Yazıcıoğlu dobra dobra konuştu

BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu, giçmuş döneme ilişkin yöneltilen her soruya açık yanıtlar verdi. Bedrettin Cömert için ölüm emri verdi mi?, Abdullah Çatlı ile ilişkisi ne durumdaydı?....

Yazıcıoğlu dobra dobra konuştu
Yazıcıoğlu dobra dobra konuştu
GİRİŞ 04.09.2005 12:27 GÜNCELLEME 04.09.2005 12:27

Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, Yenişehir'de, Tuna Caddesi'ndeki makam odasında, bozkurt tablosu altında konuşurken gergindi. Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na yeni atanan Orgeneral Faruk Cömert'in, 1978'de siyasi cinayete kurban giden öğretim üyesi Bedrettin Cömert'in kardeşi olduğunun öğrenilmesiyle adı yeniden gündeme gelmişti. Avrupa'daki Ülkücü Türk Dernekleri Federasyonu eski lideri Lokman Kondakçı'nın, Bülent Ecevit'in İçişleri bakanlarından Hasan Fehmi Güneş'e söylediği bir bilgi, Cömert'in ölüm talimatının dönemin Ülkü Ocakları Derneği Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu tarafından verilmiş olduğu yolundaydı ve arşivlerde duruyordu.
Yazıcıoğlu, Türkiye'nin kanlı siyasi kutuplaşma ve kavgalardan geçtiği 1975-1980 yıllarında Ülkü Ocakları'nın önce başkan yardımcılığını, sonra başkanlığını üstlenmiş, derneğin silahlı eylemlere karıştığı gerekçesiyle kapatılması üzerine, devamı sayılan Ülkücü Gençlik Derneği'ni kurmuştu. ÜOD başkanlığı yaptığı dönemde yardımcısı, daha sonra adı çok sayıda siyasi cinayete ve Avrupa'da kaçak bulunduğu yıllarda uyuşturucu kaçakçılığına da karışan, 1996'da Susurluk kazasında ölen Abdullah Çatlı idi. Yazıcıoğlu, 12 Eylül askeri darbesi sonrası gözaltına alındı, on binlerce kişi gibi ağır işkenceden geçti, cezaevindeki 7.5 yılının 5.5 yılını hücrede geçirdi. Askeri mahkemeden ceza almadan ayrıldı.
Yazıcıoğlu anlatıyor:

  • Mahkemede Lokman Kondakçı'ya sorulmasını istedim, bilgisinin nereye dayandığını. O dönemki koşullara göre benim yapmış olabileceğimi düşünmüş. Bana telkinin Ramiz Ongun'dan geldiği söylenmişti. Onu da sordum. MHP'nin o dönem gençlikten sorumlu müşaviri olması nedeniyle öyle düşündüğünü söyledi. Bir vehimden kaynaklandı bu iddia. Güneş İçişleri Bakanı idi, devlet imkânları elindeydi. 12 Eylül'den sonra çok şey ortaya çıkarıldı. Bu da çıkarılabilirdi.

  • Bedrettin Cömert'in öldürülmesine gelince, kesinlikle böyle bir talimat vermedim. Cömert'i tanımam, etmem, bilmem. Bu olayın gerçekleşmesinden sonra ismini duydum. Bu olayla ilgim yok. Geçen bu kadar süreden sonra, bugün böyle bir şeyi gerçekleştirmiş bile olsaydım, üzüntünün ötesinde, gençlik yıllarının o günkü şartlar altında yapılmış bir yanlıştır diyecek kadar da yürekliyim. Yürekliyim diyorum, çünkü kardeşi Hava Kuvvetleri Komutanı oldu; bir husumet mi olur diye düşünmüyorum. Komutanımızı yeni görevinden dolayı tebrik ediyorum, ülkeye hayırlı olmasını diliyorum. Can Dündar, 'Bir törende karşılaşırsa el sıkışırlar mı?' diye sormuş. Benim elim temiz, eli temiz herkesle tokalaşırım.
    Bu noktada Yazıcıoğlu'na şunu sormak kaçınılmaz: O dönemki siyasi cinayetlerden sorumlu pek çok ülkücü vardı. Yardımcısı Çatlı, başta Bahçelievler'de 7 TİP'linin öldürülmesi olmak üzere siyasi cinayetlerden aranıyordu. Ankara Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Doğan Öz, ülkücülerin kontrolündeki Site Öğrenci Yurdu'na yaptığı baskında silah bulunmasının ve MHP'li İhsan Kabadayı'nın Meclis'te Öz'ü hedef alır konuşmasından birkaç gün sonra öldürülmüştü. Keza Cömert, Hacettepe Üniversitesi'nde ülkücülerden kuşkulanılan 10 kişilik bir hedef listesinde adının yer almasından birkaç gün sonra öldürülmüştü. Bunlardan habersiz miydi? Örneğin Çatlı ile hiç mi konuşmamışlardı? Doğan Öz'ün öldürüldüğü haberi geldiğinde ilk tepkisi ne olmuştu?
    Yazıcıoğlu anlatıyor:

