Şoray Uzun kendi 80'lerini anlattı
Kanal 7'de yollara düşüp köy köy dolaşarak herkesin programcısı olan Şoray Uzun, iki yıldır ekranlarda yoktu, Seksenler dizisiyle müthiş bir dönüş yaptı.
Nursel Tozkoporan'ın röportajı
Bu aralar “seksenler”dizisi ile kafayı bozdum… Nerde olursam olayım diziyi izlemeden yapamıyorum.
Abarttığımı düşünüp, nedenini sorduğunuzu duyar gibiyim…
Dizi beni zaman tünelinden geçirerek çocukluluğumun geçtiği Samsundaki mahallemize, evimize kadar götürüyor.
Seksenli yıllarda siyasetin en çalkantılı dönemiydi. Küçük olmama rağmen hafızamdan asla silinmeyecek anılarım var. Mesela gece çatışmalarında bir kurşuna hedef olmayalım diye yer yataklarında yatardık. Sokakta yürürken heran ne olacağını kestiremediğimiz için tedirgin yürürdük. Yanımızda defalarca gruplar tarafından gençlerin dövüldüğüne çok şahit olmuşumdur…
İtiraf edeyim, dizinin içerikten çok dekor ve aksesuarlarına takılıyorum… Sanat yönetmenini takdir etmek lazım en ince ayrıntısına kadar düşünmüş… Hele o kömür sobası bana neler hatırlatıyor… Kütüphaneli çekyat, benim hem yatak odamdı hem çalışma masam hem de kitaplığımdı… Dantel örtülerden ablam neler çekerdi. Onları kolalar, ütülerdi… Her bölümde çocukluğumu, o eski günleri tekrar tekrar yaşıyorum…
Dolayısıyla “seksenler” fikri, çok iyi düşünülmüş bir iş, Birol Güven’i takdir etmek lazım… Oyuncular da rolleriyle bütünleşmişler…
Ahmet karakterini çalıştıran Şoray Uzun, üniversiteden arkadaşım olduğu için olmalı doğal olarak daha çok dikkatimi çekiyor… Uzun zamandır görüşemedik… Hem ziyaret hem ticaret misali dizinin setine gittim… Tam gittimki kayda hazırlanıyorlardı… Şorayla sohbet etmeye zaman kalmadı. Mecburen çekimi beklemek zorunda kaldım. İyi de oldu, kamera arkasını da gözlemlemiş oldum. Tam bir disiplin hâkimdi sette… Nerdeyse günün büyük bir bölümü orda geçti. Akşama doğru çekimlere ara verdiklerinde ancak konuşabildik Şorayla… Aslında uzun bir sohbetti. Okul yıllarından başladık,kanal7 de beraber çalıştığımız dönemler derken, diziden çıktık… Seksenlerle günümüzü karşılaştırmasını istediğimde ilginç tesbitlerde bulundu Şoray… Ceyarın evimize girmesi ile toplum ahlakının bozulmaya başladığını, hatta şu anda Ceyarı aştığımızı, Ceyara ders verebilecek hale geldiğimiz söyledi. Çok keyifli bir muhabbetti. Ama yine de Şoray yorgun olduğundan olmalı, o eski esprili, ele avuca sığmayan hali yoktu…
NADASIM 2,5 SENE SÜRDÜ
Şoray, Televizyon programından sonra uzun bir süre seni göremedik. Ne kadar oldu ekranlarda olmayalı?
2.5 sene oldu.
Ele avuca sığmayan birisi olarak 2,5 sene uzun bir süre değil mi?
Hayır, uzun bir süre değil.
Bence uzun bir süre…
Şundan dolayı değil. Bir iş yapıyorsunuz, bu bir rol olabilir, başka bir format olabilir o formattan veya o kişilikten çıkmak zaman alıyor. Tarlaya nasıl iki sene peş peşe patates ekemezsiniz, ekerseniz verimi de düşer. Bir sene patates ekeceksiniz diğer sene soğan ekeceksiniz bu arada da nadas gerekiyor. Benim nadas da 2,5 sene sürdü.
Yani oyuncu olarak bir rol alabilmem için o gezgin, elinde mikrofonu Anadolu’yu gezen, teyzelerle röportaj yapan, cirit oynayan adamın bir süre kenarda beklemesi lazımdı.
GEZİ PROGRAMI CİDDİ ANLAMDA YORDU BENİ
Bu 2,5 yıl içinde proje teklifleri oldu mu?
Olmaz mı? Ama bana gelen işler hep gezi programıyla ilgiliydi. Zaten gezi programına devam etmek isteseydim Kanal 7’de devam ederdim. Doğrusu gezi programı ciddi anlamda yordu beni. Bir de biliyorsun benim esas işim oyunculuk.
