ancak bütün bunlara rağmen gelir dağılımını arttırmak için çabalar sürdürülmezse küresel krizin her an gelip Türkiye’yi vurabileceği uyarısında bulunuyor.
Oğuz’un uyarıları şöyle: “Türkiye bana göre şu an baht dönencesinde, zenginleşme eğilimine girdi. Baht nerden geliyor küresel rüzgarın bizi pozisyonladığı yerden geliyor. Çok önemli bir değişim zamanından geçiyoruz. Bu tanık olduğumuz değişimde kırılma yaratacak yeni ekonomik düzeninin kırılma noktalarıdır. Türkiye’nin en az çeyrek yüzyıl işine yarayacak yeni bir yapılanma var dünyada. Ama bir yandan zenginleşirken, kendi iç hesaplaşmasını da yapmak zorunda. Kendi baharını kendisi yaratacak. İyi haber Türkiye zenginleşecektir kötü haber, bu zenginliğin sosyal tabanlara dağılımı konusunda hesaplaşma yaşanılması kaçınmaz olacaktır.”
Milat Gazetesi'nde Emine Uçak Erdoğan’ın Milad-i Söyleşiler’inin bu haftaki konuğu Şeref Oğuz’un açıklamalarının tamamı şöyle:
Bu günlerde hepimizin yüreği Van’da atıyor. Siz deprem bölgesinde uzun incelemeler yaptınız. 17 Ağustos depremiyle karşılaştırdığımızda deprem yaralarını sarmada ne durumdayız?
Marmara Depremi, bir kitle felaketiydi, Van, nispeten daha düşük yoğunluklu yerleşimde yaşandı. 17 Ağustos’ta daha devletçi bir deprem kurtarma bakışına sahipken Van’da daha sivil bir inisiyatif gördük. 10 yıl önce depremin kurtarma çalışmalarını bizzat devletin gerçekleştirmesi gerektiğini düşünüyorduk. Marmara Depreminde bunu başaramadığını anlayınca, kendi başımızın çaresine bakma ihtiyacı, belirginleşti. Van depreminde devlet, kurtarmayı sivillere bırakmış gibi görünüyor. Fakat elinden bırakamadığı, “kritik kararları oluşturma” sürecidir. Aslında en büyük zaaf da burada yatmaktadır. Zira deprem sonrasını yönetmek, tepeden tabana, leviathan (kadiri mutlak) bir anlayışla yürümüyor. Birbirinden farklı ve çelişen milyonlarca bilgiyi yönetmek için hiyerarşik bir bilgi katmanı değil, network içinde rütbesiz bilgi yönetimi gerekiyor.
Sivil kuruluşlar daha aktif rol aldı Van Depremi’nden sonra değil mi?
Evet stk’lar 19 yıl öncesine göre daha yetkin hale geldiler. AKUT gibi kurtarma alanındakiler, yardım konusunda inanılmaz fayda sağlayanlar, bunlara örnektir. Bir de ilkelliğini bu depremle bir kez daha açığa çıkardığımız STK’lar vardır. Misal varlık sebebini bir türlü kavrayamadığımız, Türkiye’nin en büyük STK’sı (yasal olarak kayıtlı milyonu aşkın üyesiyle) TOBB’dur. İşadamlarıyla bölgeye gelmiş, “üzüldüğünü” söyleyip, enkaz başında hatıra fotoğrafı çektirmiş, medya ve kameraları yoksa “yardım da yok” dercesine, geldiği kentlere geri dönmüştür.
Vatandaşlar da daha hızlı seferber oldular sanki bu kez?
Evet bu defa insanların, deprem sonrasında neyi kimden isteyecekleri konusunda daha net bilgiye sahip olduklarını gördük. Van, Erciş ve ilk aşamada ulaşılmayan köylere yaptığım saha çalışmalarında, bu farkı daha net gördüm. Milyonların, sosyal medya ve iletişim ağları üzerinden örgütlenerek topladıkları yardımları, bölgede büyük bir özveriyle dağıtan ve “düşenleri kaldıran” binlerce iyi insan gördüm.
“Kararları vali değil uzmanlar vermeli”
Depremden sonra ilgili ilgisiz herkes bir ‘koordinasyon eksikliği’ değerlendirmesini yaptı. Nerede aksaklık oluştu size göre?