  • Savcı öldürüldüğünde doğrusu ilk olarak 'Bu olay bize ne kadar bulaşır? Buradan bizim hareketimize bir şey gelir mi?' diye düşündük. Öz ile ilgili çok propaganda vardı. Ali Arınak diye bir öğrencinin işkenceli sorgusuna katıldığı ve kafasını duvara vurduğu için öğrencinin hafızasını kaybettiği yolunda yayın yapılıyordu. Bir tahrik ortamı oluşmuştu. Bu nedenle 'O da o öğrenciye şunu yapmıştı' denmiştir herhalde. Doğan Öz'ü öldürenin İbrahim (Çiftçi) olmadığını biliyorum. O dönemdeki taze bilgilerimize göre, İbrahim okulundaki havalı yaşayışıyla bu işi üzerine çekmiş. Zaten beraat etti. Kim olduğunu bilmiyorum ama, İbrahim değildi.

  • Bakın, neden durmadan Bahçelievler olayı gündeme getiriliyor diye sormuyorum ama, o günlerde Adana'da bir evde 6 ülkücü öldürüldü, basın bir kere bile yazmadı. Sağcısı da, solcusu da bu memleketin insanı değil mi? Bahçelievler'i ilk duyduğumda 'Türkiye nereye gidiyor?' diye sordum kendime. Ülkücüler, kurumsal kimlik olarak, hiyerarşi içinde karar alarak böyle bir eylemi gerçekleştirmemişlerdir.

  • Çatlı ile bağımız Bahçelievler olayında adı geçince koptu. Yurtdışına gitti. Biz de cezaevine girdik. O günden sonra 'görüşmezdim' demiyorum ama, şartlar olmadı. Cezaevindeyken haber geldi. Artık yurtdışına çıkmadan önce mi, sonra mı, devlet Çatlı ve çevresindekilerden ASALA'ya yönelik eylem istemiş. ('Devlet kim?' diye sormam üzerine) O dönem ihtilal yönetimi var; istihbarat birimlerinin istediği söylendi. Diplomatlarımız saldırı altındaysa, devlet tabii ki kendini koruyacaktır, ama bunu meşru güçleriyle yapsın, diye düşündük. Çünkü bize sorguda, mahkemede 'Devleti korumak size mi düştü?' diye soruluyordu. Onay vermedik, ama onlar bu işe girdi, hatta (DHKP-C lideri) Dursun Karataş'a yönelik bir teşebbüsleri de oldu. (Uyuşturucu bağlantısını sormam üzerine) Oraya gidiyorlar, dil, çevre bilmiyorlar. Birileri kalacak yer, iş veriyor, operasyon olunca dil bilenler sıyrılıyor, bunların üzerine kalıyor. Bize gelenler bu ifadeler.

  • Türkiye'nin bu sürece ABD tarafından sokulduğuna inanıyorum. ABD Ortadoğu'da, petrol kaynakları üzerinde etkisini göstereceği bir düzenleme peşindeydi.
    O nedenle Türkiye'de tek kişiye dayanan bir yönetim düşünülmüştü. Düşünün ki sıkıyönetim vardı, mahkemeler çalışıyordu. 79'da beni götürdüler, kollarımdan tavana astılar, cereyan verdiler, işkence gördüm. 11 Eylül'e kadar her taraf kan gölüydü, 12 Eylül'de her şey nasıl bitti? Ben bunu askere ya da bir kuruma yüklemiyorum. Hem insafsızlık olur, hem mantıksızlık olur. Ama Türkiye sürüklenirken görevlerini yapması gerekenler yapmadı. Siyasetçilerin, askerlerin, emniyetçilerin, hukukçuların, herkesin müsteşerek sorumluluğu var.

