Bu utanç sinemacılara yeter!
Sinema yazarı Suat Köçer darbeden medet uman sinema dünyasını yazdı.
Yakın dönemin başarılı sinema yazarı Suat Köçer Yeni Şafak'ta darbe girşiminde Sinemacılar arasındaki rezaleti kaleme aldı.
En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim; Sinemacılarımız 15 Temmuz Darbe Girişimi'nde halkını bir kez daha yalnız bıraktı. Uçak ve helikopterlerin gökten ölüm yağdırdığı, tankların, ağır silahların sokaklarda ölüm kustuğu ilk gece halk çoluk, çocuk, genç yaşlı, kadın erkek hep birlikte iradesine sahip çıkarak sokaklara döküldü, bombalara, kurşunlara göğsünü siper etti. Kimi canını verdi, kimi kolunu, kimi bacağını, kimi gözünü. Farklı görüşlerden, örgütlerden, mesleklerden binlerce insan oradaydı ama bir avuç isimden başka, sinemacıların neredeyse tamamı ortada yoktu. Büyük kısmı suskun kaldı, önemli bir kısmı darbeye karşı canını ortaya koyan halkına kin kustu, diğer bir kısmı da ne şiş yansın, ne kebap misali oportünist mesajlar verdi.
Peki neden? Filmlerini, dizilerini halk için çeken, şöhretlerini, ekmeklerini halktan kazananlar halkla aralarına neden mesafe koyuyor? Neden Türk sinemacılarının önemli bir kısmı halka bu kadar ilgisiz, sevgisiz ve hatta neden halkın değerlerine karşı nefret dolular?
SİNEMACILAR BU TOPLUMA 'YABANCI'
Kuşkusuz bu soruların cevabı bir gazete sayfasına sığmaz. Tarihsel, sosyolojik, kültürel ve hatta ekonomik sebeplerin şekil verdiği bu yabancılığı uzun cümleler açıklayabilir ancak meselenin temelinde bir aidiyet sorunun olduğu da aşikar. Aynı ülkeyi paylaşıyor olsalar da, ne yazık ki Türk sinemacılarının kahir ekseriyeti kendilerini bu halka ait hissetmiyor, halkın değerlerini hiçbir şekilde sahiplenmiyor. 1900'lü yılların başlarında Osmanlı topraklarında hayat bulan Türk Sineması, tarihi boyunca toplumuna yabancı kaldı, filmlerinde aşkın bir boyutun, hakikatin izini sürmek yerine, beslendikleri Batı/Batıcı tandanslı kaynaklardan ilham alarak, filmleriyle halka şekil vermeye, amiyane tabirle 'halkı adam etmeye' çalıştı. Bu nedenle sinema tarihimiz medenileştirilmesi (!) gereken köylüler, dindarlar ve hocalarla doludur. Batılı anlayışla meselelere yaklaşarak sinemayı toplum mühendisliğinin aracı olarak kullanan ilk dönem sinemacıların başlattığı gelenek (kimi yerli yönetmenlerin aksi yöndeki çabalarına rağmen) hala güçlü biçimde sürdürülüyor. Günümüz sinemacılarının toplumsal meselelerde halkın değer ve duyarlılıklarından uzak bir tavır sergilemeleri bunun bir kanıtı.
HALKI AŞAĞILADILAR
Klasik deyimle halkı eğitilmesi gereken cahiller güruhu olarak gören Türk sinemacıları, buldukları her fırsatta halka ahkâm kesmekten de geri durmuyor. Tıpkı 15 Temmuz gecesi yaptıkları gibi. Darbe girişiminin olduğu ilk iki gün büyük kısmı suskunluğa gömülen sektörün önemli bir bölümü de o gece yaşananları tiyatro, film, oyun gibi kelimelerle tanımladı. Diğer bir kısım sinemacılar da o gece ölümü göze alarak sokağa dökülen halka DEAŞ'çılar, kafa kesiciler, yoksullar gibi yakıştırmalar yaptı. 'Halk' edebiyatından beslenen bazı sinema sendikaları, canını tanka, uçağa siper eden halka 'anıt yıkan teröristler' dedi, darbe için kıllarını kıpırdatmayan söz konusu sendikalar, yıkılan anıtlar için yürüyüşler tertipledi. Kimi oyuncu, yönetmen ve sinema yazarları başka ülke ve olayların felaket fotoğraflarıyla halkın iradesine sahip çıkışını karalamaya çalışırken, kimi sinemacılar da okunan ezan ve salalara besledikleri nefreti dile getirdi. Bu sözde halkçılar, salaların tarih boyunca bu milletin düşmana karşı birlik ve örgütlenme çağrısı olduğunu bilmeyecek kadar cahildi belki de. Aynı sinemacılar, darbe girişimi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın cesur tavrı ve halkın ülkesine sahip çıkışıyla püskürtüldükten günler sonra konuşmaya başladı. Kimi yarım ağız 'darbeye hayır' dedi, kimi alt metninde buram buram hamaset kokan, hemen her satırında ama'lı cümlelerle başlayan halk karşıtı 'kınama metinleri' yayımladı.
