Yazıcıoğlu 'vur' dedi, ben de vurdum
Eski Ülkü Ocakları Başkanı olan BBP Lideri Yazıcıoğlu için bir kadın ifadesinde 'Alevileri öldürün, vurun' dedi, derken, bir genç kendisine vur emri verdiğini iddia ediyordu.

Emin Pazarcı'nın 'Zindandaki Ülkücüler' baylıklı yazı dizisi Dünden Bugüne Tercüman gazetesinde sürüyor. Yazı dizisinin bugünkü bölümünde BBP Genel başkanı olan Muhsin Yazacıoğlu ve arkadaşlarına yapılan işkenceler dile getirildi:
Cezaevleri, artık pek çok ülkücünün 'ikinci adresi' olmuştu. Sık sık yakalanıyorlar, işkencelerden geçirilip, suçsuzlukları ortaya çıktığında bırakılıyorlardı. Bu kısır döngü devam edip gidiyordu.
Muhsin Yazıcıoğlu, kanlı 'Sivas Olayları' sırasında köyündeydi. Bayram tatilini ailesi ile birlikte geçirmek üzere şehre gelmişti. Olayların patladığını duyar duymaz, Sivas'a doğru hareket etti. Şehre giriş-çıkışlar yasaklanmıştı. Yazıcıoğlu, jandarmalara kendini tanıttı:
- Ben, Ülkü Ocakları Genel Başkanı'yım. Buraya olayların daha da büyümesini önlemek için geldim.
İlgili komutanlarla görüşüldü, şehre girmesine izin çıktı.
Şehre hakim bir tepeye çıkıldığında, Sivas'ın dört bir yanından dumanlar yükseliyordu. Yazıcıoğlu'nun gözleri doldu.
Sivas'ta gerilim yüksekti. Her an yeni olayların patlak vermesi bekleniyordu. Hemen herkeste bayram namazının ardından yeni olayların patlayacağı düşüncesi hakimdi. Yazıcıoğlu, gerilimin yüksek olduğu mahallere doğru yola çıktı. Alevi-Sunni ayrımı yapmadan gittiği her yerde aynı konuşmaları yaptı:
- Belli güçler, sizleri birbirinize kırdırmak istiyorlar. Provokasyonlara gelmeyin.
Yaptığı konuşmalar etkili olmuştu. Sivas'ta yeni olayların patlak vermesi engellendi. Sivas'tan ayrılırken, kendisini dönemin Valisi ve Garnizon Komutanı uğurladı:
- Size teşekkür ederiz. Bize büyük yardımda bulundunuz. Eğer siz olmasaydınız, burada çok daha büyük olaylar çıkabilirdi.
SİVAS KOMPLOSU
Aradan kısa bir süre geçti. Polisler, Muhsin Yazıcıoğlu'nun Ankara'daki evinin çevresini sardılar:
- Sivas Olayları sebebiyle hakkında dava açıldı. Seni Sivas'a götüreceğiz, yargılanacaksın.
Yazıcıoğlu, polislerin aracına bindi. Sivas'a doğru gidilirken yol boyunca hep aynı düşüncelerin içine daldı:
'Neden yargılanacağım? Ben ne yaptım? Bana Vali ve Garnizon Komutanı teşekkür etti. 'Olayları engelleyen, büyümesini önleyen sizsiniz' denildi. Şimdi de polisler eşliğinde Sivas'a suçlanarak götürülüyorum!'
Mahkemede olayın baştan aşağı bir komplo olduğu ortaya çıktı. Tanıklar birer birer geliyor, Muhsin Yazıcıoğlu'nu destekleyen ifadeler veriyorlardı...
İlk olarak orta yaşlı bir kadın dinlendi. Hakim, Yazıcıoğlu'nu göstererek kendisine sordu:
- Sen, Sivas Olayları sırasında Ali Baba Mahallesi'ne birinin gelip konuşma yaptığını söylemişsin. Bak bakalım o şahıs bu mu?
Kadın, hemen teşhis etti:
- Evet buydu.
Hakim tekrar sordu:
- Peki ne dedi?
Kadın, 'Çok güzel konuştu, pek güzel şeyler söyledi, hakim bey' cevabını verdi.
Hakim sinirlendi:
- Ben sana 'İyi mi, kötü mü konuştu' diye sormuyorum. Ne dedi?
Kadın da aklında kaldığı kadarıyla anlattı:
- İyi şeyler söyledi. Bize, 'Hepiniz kardeşsiniz' dedi. Alevi'nin de Sunni'nin de bu ülkenin vatandaşı olduğunu söyledi.
Ardından, kadının ifadesini okudular:
'Alevileri öldürün, onları vurun' türünden sözler vardı. Kadın, bunları duyunca kendisine söz verilmesini beklemeden ayağa fırladı:
- Bunları ben mi söylemişim? Hayır söylemedim, hiç birini kabul etmiyorum.