Benim sahada gördüğüm, vali veya yardımcılarının, kurtarma sürecindeki kararları oluşturamadığıdır. Nereye ne zaman ne ile müdahale edileceği, kime hangi yardımın verileceği ve toplanan yardımlarının lojistiği gibi konular bir valinin veya yardımcısının zihinsel kapasitesinin ötesindedir. Bunu ancak lojistikte uzmanlaşmış, bilgi ve becerisi afet ve yardım yönetiminde yetkin insanlar yapabilir. Bir başka gerçek; sosyal medyada belirginleşmişti. 10 yıl öncelerinde bir telefon bir mekanı adreslerken bugün cep telefonu bir insanı adreslemektedir ve bu insan, enkaz altındadır ya da çadırsızlıktan soğukta açlık çekmektedir. Bu açıdan fiyakalı bir başlığı olan “afet koordinasyon merkezi” gibi birimlerin başına böylesi becerileri olan bir uzman getirip, valiyi de onun hizmetine sokmak gerekiyor. Kısaca; kararları vali değil bu uzman vermeli. Vali de bu kararları hayata geçirecek süreçleri yönetmeli.
Ekonomiye dönersek, siz küresel kriz konusunda çok kafa yoran bir yazarsınız. Geçtiğimizhaftalardaki Wall Street eylemlerini yerinde izlediniz? Gözlemlerinizi alabilir miyim?
Öncelikle şunu söyleyeyim; ABD’nin protesto konusunda bile farklı bir durumu var. Bir Avrupa değil bir Asya ülkesindeki gibi hiç değil. Sistemin izin verdiği ölçüde sisteme karşı çıkmak gibi bir tutumları var. Benim dikkatimi çeken en büyük özellik; uslu puslu eylemciler olmaları. Talepler ne kadar güçlü de çıksa ağızlarından asla şiddet kullanmadan bunu yapıyorlar. Taleplere gelince çok iyi formüle edilmiş. Kaotik değil çok büyük düzen içerisinde bunu dile getiriyorlar. Buradaki eylemciler de ‘biz yüzde 99’suz bizi yüzde 1’in yönetmesini kabul edemeyiz’ derken sistem içerisinde davrandılar. Orada sisteme karşı vakur ve hijyen bir eylem olmasına rağmen Avrupa’da yankısı daha güçlü oldu. Çünkü Avrupa bu tip tepkiyi vermeye daha hazırlıklıydı. Bu konuda daha yaralıydı fakir zengin arasındaki uçurum daha derinleşmişti. 1441 kentte 82 ülkede eylem oldu, bunların arasında işgaller ve yağmalar şeklinde olan protestolar da oldu..
Eylemcilerin portföyü nasıldı yaş ortalamaları ve sosyal tabakaları vs?
Daha ziyade genç ve orta yaşlılar, büyük çoğunluğu işsiz. İşi olanların yerine de eylem yapıyorlar; temsili eylem gibi. Katılımcı niye yok orda çünkü onların da işini kaybetmesi söz konusu. Amerika’nın yüzde 8’ine varan evsizler grubu değildi bunlar. Bunlar işsizler grubuydu genelde. Önceleri açlar ve toklar arasındaki bir çekişme olarak düşünüyordum. Ama yerinde gözlemleyince açlarla aç gözlüler arasındaki bir hesaplaşma olduğunu düşünüyorum. Eylem yaptıkları kişilere tok diyemeyiz çünkü tok olanın gözü de tok olur. Aç gözlülüğe bir örnek verecek olursak, bundan on yıl önce bir şirkette işe yeni girmiş bir kişiyle bir ceo arasındaki gelir farkı 7 kat idi. Şimdi 177 kat oldu. Sloganlardan biri şu ‘beni kurtarma planın nerde, sen patronları kurtarıyorsun, aç gözlü zenginler sorun yaşamasın diye trilyonlar aktarıyorsun. O patronlar gemiyi kurtarıyorum adı altında binlerce işçiyi kapıya koyabiliyorlar. Krizin en büyük göstergesi maddi yapılardan öte ruh halleri üzerinde.
Küresel kriz aynı zamanda küresel bir ahlaksızlığın sonucu diyebilir miyiz?
Evet. Yüzde birin yüzde 99’u yönetip, kaynaklarını tükettiği noktada küresel kriz başladı. Deniz bitti artık, gideceğin başka alan yok, sömüreceğin başka yer kalmadı. 15. yüzyılda dünya haritalanmıştı. Son on yılda dünya kapsama alanı içine sokuldu. Attığınız her adım, bütün tüketim kalıplarınız, yaptığınız harcamalar izleniyor. Büyüme ve tüketme, kanser haline dönüştü, bu kanserli dokunun zihin yapısı ahlaksızlık. Bunun değişmesi gerekiyor, hesaplaşmadan da olmayacak. Bu sorunu halen maddi alanda tutmaya çalışan bir zihin yapısı var. Ama bu böyle çözülmez önce tutumun değişmesi lazım.