ÖNCEKİ DARBELERLE YÜZLEŞEMEDİLER
Halkı o kanlı gecede yalnız bırakmakla kalmayıp ağır hakaret ve suçlamalara maruz bırakan sinemacıların sözde darbe karşıtlığı geçmişteki tutum ve davranışlarında da kendisini gösteriyor. Yalnızca yakın geçmişte yaşanan 28 Şubat sürecinde, meşru hükümeti gayrı meşru yollarla yıkıp sokaklarda tank yürüten askerden yana tavır alan sinemacılar, hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılması karşısında derin bir sessizliğe gömülmüştü. 1960 ve 1980 darbelerinde de sinemacıların büyük bölümünün benzer tavırlar sergilemesi, yalnızca halk karşıtlığının değil, darbelerle ciddi biçimde yüzleşen filmler yapılmamasının da temel sebeplerinden biridir.
Korkaklığın filmini mi yapacaklar?
Nazif Tunç - Yönetmen
Frenk taklitçisi sinemacılarımız 15 Temmuz gecesi darbeye, cuntaya boyun eğdiler. İşgalden, darbeden siyasi beklenti içine girdiler. Bu aydın bozuntuları halkın demokrasiye, hürriyete, ülkesine sahip çıkması karşısında yerin dibine girdiler. Bir daha onurlu insanların, demokrat halkın yüzüne bakamazlar artık. İşbirlikçi, yataklık yapan sanatçıda onur mu kalmıştır? Saflar değişti. Direnmeyi aydından halk, millet aldı. Yataklık sözde aydınlara kaldı böylece. Bu utançla bir daha elleri kalem tutamaz, film yapamazlar bu pışpışçıların.. Zaten yapmak isteseler bile neyin filmini çekecekler? Korkaklığın, utancın, hainliğin, emperyalizm pışpışçılığın filmin mi yapacaklar? O da pişmanlık, günah çıkarma filmi olur. Belki bunu yapabilirler...
Sinemacılar darbeden medet umdu
Murat Ata (Sinema yazarı)
Ülkemizde sinemacılar aleminde tarih tekerrür etti ve bir darbe vakasında daha bir sessiz filmin ürkekçe yazılmış senaryosunun halkından uzak kahramanı oldular. 60 ve 71'de topa hiç girmeyen, 80'de bireysel bunalımlarla gölge eleştiriler yapan, 28 Şubat'ı ağzına bile almayan sinemacılar darbelere karşı "tek vücut" durabilmekten kaçtılar. Sanatçı sorumluluğunu salt muhalefet çizgisine sabitleyen, halkın dertlerine bir türlü vakıf olamayan ve devleti bir korku unsuruna dönüştüren sinema camiası, ülkenin kaderi üzerine oyun oynanan yeni bir vakada daha ya hükümete olan nefretlerinden darbeden medet umdular ya da sular durulduktan sonra saklandıkları yerlerden kah cılız kah kahramanca çıkışlar yaptılar. Sözün özü; sinemacılar "vatanın figüranından ana kahramanına" terfi etmekten korktular.
Acılara acımasız yorumlar yaptılar
Zehra Ayçiçek ( Sinema yazarı)
Sinemacılar yaşadıkları toplumun hep uzağında kalıp ahkâm kesmekten öteye geçmeyen tavırları büyük bir eylemsel boşluk barındırmaktadır. Türkiye'nin önemli kırılma noktalarında büründükleri görmezden gelme hali ya da halkın karşısında olan söylemleri geçmişten bugüne bir değişiklik göstermemiştir. 15 Temmuz'dan itibaren Türkiye'de yaşanılanlara sinema camiasından ufak bir kesim hariç büyük bir kesim şaşırtıcı olmayan tepkiler verdi. Üsttenci ve kibirli tavırlarla o geceyi film kritik eder gibi acımasızca değerlendirdiler. Onlara göre yerinde ve zamanında hayata geçmiş bir senaryodan fazlası değildi izledikleri. İçinde halk olan, kendilerinden olmayan birinin de yazıp yönettiği bu kurmacayı elbette ki yerden yere vuracaklardı!
-
Okan Aslan 8 yıl önce Şikayet EtMurat ATA, darbe teşebbüsünün olduğu gece bu olayın tezgah ve senaryo olduğunu belirtmene rağmen, buradan darbeye karşıymışsın gibi bir beyan vermen çok da ahlaki olmamış.Beğen Toplam 1 beğeni
-
manam61 8 yıl önce Şikayet Etbunlarda yürek yokkiBeğen