BİZ SEKSENLERİ TRT İLE HATIRLIYORUZ
“Gezi programı beni yordu” derken, ne kastediyorsun?
Bu işi yapan arkadaşlara Allah kolaylık versin çok yorucu bir iş. Seyretmesi keyifli ama hayata geçmesi çok yorucu bir iştir. Dağ bayır dolaşıyorsunuz evden uzakta iki hafta dönmüyorsunuz bedenen de çok yorucu oluyor. Aile reisi iseniz ailenizle ayda iki kez görüşüyorsunuz, o zaman da o aile olmuyor. Aile ve çocuklardan uzak kalıyorsun. Bedenen bir süre sonra gerçekten yıpranıyorsunuz. Bir de şunu ilave etmek istiyorum gezi programının en sağlıklısı birkaç kanalda yapılır.
Neden?
Ben öyle düşünüyorum. Çünkü o formatın yakışacağı birkaç kanal vardır. Onların da başında Kanal 7 geliyor. Bir başka müessesede bu kadar ilgi çeker miydi bu kadar uzun soluklu olur muydu onu bilmiyorum. Yani kanalın izleyici gözündeki yayın algısı ile o program formatı örtüştüğü için oldu. Mesela ‘Seksenler’ bir başka televizyon kanalında belki bu kadar izlenirde belki daha çok veya daha az izlenirdi ama bunun yakışanı TRT oldu. Çünkü biz Seksenleri TRT ile hatırlıyoruz. O gezi programı da o anlamda tam logolarını bulmuş işlerdi.
İlk gelen dizi projesi ‘Seksenler’ miydi? Başka bir dizi projesi geldi mi?
Başka dizi projeleri oldu ama ya rolde ya da rakamda anlaşamadık. Artık dizi teklifleri gelmeye başlamıştı bana.
BİROL GÜVEN’İN EŞİ BURCU HANIMIN AKLINA GELMİŞİM
‘Seksenler’ Projesi nasıl oldu?
Bir gün Birol Güven aradı, projeden bahsetti. Kast çalışmaları sırasında eşi Burcu Hanım’ın aklına gelmişim. Gittim, görüştük acayip beğendim projeyi. Projede Ahmet rolünü oynuyorum ama herhangi bir rolü de oynardım.
Direk sana Ahmet rolü mü teklif edildi?
Yok. Daha o zaman kast dağılımı yapılmamıştı, proje aşamasındaydı. “Sen projede ol” dedi Birol Güven ben de” seve seve olurum” dedim. Birkaç tane de rol vardı onlar bazı kişiler arasında gitti geldi, oldu olmadı derken nihayetinde Ahmet rolü uygun görüldü.
Ahmet’ten memnun musun?
Ahmet’ten çok memnunum.
Yani Ahmet seninle özdeşleşiyor mu?
Kesinlikle… Berat Yenilmez ile ilk defa çalışıyorum hastanede Sami’yi oynuyor O’ndan daha iyi kimse oynayamazmış gibi geliyor bana. Serhat, Ergün Plak’ı oynuyor. Ben oynasaydım Serhat kadar başarılı olamazdım. Çağatay’ı İlker Ayrık oynuyor İlker de zaten uzun süredir takip ettiğim çalışmayı çok arzu ettiğim arkadaşlardan bir tanesiydi. Dolayısıyla Ahmet ihalesi bana kaldı. Çok da iyi oldu. Tipoloji anlamında da rol anlamında da, görüntü itibariyle de elimden geldiğince canlandırmaya çalıştığım Ahmet bana daha yakıştı. Ha diğerlerini oynayamaz mıydım oynardım ama şu an oynayan arkadaşlardan daha iyi kesinlikle oynayamazdım.
80’LERDE “SEKSENLER”İ ÇEKTİĞİMİZ YERDEYDİM
Peki, Şoraycığım 80’de kaç yaşındaydın?
80’de ortaokul çocuğuydum. Seksenler’i çektiğimiz platonun 50 metre aşağısında Yenibosna Ellinci yıl ortaokulu var orada öğrenciydim. 80’lerde ‘Seksenler’i çektiğimiz yere 50 metre aşağıdaydım. Yani anlıyacağın 80’lerde ben yine buralardaydım.