Küresel krizin ruhunu ortaya koyacak bir örnek anlatayım.. İlaç sektörünü geliştirmek istiyorsak herkesi hasta yapmanız gerekir. Nasıl? Hastalığın tanımını değiştirdik. Normalden azıcık farklı olmak hastalık olarak adlandırılır oldu. Küresel kriz, mutluluğu tüketimle eşdeğer kılan yapıdan oluştu. Bir tür ruhsal kanser. Kanser bir hücreye yerleşir tüketinceye kadar büyür sonra da kişiyi öldürür. . Batı şu an öldü biz de bundan beri değiliz. Düşük yoğunluklu bir kanserimiz var. Eylemcilerin sloganlardan biri de ‘kansere karşıyız.’ İdi.
Peki Türkiye bu küresel krizin neresinde duruyor?
Bizi krize karşı halen koruyan özelliklerimiz var. Bunların ilki bizdeki rıza kavramı ve kadercilik. Bu ideolojiden ziyade açlığa direnme noktasında başka bir tutum veriyor. Bu depremde de gördük. İkinci yumuşak balansımız, aile içi yardımlaşma. Üçüncü faktör doğası cömert uluslar şımarık oluyor. Coğrafya buna pek izin vermiyor, bize bahşedilen nimetler insanları en temel anlamda açlık noktasından yukarda tutuyor. Ekonomik olarak da son on yıldır uygulanan politikalardan kaynaklanan bir korumamız var. Orta kesimi var etmek, zengin ile fakir arasındaki uçurumu küçültmek için son on yıldır yürütülen politikalar var. Kobileri ‘ki benim hayatım bunları var etmeye çalışmakla geçti’ güçlendirmenin önemi kavrandı. Bu hükümet ilk kez zengin ile fakir arasında tercihini fakirden yapan bir hükümet. 14 farklı kesimle birlikte toplumun su basmanı dediğim en alt kesimlere kaynak aktarıyor.
“Zenginlerin sayısı arttı”
Bu noktada şunu sorayım. Servetin el değiştirdiği hükümetin kendi zenginini oluşturduğu görüşlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tek boyutlu bakarsanız fotoğraf budur. Her yönetim kendi aile fotoğrafını genişletir. Ve onun içerisindekileri zenginleştirmek için uğraşır. Bu daha önce olduğu gibi bu iktidar döneminde de oldu. Ama başka bir şey daha var. Türkiye artık kişi başı gelirin 2 bin dolar olduğu değil 10 bin dolar olduğu bir ülke. Kaynaklar o kadar arttı ki, zengin diye saydığımız insanların sayısı arttı. AK Parti zenginleri tebarruz etmekle birlikte; zenginlik oluşturmak konusunda büyüklerden çok daha kıvrak ve keskin olan orta kesim de zenginleşti. Kriz anları servetin en çok değiştiği anlardır. Türkiye en büyük servet değişikliğini 2001 yılında yaşadı. Yeni oluşturulan zenginlere baktığımızda şunu söyleyebiliriz. Özal’dan önce zenginler yüz kişiydi. Özal’la birlikte bin kişi oldu, son yıllarda ise bu sayı 10 bine çıktı.
Yeni zenginlerin çıkması ilk yüz zenginin alanını mı daralttı? Yaşam tarzları kavgalarının sebebi bu kesimlerdeki ekonomik daralma mı?
İki sebebi var biri maddi biri manevi. Manevi sebep şu; güç öyle ihtiraslı bir şeydir ki bir gerekçe olmadan ötekine veremiyorsun, hele de bunu kontrol edecek ruhsal donanımların yoksa. Bir şehvet halidir. İmam Gazali şehveti 3 şekilde tasvir ediyor. Bir tanesi cinselliktir bir özelliği yoktur, hayvanda da vardır ve başa çıkılması kolaydır. İkincisi daha tehlikelidir yeme içme şehvetidir. Üçüncü şehvet ise methedilme, yönetme şehveti. En tehlikelisi budur. Bu insanlar hiç birsey yapmayan yani nimeti alıp külfeti öteleme noktasında’ ki ben buna kurnazlık kültürü diyorum’ Bir kültürden geliyorlar. Hiç kimse sahilde balığa çıkamezken bir tek onlara izin verildi. Onlar da balığa çıkma zahmetine girmediler kıyıya vuran çürük balıkları bize sattılar. Otomobillerle, dolaplarla. Daha sonra Özal’dan başlayan değişimle herkesin balığa çıkabileceği hatta o sahillerde balık sattığı ve onlardan öte dünya balıkçılarının gelip balık sattığı bir ortama gelince afalladılar. İlk darbeyi orada yediler. İnsanımızın borç zaafı, kazandığından daha çok harcama yapısı yüzünden kendilerine yeni alanlar buldular, faiz lobisi oldular. IMF üzerinden ülkeyi yönetmeye kalktılar. Fakat bir başka yapı var artık bu insanlar yavaş yavaş yok olmaya başladılar. Bu panik ve şiddet hali ondandır.