Hakim araya girdi:
- Ama, altında senin parmak izin var. Sen bu ifadeye parmak basmışsın.
Kadın da 'Evet bastım' cevabını verdi:
- Bana, 'Sivas Olayları'ndan şikayetçi misin?' diye sordular. 'Evet' deyince de oraya parmak basmamı istediler.
İlginçtir, okuma yazma bilmeyen kadının verdiği iddia edilen ifade hayli edebiydi!
Sonra, şahit olarak iki kız çağrıldı. Biri, Yazıcıoğlu'nu konuşma yaparken gördüğünü, ancak mesafe uzak olduğundan ne söylediğini duymadığını anlattı. Bir diğeri de 'Ablam saçımı tararken konuşmaları duydum' dedi. O'nun verdiği ifadede ise, Yazıcıoğlu'nu suçlayan bölümler vardı.
Yazıcıoğlu, söz istedi:
- Bu iki şahidin soyadları tutuyor, acaba bunlar kardeş mi?
Tanıklara soruldu, kardeş oldukları ortaya çıktı. Yazıcıoğlu da 'Küçük kıza sorulmasını istiyorum, saçını tarayan bu muymuş?' dedi.
Bu soruya da 'evet' cevabı gelince, avukatlar araya girdiler:
- Ablanın kulağında problem olup olmadığının sorulmasını istiyoruz.
Hakim ablaya döndü, 'Kızım senin kulağında problem var mı?' dedi. 'Hayır' cevabını alınca da küçük kızı sıkıştırmaya başladı:
-Ablanın duymadığı konuşmaları sen nasıl duyuyorsun?
Kız, 'Ama hakim bey' cevabını verdi:
- Bana, 'Babanı işten çıkarırız' dediler. Ben de korkup yazdıkları ifadeyi imzaladım.
Duruşma boyunca tam 17 şahit dinlendi. Tamamı , daha önce verdikleri ifadelerin doğru olmadığını söyledi. Yazıcıoğlu da beraat etti.
Aradan üç ay geçti. Yazıcıoğlu'nun evinin çevresi bir defa daha sarıldı. Yine tutuklanarak Erzincan Askeri Cezaevi'ne götürüldü. Orada da 'Cumhurbaşkanı'na hakaret' ve 'Halkı isyana teşvik etmekten' yargılandı. İsnat edilen suç da uygulanan metod da aynıydı. Orada da mahkemeye çıkışı problem oldu. Saçını ve bıyığını kestirmedi. Yapılan yargılama sonunda yine beraat etti.
'SİLAH VERDİ, HEDEF GÖSTERDİ'
Muhsin Yazıcıoğlu'nun bir başka durağı da 1979 Yılı'nda Mamak Askeri Cezaevi oldu. O dönemde Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı görevinden ayrılmıştı. Yaka paça hücreye atıldı, 3-4 gün kimse ile görüştürülmedi. Bu süreyi, yatağın altına döşenmiş olarak bulduğu Teksas ve Tommiks'leri okuyarak geçirdi.
Orada kendisine yardımcı olan bir inzibat eri vardı. Adı Ömer'di. Daha ilk gün mazgal deliğinden kafasını uzatmış ve miğferini hafifçe yukarı kaldırmıştı:
- Merhaba başkanım, ben Adana Seyhan Ocak Başkanıyım.
- Ne yapıyorsun burada?
- Askerlik yapıyorum başkanım.
Sonunda, birileri gelip hücrenin kapısını açtılar. Gözlerini bağlayıp, Yazıcıoğlu'na 'hadi gidiyoruz' dediler. Yazıcıoğlu, kış şartları olduğu için sadece sobalı bir odaya gütürüldüğünü anlayabildi.
Kendisini götürenlerin ilk sözleri şu oldu:
- İhtilal oldu, haberin var mı? Senin Türkeş de şu anda başka bir yerde sorgulanıyor.
Oysa, Yazıcıoğlu'nun bütün olup bitenden haberi vardı. Ömer'den bütün gelişmeleri anında öğreniyordu. Ortada ihtilal filan yoktu. Hiç bozuntuya vermedi:
- Benim ihtilalden haberim yok.
- Peki, biri gidip Hasanlar Kırathanesi'ni taramış. Bu Hasanlar Kıraathanesi olayını biliyor musun?
- Evet, ben de Sivas-Yozgat yolunda radyodan dinlemiştim.
- Peki, dört kişinin öldüğü bu tarama olayı ile bir ilgin var mı?
- Hayır, yok.