HALKIN YÜZDE DOKSANINDAN FAZLASI DARBEYİ DESTEKLEDİ
12 Eylül’ü hatırlıyor musun? 12 Eylül’de neredeydin?
12 Eylül sabahı annem beni ekmek almaya gönderdi. Gittimki fırın kapalı dönüşte de bir asker yolumu kesti “darbe oldu, Ordu yönetime ek koydu sokağa çıkma yasağı var senin ne işin var burada” dedi. Benim ne sokağa çıkma yasağından, ne demokrasinin kesintiye uğramasından haberim vardı daha çocuktum. Televizyondan milli güvenlik konseyinin açıklamalarını dinliyoruz ama o dönemde halkın yüzde doksanından fazlası darbeyi destekledi çünkü günde ortalama 6 kişi ölüyordu. E–5 üzerinde cenazeler oluyordu, üniversitelerde her gün vukuat vardı. Her yer taranıyordu, bombalar atılıyordu, suikastlar oluyordu, kan gövdeyi götürüyordu, kardeşin kardeşi, aynı mahalledeki çocukların bir birini boğazladığı kimsenin hatırlamak istemediği kepaze yıllardı siyasi anlamda. O dönemi sorgularken şimdi kolay da, o dönemi yaşayanlar darbe olunca derin bir oh çektiler. Ve bunu desteklediklerini hatırlıyorum. Hep dış mihrak derlerdi, ben o zaman anlamını bilmezdim büyüyünce anladım ki, neyin peşinde koştuğunu bilmeyen 17–18 yaşlarındaki çocuklar bir birlerini öldürdüler.
MEĞER HERKESİN DERDİ SINIF ATLAMAKMIŞ
Şimdi günümüzde bakıyoruz da ideolojisi, yaklaşımı, siyasi görüşü ne olursa olsun ona gerçek anlamda inanmış delikanlıların hepsi öldü. Ya darağacında ya da sokakta ya da zindanlarda çürüdüler. Kalan kaypaklar o davanın savunucuları oldular. Yetmedi, o dönem yeterince cesaret gösteremeyenler yetkili oldular ve o yetkilerini ne kadar kötü kullandıklarını da gördük geçen süreç içerisinde. Ne ideolojileri varmış ne ilkeleri varmış meğer herkesin derdi sınıf atlamakmış, bir üst segmente geçmekmiş iyi arabalarda lüks evlerde oturmakmış. Bunu gerçek anlamda içten savunucularını toprağın altına gömdük
Seksenlerdeki hayatı hatırlıyorsun… O yıllardaki insan ilişkileri, aile ilişkileri diziye ne kadar yansıyor?
Konsantre olarak yansıyor. Ben bir bölümde bizim seksenlerdeki sokağın neredeyse bir yıllık birikimini bir bölümde bile kullandığımız oluyor. Mesela kömür taşımak yılda bir kere olur, biz onu bir bölümde kullandık. 80 dakikada neredeyse bir yılımızı anlattık. O zaman doğal gazın ne olduğu bilinmiyordu, doğal gazdan bile haberimiz yoktu. Durumu çok iyi olanlar gaz sobası kullanıyordu ama o da yok piyasada. Gaz kuyrukları vardı. Biraz hali vakti yerinde olanlar fueloil kullanırdı. Ama o da çok pahalıydı. Diğerleri odun ya da kömür kullanırdı.
BİZİM KUŞAĞIN BEL AĞRISI KRONİKTİR
Çok net hatırlıyorum, İstanbul’un üzerine geceleri kocaman bir sis inerdi. İki üç gün lodos beklerdik ki o sisi dağıtsın. Şaka değil, hava kirliliğinden dolayı, gelen otobüsün üzerindeki yazıyı okuyamadan otobüse bindiğimizi bilirim. Bütün binalarda kömür yakılır. Apartman yöneticileri E–5 kenarında sabahın 6’sında dizilirler, sipariş ettikleri kamyon gelir o kamyon apartmana gelir apartman görevlisi varsa o yıkar yoksa ev sahipleri ya da mahallenin çocukları yıkar taşır. Bizim kuşağın bel ağrısı kroniktir yani. Odun taşı, kömür taşı, kuyruğa gir.
Sen de taşıdın mı?
Tabi taşımaz mıyım? Bir de benim babam tır şoförüydü. Komşuya kömür gelince yapacak bir şey yoktu. Komşu olman yeterliydi.