  • Türkiye bir yere sürükleniyordu derken bir örnek vermek istiyorum. Bize ara sıra bir yerlerden bilgiler, adresler, fotoğraflar gelirdi; işte tehlikelidir, komünisttir diye. Eminim devrimcilere de benzeri raporlar giderdi. Biz bunların nereden geldiğini bilmezdik. Mesela bir ara Beşevler'deki Akademi'de Atilla diye sol görüşlü bir öğrencinin adı hızla yayılmaya başladı camiada. Fotoğrafları geliyor, bilgileri geliyor. Sonra vuruldu o öğrenci. (Şimdi Gazi Üniversitesi olan Ankara İktisadi İdari İlimler Akademisi öğrencisi Atilla Acartürk'ün Şubat 1978'de öldürülüşünden söz ediyor. Tanıklar, Halkın Kurtuluş grubuna dahil olan Acartürk'ün grup içindeyken, doğrudan kendisine yönelik ateş sonucu öldüğünü söylüyorlar) Bizim cephede ise, Aydınlık gazetesinde ismi yayımlananların bir süre sonra vurulduğu görülüyordu. Şair İsmail Gerçeksöz böyle öldürülmüştür.

  • Bizim de sorumluluğumuz var. Ben 'Bizi cami avlusundan toparlayıp getirdiler, bir şey yapmadık' demiyorum. Kavga ettik. Kullanıldık kelimesi bana itici geliyor, çünkü sağda da, solda da o dönemin gençliği idealleri uğruna sokağa döküldü, ama istismar edildik. Türkiye'yi, ABD'de 'Bizim çocuklar yaptı' denilen 12 Eylül noktasına getirmek isteyenler istismar etti. Sonra baktık, eski siyasetçiler yerlerini almış, ihtilalci askerler dokunulmazlık zırhına bürünmüş, yetkililer soruşturmaya uğramamış. O dönemin tek mağduru, o dönemin gençliğidir, bedeli biz ödedik.

  • Mamak Cezaevi'nde, hücrede dört kişiydik. Devrimci Yol yöneticisi Nasuh Mitap, Dev-Genç Başkanı Mehmet Ali Yılmaz, ben ve bir de ODTÜ'lü Fatih diye bir genç. Mehmet Ali bana 'ODTÜ boykotunu neden kırdınız?' diye sordu.
    Ben de 'Siz neden boykota gittiniz?' diye sordum. O bana 'Vietnam katili Kissinger Türkiye'ye gelecekti, onun için gittik' dedi. Ben, 'Biz sizin bunu bahane ederek okullarda kontrolü alacağınızı düşünüyorduk' dedim. Onlar da bizim Amerikancı olduğumuz için boykotu kırdığımızı düşünüp, öyle propaganda yapmışlar. Okulda boykot yapacaklarına Kızılay'da miting yapsalar Kissinger'a karşı, belki biz de katılırdık. Okulları, mahalleleri, ülkeyi paylaşmadık ama, dört kişi 2.5 metrekare bir hücreyi paylaştık.

  • Yaşasalardı Türkiye'ye faydası dokunacak canlar gitti sağdan da soldan da. Keşke bunlar yaşanmasaydı. Toplum hiçbir şeye tepki göstermeseydi demiyorum. Keşke kavga olmasaydı. İyi değerlendirilirse bunlar yeni nesile ders olur.
    Muhsin Yazıcıoğlu'nun söyledikleri bunlar. Bazı sorulara yanıt vermiyor. Bazılarına, ne kadar ısrar ederseniz edin, kaçamak ya da dolaylı cevap veriyor. Geçmişe ilişkin ortaya çıkarılmayı bekleyen hâlâ çok gerçek var. Her gerçeğin altında, en azından Hava Kuvvetleri Komutanı Cömert'inki kadar derin bir trajedi yatıyor. Türkiye bu kâbustan geçti. Yeni kâbuslar görmemesi için herkese sorumluluk düşüyor. (Murat Yetkin / Radikal)

  • YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
    DİĞER HABERLER
    AK Parti İstanbul İl Başkanlığında bayrak değişimi
    Fidan işe Şara, Esed ve Arakçi’nin 19 gün önce görüştüğü yerde bir arada