Sorgucular, 'Demek ilgin yok ha' dediler. İçeri gözü bağlı bir kişiyi daha getirdiler. O da anlatmaya başladı:
- 'Genel Başkan çağırıyor' dediler, beni Demirtepe'deki Ülkü Ocakları Genel Merkezi'ne götürdüler. Muhsin Yazıcıoğlu bize silah verdi. Bir de fotoğraf gösterdi. 'Bu solcuların lideridir, gidin Hasanlar Kıraathanesi'ne, gereğini yapın' dedi. Biz de kahvehaneye gittik. O kişi masada oturuyordu. Gereğini yaptık, hem onu, hem de masadakileri vurduk.
Gözleri bağlı şahıs odadan çıkarıldı. Muhsin Yazıcıoğlu'na tekrar soruldu:
- Hani ilgin yoktu.
- O öyle söyleyebilir, ama kesinlikle bu olayla ilgimiz de bilgimiz de yok.
'AĞABEY AFFET'
Yazıcıoğlu, yeniden hücreye götürüldü. Ömer tekrar yanına geldi:
- Başkanım, biraz önce gözünü bağlayan bendim.
- Peki beni nereye götürdüler?
- Cezaevi komutanının odasına.
- Kimler vardı orada?
- Birinci Şube'den ........ ile Güvenlik Dairesi'nden ..........lar vardı.
Aradan kısa bir süre geçti. Hücrenin kapısı yine açıldı. Yazıcıoğlu'nu cezaevinden alarak başka bir yere götürdüler. Cezaevinden çıkış kaydı yapılırken evrakları hazırlayan yazıcı er fısıldadı:
- Başkanım, ben İstanbul Ocak'tanım. Bir isteğin var mı?
Yazıcıoğlu, hemen bir telefon numarası yazdı:
- Şu arkadaşa telefon edip haber ver. Beni nereye götürüyorlar?
- Birinci Şube'ye.
Birinci Şube'ye gidilir gidilmez, bir daktilonun başında ifadesi alınmaya başlandı. Hasanlar Kıraathanesi olayı soruldu, Yazıcıoğlu da anlattı:
- Kesinlikle ilgimiz yok. Zaten aynı şeyleri Mamak Cezaevi'nde de söyledim.
- Sen Mamak'ta ne zaman sorgulandın ki?
- Buraya gelmeden önce. Hatta Komutan'ın odasında Güvenlik dairesinden filan albay ile falanca yüzbaşı da vardı.
İfadeyi alan polis kendi kendine söylenmeye başladı:
- Allah Allah, bunların da herşeyden bilgisi oluyor.
Tam o sırada kapı çalındı. İçeri giren polis, 'Yazıcıoğlu'na yemek getirmişler' dedi.
İfadeyi alan polis, bu defa sesini iyice yükseltti:
- Sözde buraya gizli getirildi. Bunların ne kadar güçlü teşkilatları var. Herşeyden haberdarlar.
Oysa, olay çok basitti. Mamak'taki er Yazıcıoğlu'nun arkadaşlarına telefon etmiş, onlar da kendisine yemek göndermişlerdi.
Yazıcıoğlu'nun burada verdiği ifade kabul edilmedi. Kendisini bir odada işkenceye aldılar. Defalarca ceryan verdiler. İşkenceye ara verildiğinde, Mamak'ta 'Yazıcıoğlu bize 'vur' dedi, vurduk' diyen genç karşısına oturtuldu. Her ikisinin de gözleri yine bağlıydı. Genç, 'Emri o verdi, biz de vurduk' şeklindeki iddiasını sürdürüyordu. Daha sonra Yazıcıoğlu aynalı odaya alındı ve 'teşhis' yaptırıldı.
İşlem tamamlanmış, ifadeler alınmış ve sıra savcılığa sevke gelmişti. Yazıcıoğlu'nun yanına Ali Aksümer isimli bir genç geldi. 'Abi ver elini öpeyim' dedi:
- Ben böyle bir ifade vermeye mecbur kaldım.
Zaten Yazıcıoğlu da kendisini sesinden tanımıştı:
- Tamam ne yapalım, verdin işte. Önemli değil.
- Ama abi benim önüme üç tane ifade seçeneği koydular. Ben de bunu kabul ettim. Çünkü, Hasanlar Kıraathanesi tarandığında ben cezaevindeydim. Şimdi mahkeme ikimizi de serbest bırakacak.
Bu konuşmayı duyan polisler Ali Aksümer'in üzerine saldırdılar:
- Ulan demek cezaevindeydin. Demek bizimle oyun oynadın. P.... çocuğu!
Aksümer'i tekrar işkenceye alacaklardı ki, Yazıcıoğlu araya girdi:
- Dışarıda avukatlarımız ve arkadaşlarımız var. Bizim savcılığa sevk edileceğimizi herkes biliyor, yapamazsınız. Bizi tekrar alamazsınız.