AYRANIN YERİNİ KOLA, LAHMACUNUN YERİNİ FAST FOOT ALDI
Günümüzdeki komşuluk ilişkilerinden farkı bu…
Karşı apartmandaki dairedekilerin isimlerini bilmiyorsunuz hatta asansörde çoğunlukla selamlaşılmıyor bile ama 80’lerde mahalledeki en yukarıda oturanla en aşağıda oturanlar birbirini tanırdı. İsmini bilirdi, oğlu askere mi gitmiş, kızı mı evlenmiş, torunu sünnet mi olmuş, borcu mu var hepsini bilirdik. Bir de süper marketler yoktu. Kredi kartına mahkûm değildik. Bakkala yazdırırdık, paranız olmasa da yazdırırdınız. Güven vardı. Sonra bankerler geldi, kooperatifler kuruldu. Şirinevler’in karşısına Ataköy’e blok blok evler dikilmeye başladı. Arabalar değişti, yabancı markalar geldi, müzik değişti. Ayranın yerini kola aldı. Lahmacunun yerini Amerikan fast foot aldı.
HAVA KİRLİYDİ AMA YEDİĞİMİZ DOMATES DE GDO YOKTU
Bir de biz üniversiteye o dönemde apolitik olarak girdik. Bizim abilerimizin bir derdi varmış doğru ya da yanlış. Biz X kuşağıydık o dönem ne derdimiz vardı, ne olduğunu da bilmiyorduk. Ülkü yok, ideoloji yok, beli bir doktrin yok, siyaset tam oturmamış, istikrar yok. Habire develüasyon oluyor. Çabuk unuttuk onları ama aslında unutmamak lazım. Bu dizi kötü günleri de hatırlatıyor fakat kötü günleri hatırlarken aslında çok iyi olan çok mutlu olduğumuz ayaklarımızı sıkan Sümerbank ayakkabılarıyla tek tip elbiselerimizle, Sümerbank pijamalarımızla, içtiklerimizle daha sağlıklı daha mutlu olduğumuz günleri hatırlıyoruz. Hava temiz değildi hava kirliydi ama yediğimiz domates de GDO’lu değildi. Her şeyi zamanında yerdik. Biraz parası olan turfanda alırdı ama böyle sera malı kışın ortasında yaz meyvesi yazın ortasında kış meyvesi hiç hatırlamazdık. Konserve vardı, sağlıklı turşular vardı. Hayatımızda hiç GDO yoktu, kanserin varlığını çok fazla bilmiyorduk.
ARKADAŞLAR ÜCRET ALMAYAN PSİKOLOGLARDI
Bir de psikologlara gitmiyorduk komşular yetiyordu. Arkadaşlar ücret almayan psikologlardı. Antibiyotik de yoktu sirkeli su vardı. Sirkeli su bizi daha çabuk ayağa kaldırdı. Özel hastanelerin başındaki o bana para lazım diyen yöneticiler tıbbı bu kadar kirletmemişlerdi o anlamda. İnsani ilişkileri sıcak olan, kendi içerisinde ahlaki değerlerini yüksek tutan fakir ama gururluyduk. Bizim ekonomik anlamda mali portremiz geliştikçe tavizlerde baş göstermeye başladı. Çünkü paraya ulaşmanın yolu tavizden geçiyor. Özelikle özel sektörde. Taviz verdikçe yükselen çapsız insanları gördük 80’lerden sonra. 80’lere kadar fena değildik. İnsanın bir duruşu vardı ve o para ediyordu. Şimdi sağlam duruşu olan insan saygı da görmüyor. Günümüzde paran varsa onurlu olman gerekmiyor.
DALLASLA BERABER KOMŞUYA MADİK ATMAYI ÖĞRENDİK (sayfa 2'de)
Orhan Gencebay dinlemek neden kroluktu?
Özlediğim yanlar da var özlemediğim yanlar da var. Mesela Dallas’sız günleri özlüyorum ben. Dallas’la beraber komşuya madik atmayı öğrendik. Biz Teksas Tommis okuyorduk, arkadaşlığı Zagor ile Çiko’dan öğreniyorduk, Çiko Zagor’u hiç satmıyordu. Kızıl maske bütün kötüleri döverdi. Malkoçoğlu bizim uluslararası arenadaki itibarımızı kurtarırdı, bütün Bizansı kılıçtan geçirirdi. Avrupanın karşısına tek başına kılıcı ile dikilirdi. Onlarla büyüdük sonra Ceyar’la tanıştık. Ceyar’ın hiç ilkesi yok para için her şeyi yapıyor. Sonra Lusi’yi gördük biraz fingirdek bizim mahalledeki ablalara benzemiyordu.
O YILLARDA ORHAN GENÇEBAY DİNLEMEK KIROLUKTU
Çok kanal olması çeşitlilik getirdi, hoşluk getirdi ama bu sefer sunum da fazlalaşınca beğeniler dağıldı. Beğeniler dağılınca da gerçek değerleri biraz unutur gibi olduk. Orhan Gencebay’ı küçümsendiği dönemi bilirim. O’nu küçümsemek haddimize değil ama minibüs müziği, arabesk müziği gibi Orhan Gencebay’ı dinlemek kıroluktu. Ama şu an anlıyorum ki Orhan Gencebay’ı dinlemek ciddi anlamda bir müzik alt yapısının, müzik kulağının olmasını ve üst düzey beğeni gerektiriyor.