Zengin muhafazakarlar yol ayrımında
Peki bu yeni zenginlerin ruh hali diğerlerinden farklı mı? Servet ve yaşam tarzı oluşturmada hassasiyetleri var mı?
Dindar insanların tüketim kalıplarında batının standartlarının dışında bir kalıp bir tevazu geliştirdiklerini görmedim. Mutluluk tarifini tüketim üzerinden koyarsanız bunun sonu yoktur, tatminsizlik noktasında gelir. Tatminsizlik konusunda muhafazakar kesimlerin zenginlerinin iştahı düşük değil. İnsanın bedelini ödemeyince yeni bir alışkanlık edinmiyor. İnsanın fikri önce değişir, fakat hayatını alışkanlıklar yönetir. Sorun değişen fikrini alışkanlık haline getiriyor musun yoksa bir müddet sonra alışkanlığın fikrin haline mi geliyor.? Türkiye’nin yeni zenginleri bu ayrımda duruyor. Alışkanlıklarını törpülemek; iyiyse korumak kötüyse değiştirmek durumundalar. Bu kadar hızlı zenginleşme bir duvara toslamayı getirecek. Dua edelim ki bunun maliyeti düşük olsun. Çünkü aç bıraktığınız taşraya ittiğiniz yönetimin, ideolojinin, konforun, eğitimin taşrasına ittiğiniz insanlar kendilerini onuru kırılmış hissettiği zaman bunu mutlaka bir şekilde ortaya koyarlar.
Küresel kriz karşısındaki Türkiye’nin sürecini nasıl görüyorsunuz. Hükümetin dediği gibi kriz bizi teğet geçecek mi?
Türkiye yüzde 99 hareketi karşısında az önce saydığımız 4 amortisor yüzünden zemine yumuşak basıyorsa da bundan etkilenmekten kendini kurtaramayacak. Avrupa krizdeyse Yunanistan batıyorsa siz burada huzur içinde olamazsınız. Türkiye bana göre şu an baht dönencesinde, zenginleşme eğilimine girdi. Baht nerden geliyor küresel rüzgarın bizi pozisyonladığı yerden geliyor. Çok önemli bir değişim zamanından geçiyoruz. Bu tanık olduğumuz değişimde kırılma yaratacak yeni ekonomik düzeninin kırılma noktalarıdır. Türkiye’nin en az çeyrek yüzyıl işine yarayacak yeni bir yapılanma var dünyada. Ama bir yandan zenginleşirken, kendi iç hesaplaşmasını da yapmak zorunda. Kendi baharını kendisi yaratacak. İyi haber Türkiye zenginleşecektir kötü haber, bu zenginliğin sosyal tabanlara dağılımı konusunda hesaplaşma yaşanılması kaçınmaz olacaktır.
Kriz denildiği gibi bizi teğet mi geçecek?
Türkiye’nin kendini bu küresel krizden çok beriymiş gibi davranmasının haklı gerekçeleri olsa da bunu bir aptallık olarak görüyorum. Eğer siz kendi içinizdeki açlara kalıcı çözümler sunmazsanız, gelir dağılımını arttırmadaki çalışmalarınızı sürdürmezseniz o teğet geçeceği söylenen küresel kriz tam göbeğinize gelir. Bahar sizi de gelir bulur. Dört bir tarafınız sorunlarla çevrili iken, dört bir tarafınıza bahar gelmişken siz kış kalamazsınız. Türkiye şimdiye kadar son on yılda yaptıklarını artırarak devam etmek zorunda… Çünkü küresel hareketin yeni sloganı; çok önemli bir slogan. “Öfkeli” diyorlar kendilerine. Kızgın, onuru kırılmış anlamına geliyor. Siz ülkenizdeki insanları gerek ekonomik gerekse başka sebeplerden onuru kırılmış hale getirirseniz; insanlar burada zenginlerin üzerine yürürken bulabilir kendilerini. Türkiye bu küresel eylemlerden teğet geçmeyebilir. Eğer içeride buna karşı sosyal önlemlerinizi almazsanız, bahar gelip sizi bulur. Cemrelerinizi kendiniz düşürün baharın maliyeti düşük olur.