Polisler çaresiz Yazıcıoğlu ve Aksümer'i savcılığa sevketmek zorunda kaldılar. Askeri savcılık da onları nöbetçi askeri mahkemeye gönderdi.
Birlikte Askeri Hakim Albay Hamdi Sevinç'in karşısına çıkarıldılar. Yazıcıoğlu, 'Bakın Hakim Bey' dedi:
- Durum böyle böyle oldu. Bir iftiraya kurban gidiyorum. Ortada bir tezgah var. Beni suçlayan ifadeyi veren Ali Aksümer, kendisinin olay anında cezaevinde olduğunu söylüyor. Açın cezaevine sorun. O cezaevindeyken, benden nasıl silah alıp cinayet işleyebilir?
Hamdi Sevinç dinlemedi bile:
- Sen niye Ülkü Ocakları'nın yerine Ülkücü Gençlik Derneği'ni kurdun?
- Size ne? Bu benim yasal hakkım? Buradan çıktıktan sonra da Mazlumları Koruma Derneği'ni kuracağım.
O dönemde ülkücülere karşı düşmanlığı ve sert tavırlarıyla tanınan Hamdi Sevinç önce bağırıp çağırdı, sonra da zabıt katibine döndü:
- Sanıkların tutuklanmalarına...
Yazıcıoğlu, suçsuz olduğu bilinmesine rağmen, tutuklanarak Mamak Askeri Cezaevi'ne gönderildi. O günlerde adaletin çarkları çok farklı işliyordu!
* * * *
'BAŞBUĞ'LA GÖRÜŞECEĞİM'
Ülkücüler, Ankara Kapalı Cezaevi'nin çehresini hayli değiştirmişlerdi. Koğuşun önüne bir havuz yapılmış. Önüne de dinlenmek için banklar konulmuştu. Bu bankların üzerine 'Yıkılsın düzen, yaşasın devlet' sloganı yazılmıştı. 2. Koğuş'un karşısındaki duvara da Selahattin Arpacı tarafından 1,20 x 2 metre ebadında yağlı boya bir resim yapılmıştı. Sıra, Alparslan Türkeş'in portresine gelmişti.
Selahattin Arpacı, arkasında Türk Dünyası Haritası bulunan Türkeş'in kartpostalını alıp, üzerinde çalışmaya başladı. Günler günleri kovaladı, ancak Türkeş'in portresini bir türlü tamamlayamadı. Dudak yapısını tuvale aktarmayı bir türlü beceremiyordu. Artık, bu işi iyiden iyiye kafasına takmıştı.
Arpacı, 6 Mayıs günü Cezaevi Müdürü'nün odasından telefonla MHP Genel Merkezi'ni aradı:
- Başbuğumla görüşmek istiyorum.
Telefona çıkanlar şaşırdılar. 6 Mayıs Deniz Gezmiş'in idam edildiği gün olduğundan, herkes cezaevinde tatsız olaylar olduğunu düşünüyordu. Telefonu eline alan sordu:
- Selahattin kardeş, birşey mi var?
- Yok, hayır. Başbuğumla görüşmek istedim.
- Seni Gençlik Kolları Genel Başkanı Ramiz Ongun'a bağlasak.
Arpacı kızmaya başlamıştı. 'Hayır, kimse ile görüşmek istemiyorum. Bana Başbuğ'u bağlayacaksanız, bağlayın. Yoksa telefonu kapatacağım' dedi.
Oysa, karşısına çıkanlar, direk olarak 'Başbuğ'la görüşmek istiyorum' dediği için, cezaevinde çok büyük bir olay olduğunu düşünmüşlerdi.
Birkaç dakika sonra karşısında Alparslan Türkeş vardı:
- Selahattin, nasılsın oğlum?
Arpacı hemen 'hazırol'a geçmişti:
- İyiyim Başbuğum. Arkadaşlarımız da iyiler.
- İyi olun. Maneviyatınızı hep yüksek tutun. Oralar Hazreti Yusuf'un makamıdır. Hazreti Yusuf da zindanlarda çile çekti. Allah'ın izni ile çok kısa zamanda dışarı çıkacaksınız.
Arpacı, Cezaevi Müdürü'nün odasında olduğu için rahat konuşamıyordu. Alparslan Türkeş'in söylediklerine 'evet' ya da 'hayır' diye kısa cevaplar veriyordu.
Konuşma bittiğinde, eline malzemelerini aldı. Büyük bir şevkle Türkeş'in portresi üzerinde çalıştı. Tam bir sene boyunca tamamlayamadığı Alparslan Türkeş'in resmini birkaç saat içinde bitirdi. 50 x 70 ebadındaki yağlı boya portre, hemen MHP Genel Merkezi'ne gönderildi. Alparslan Türkeş de onu toplantı odasına astı.