BİZ CEYAR’I AŞTIK HATTA ONA DERS VEREBİLECEK HALE GELDİK
Günümüz ilişkilerini Dallas’a benzetiyor musun?
Ceyar’ın yapacağı atraksiyonlar benim profesyonel hayatta karşılaştığım atraksiyonların yanında Ceyan artık amatör kaçıyor. Biz Ceyar’ı aştık hatta Ceyar’a ders verebilecek bir hale geldik. Yani Dallas’ı solladık.
Merak ederdik İstanbul neden dolu. İşte bu gezi programları bana İstanbul’un neden bu kadar dolu olduğunu öğretti. Her yerde köyler bomboş. Üç kuşak önceki yurttaşlarımız var köylerde. Onların iki kuşağı burada. Bu da bir paradoks.
METROPOL KÜLTÜRÜNÜ DİREK AMERİKALILARDAN ÖĞRENDİK
Biz bir de metropol kültürünü İstanbullulardan öğrenmedik direk televizyondan Amerikalılardan öğrendik. O anlamda şehirlerimiz bir garip. İstanbul’un bir yerinde Manhattan’ı anlatan bir silüet var diğer tarafta Sultanahmet var bu ne çelişki. Bir yerde ecdadın yaptığı acayip eserler var öte yanda da estetikten uzak İstanbul’un silüeti ile alakası olmayan gökdelenler var. Demek ki biz kent kültürünü okumamışız. Atamızdan da bize yadigâr kalmamış, biz kalkmışız bunu dışarıdan almışız. Londra’ya özenmişiz. Hâlbuki Londra’da, Paris’te zamanının İstanbul’una özenen, zamanının Konyasına özenen, Selçuklu mimarisine özenen çok yapılar var. Bizde en son estetik yapı Haydarpaşa Garı olmuş o da Alman mimarisi. Şimdi o da kalmadı.
Biraz da kostümlerden konuşalım. Sen ortaokul öğrencisiydin o yıllarda. Dizideki gibi mi giyinirdin?
1980’lerde 90’lar gibi. 90’larda 2000’ler gibi. 2000’lerde de 60’lar gibi giyinmeye başladım. 80’lerde 80’ler gibi giyinmezdim ben.
Nasıl giyiniyordun?
Mont, tişört, blucin… Tabi peder tır şoförü olduğu için blucin giyiyordum. Peder blucini getirir biz eskitirdik. O zaman taşlama falan yoktu. Kendimiz taşlardık, sert fırçalarla yıkar eskitmeye çalışırdık. Üç ay boyunca o kotu her gün giydiğimi hatırlıyorum.
Kot herkeste yoktu…
Yoktu tabi. Kot, spor ayakkabı, yabancı koku yoktu nereden bulacaksınız.
Saçların da dikkatimi çekti. O dönemlerdeki saç şeklin böyle miydi?
70’lerde aşağı yukarı böyleydi. Saçlarım uzundu. 80’lerde enseleri attık ama önler uzundu.
Neredeyse 80li yıllarda böyleydin, öylemi?
Resimlerim var birkaç kırışıklığı, bedeni deformasyonu saymazsak çok benziyor.
Dizide Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur parçaları dinliyorsun hatta onların şarkıları okuyorsun. O dönemlerde de var mıydı böyle OrhanGençebay, Ferdi Tayfur hayranlığı?
Orhan Gencebay’ı, Ferdi Tayfur’u geç, ancak üniversitede keşfettim. O dönemde yabancı müzik dinlerdim. Rock severdim. Erkin Koray dinlerdim. Halen dinlerim Cem Karaca dinlerdim, Moğollar dinlerdim. Yabancı da Hardrak dinlerdim.
80’li yılardaki ailenle şu andaki aileni karşılaştırabilir misin?
79 yılında babam tır şoförü olduğu için Adana’ya gidip gelmesi zordu. Çünkü babam hep yurt dışına mal götürüyordu. Üç dört ayda bir görüyorduk. Biz İstanbul’a taşındık diye dedem bize bir sene küstü. Dedemin temsil ettiği aile biçimine göre bütün aile bir arada yaşar. Halan babam o görüşte. Babam Avcılar’da üç katlı ev yaptı bütün kardeşler baba oğul aynı evde olsunlar diye. Aynı evin içerisindeydiler sonra aynı binada olsunlar fikri oldu. Şimdi ise biz aman aynı şehirde olalım ona bile razıyız. Aman bir de şehir dışına çıkmasın da bir de Allah korusun yurt dışına çıkmasın.
BİR KERE EĞİTİMİN PARA ETMEDİĞİNİ GÖRDÜK
O dönem öyleydi bütün aile bir aradaydı dışarıdan yatıya misafir gelirdi. Şimdi yatıya misafir kabul edenler var mı bilmiyorum. 80’lerde babam bir şey anlattı. Almanya’da görmüş. Abisi gelmiş bir adamın başka bir şehirden kardeşi abisine hangi otelde kalıyorsun demiş. Babam çok yadırgamıştı onu. Kardeş geliyor ama otelde kalıyor. Bizim geldiğimiz nokta da o. Akrabalar geliyor otelde kalıyorlar arada bir görüşüyorlar. Bir de şimdi gelişen çağla beraber insanlar arasında o kadar sınıfsal fark yoktu o dönem. Bir adamın en fazla arabası vardı. Havası yerindeydi. İşi SSK’lıysa kral oydu. Bu kadardı farklarımız. Onun iki çift ayakkabısı varsa bizim bir çift vardı. Şimdi gelirler öyle bir anlamsız dağıldı ki. Bir kere eğitimin para etmediğini gördük. Aslında eğitim para eder. En azından kültürlü olursunuz ama cipe binmek, sitelerde oturmak için hayatı bilmeniz, Dostoyevski’den haberiniz olması gerekmiyor. Yaptığınız işin tutması yeterli. İş tuttu para geldi sen sınıf atladın. Sınıf atladın ama sadece senin şeklin şemalin değişiyor.
Peki, aile bağlarının kopmaması için bir çaba harcıyor musun? Mesela çocuklarına bunu aşılıyor musun?
Sanki çocuklarım aileye bağlı yetişiyorlar gibi geliyor bana. İnşallah yanılmıyorumdur. Diğer anlamda da annem babam İstanbul’dan biraz bıktılar onlar köye yerleştiler. Silivri’deler.
Yine de anne babanı ziyarete gidiyorsundur…
Tabi. Bizim aile görüşmeleri deforme olmadı. Ben genel anlamda böyle birşeyden bahsediyorum. Çünkü köyler boşaldı. Köydeki anneler babalar çok şikâyet ediyorlar. Geçen bir arkadaşla konuştum, 6 senedir annesini babasını görmüyor, memlekete gidemiyor. Her şey para da değil. Oraya gidecek imkânı muhakkak vardır ama biz kopmuşuz.
80’LERDE BİR KIZIN ELİNİ TUTMAK İKİ SENEDEN BAŞLARDI
Ben biraz da ikili ilişkilere gelmek istiyorum. 80’li yıllardaki aşklarla, günümüzü karşılaştırır mısın?
80’li yıllarda aşk çok zordu. Bir kızın elini tutmak iki seneden başlardı. Bir kızla bakışmaya çalışmaksa bir hafta, bir kızın ismini öğrenmek bir ay, bir kızın oturduğu evi öğrenene kadar takip etme süreci 2–3 ay. Yani bir adamın bir kızla oturup mahallede yemesi içmesi için bir iki seneyi gözden çıkarması lazımdı. Herkes mecnun, Ferhat oluyor, kız direk Şirin kategorisinde zaten. Günümüzde aşk, flört çok kolay erişilebilir olduğu için sıkılması da ona göre oluyor. Erişilmesi kolay olunca vazgeçilmesi de kolay oluyor. Erişilmesi zor olunca vaz geçilmesi de zor oluyor.
Yani emeksiz olunca kolay da kaybedebiliyorsun…
Emeksiz demeyelim de, ölçü senin kılığının kıyafetinin, aracının markası ise bir markalar ilişkili oluyor. O zaman markalar flört ediyor birbiriyle. Ayşe ile Mehmet’in flörtü değil markaların flörtü oluyor. O zaman samanlık seyran olmuyor çünkü iki gönül bir değil. İki kahveye 18 lira ödeyeceğin yerler kıymete biniyor. 18 liran yoksa defol git sen, samanlığa koş, sen eziksin gibi bir durum ortaya çıkıyor.
ASLINDA GAZETECİYDİM, BİR RÖPORTAJLA OYUNCU OLDUM
Oyuncu yeteneğin genetik mi? Ailede var mı senden başka oyuncu olan?
Bizim ailede böyle oyunculuk yeteneği olan yok. Ben de gazeteciydim aslında. Bir röportajla oyuncu oldum. O dönemde ücreti bana çekici gelmişti. Muhabir olarak 250 bin lira maaş alıyordum. Tiyatroda mızrak tutmak karşılığında 600 bin lira önerildi. Ben de dedim ki “gazetecilikte iki sene takılana kadar burada bir sezon mızrak tutarım akademik kariyerime devam ederim”.
Muhabir iken oyunculuğu hiç düşündün mü?
Yok.
Peki, asla oynamam dediğin bir rol var mı?
Yok. Asla oynamam dediğim bir rol yok. Çünkü adı üzerinde rol gerçek değil.
Mesela gay oynar mısın?
Direk gay oynamam diye bir şey söylemem ama gayi oynamayı çok da tercih etmem. Ama oynarım da… Gay oynayınca gay olunmuyorki.
Çocuklarında oyunculuk kabiliyeti var mı?
Var. Merakları da var. Ben onların mutlu olmalarını isterim, hangi işi yapmalarını hiç düşünmedim. Bu işi de yapabilirler başka bir iş de yapabilirler. Çöpçü de olabilirler yeter ki mutlu olsunlar ve işini iyi yapsınlar. Çöpçü de olacaksa sokağı en iyi o süpürsün isterim. Ama çocuk oyuncu olmalarını kendi adıma istemem çünkü çocuklar büyüdüğü zaman ciddi problem oluyor.
Seni eleştiriyorlar mı?
Oluyor. Mesela Ahmet adam dövüyor, bağırıyor çağırıyor onu ciddiye alıyorlar. Ufak oğlan ağladı bile ben öyle bağırınca. “Niye sinirlendin şimdi” diyor. O seyrettiği adam Ahmet ama o Ahmet’i seyretmiyor babasını seyrediyor. Hâlbuki o Ahmet olarak bağırıyor. Babası orada babası değil ki o başka kişi. Onu tam ayırt edemiyor. Nasıl çekildiğini çok merak ediyorlar. Aslında seyirciler de merak ediyor ama bence o merak olarak kalsın. İyi bir şey o, her şeyin kamera arkasının bilinmesi gerekmiyor. O zaman işin büyüsü, inandırıcılığı kaçıyor. Yani yemeğin nasıl yapıldığı çok dert değil, ben o yemeğin lezzetinden keyif alayım.
Hala pilot olmak istiyor musun?
Küçükken arzu ettiğin meslek dalı bitmez. Ben şu an bütün mesleki kariyerimi, desinler ki seni hava harp okuluna alacağız 4 sene sonra pilot olacaksın, 45 yaşındayım şu an bütün mesleği bırakır hava harp okulu birinci sınıftan başlarım. Cervantes’in bir lafı var, oyuncularla ilgili “Oyunculuk öyle bir şeydir ki, bir gün kralsınız ertesi gün dilenci, bir gün terk edilen bir aşık ertesi gün peşinde koşulan bir kişi”. Yani oyuncuyken her şey olma şansınız var. Ben işsiz olarak 1980’lerde yaşayan mahallenin ağır abisi Ahmet değilim. Benim başka bir hayatım var. Ya da ben platonik aşk yaşamıyorum evli barklı adamım. 1992 yılında ‘Barışta Savaşanlar’ diye bir dizide oynadım. 4.5 ay sürdü. Ankara 4.Ana Jet Üst Komutanlığı Akıncı Üssünde çekimini yaptık. Tam 4.5 ay F-16 pilotuymuş gibi davrandım, yaşadım. Tabii çok kesti mi beni hayır çok kesmedi. Bana kalsa ben bir sene daha orada kalırdım. Pilot olmadım ama pilotmuşum gibi F-16’nın koltuğunu oturmuşluğum var, o rolü kesmişliğim hatta şehit olmuşluğum var.
Bütün uçakları biliyorsun değil mi?
Uçakları, arabaları tanıyorum. Araç markaları, arabaların mekanik özellikleri, uçakların özellikleri gibi lüzumsuz bir saplantım var. Bütün uçak modellerini biliyorum. Ticari, askeri, ne zaman uçmuşlar, limitleri ne, taşıdıkları füzeleri bile biliyorum. Bu merak çocukluktan kalma olduğunu düşünüyorum. Kıbrıs barış harekâtında ilkokul öğrencisiydim, Adana İncirlik Hava Üssüne bizim evimiz 18 km idi. Ben evin damındaydım, Kıbrıs barış harekâtı boyunca bütün inen kalkan uçakları izlerdim. Babam da bana yabancı kaynaklı dergiler getirmişti oradan bakardım.
Uçak alma hayalin var mı?
Uçak alma hayalim var.
Senin 1970 model bir araban da vardı, duruyor mu?
Yok, o eski arabayı verdim. Bir tane çocuk askerden gelmiş “abi bu arabayı sat bana “dedi. Ben de” yok satmıyorum” dedim. Sonra o çocuğun babası geldi, “bu çocuk askerden geldi senin arabanı beğenmiş neden satmıyorsun sen bu arabaya binmedin mi “dedi.”8 senedir biniyorum “dedim. “Tamam, biraz da benim oğlum binsin. Sen yeterince binmişsin almışsın hevesini” dedi. Çok ikna edici ve inandırıcı geldi bana, ben de sattım.
80 SENE ÖNCE BİNEĞİMİZ OLAN AT, BUGÜN PAHALI BİR HOBİ OLMUŞ
Dileyelim ki uçak hayalin de gerçek olur…
Atla deve değil aslında. Bir tane pırpırlı Cessna, 4 kişilik küçük yollu bir şey bana yeter. Ben yeni evlerden yeni sitelerden de hoşlanmıyorum. Ama günümüzde öyle olmuyor. Dizi çekiyorsun, oyunculuk yapıyorsun bunun da arenası İstanbul. Yoksa biz de isteriz yaylaya gitmeyi, beygirle dolaşmayı ama İstanbul’da olmuyor. Yapılınca da pahalı hobi oluyor. Yani 80 sene önce bineğimiz olan at bu gün pahalı bir hobi olmuş. Hâlbuki bizim dedemizin iki tane atı vardı.
“Seksenler” dizisi ile 80’lı yılları tekrar hatırlamış olduk…
İşte oyunculuğun keyfi o. Kimse günümüzde 80’leri yaşamıyor ya da 80’li yıllardan kalan objelerle hayatını geçirmiyor ama ben haftanın dört günü kendime ait olmayan bir karakterle 80’lerde set ortamında geçmişi yaşıyormuş gibi oluyorum. Bu da oyunculuğun karı diyelim. Bunun para ile pulla karşılığı yok.
Haber 7
-
Leyla Uznh 11 yıl önce Şikayet Et80 dızı. seksenler dızısını keyıfle izlıyoruz geçmış senelerı anılar gozumuzde canlanıyor sanat yonetmenı ve oyunculara tesekkurler guzel bır ekıp olup guzel bır dızı ortaya çıkarmışlarBeğen
-
PUT DOLU MEYDANLARDA İBRAHİM OLMAK 12 yıl önce Şikayet EtHABER DIŞINDA. İzlediğim/ailecek izleyebildiğimiz tek dizi. Güzel bir ekip. Güzel bir senaryo. Aşkın dozu biraz azaltılırsa daha hoş olacak. Banker olayında faizin haram olduğu söylenmese bile( o da olur belki) bir sömürü aracı olduğu söyletilseydi iyi olurdu.Beğen Toplam 3 beğeni
-
Ahmet Kzl 12 yıl önce Şikayet Et80 ler. bir söz vardır, çocukken insanlar hemen büyümek isterler, büyüyünce de çocukluklarına özlem duyarlar. bu dizi bana çocukluk yıllarımı hatırlatıyor. büyüklerimizden duyduğumuz terör olaylarını, sabahleyin okula giderken duvarlara hergün yazılan duvar yazılarını, komşularımı, çocukluk arkadaşlarımı ve oynadığımız çocuksu oyunları... belki de bu yüzden severek bu diziyi ailecek izliyoruz. 8 yaşınadki kızıma anlatabiliyorum çocukluğumun hikayelerini. bu dizide emeği geçen herkese teşekkürler. bizlere ailenin ve komşuluğun önemini tekrar hatırlattıkları için...Beğen Toplam 5 beğeni
-
deniz barıs 12 yıl önce Şikayet EtKANAL 7 VE STV' YE DUYURULUR. Valla 80 ler dizisini sevdim her salı izlemeye çalışıyorum, belki eskiye özlemden, belki o yılların daha güzel olmasından belki başka sebeplerdendir bilemem ama dizi izleniyor. Kanal 7 ve STV'de artık kalp gözü vs. saçmalıklarını bırakıp bu tür eğlendirici, sempatik diziler yayınlasınlar. Kanal 7 ve STV dizileri ilkokul çocuklarının izleyeceği düzeyde çok kalitesizler...Beğen Toplam 8 beğeni
-
heval amedi 12 yıl önce Şikayet Etdizi benimde dikkatimi çekti. fakat biraz monotonluk var bence daha güzel olabilirdi ama bir çok diziden daha güzeldir özellikle 80 li yılları güzel yansıtıyorBeğen Toplam 4 beğeni