Şevket Kazan'dan çarpıcı açıklamalar

Refahyol döneminin Adalat Bakanı Şevket Kazan çok çarpıcı açıklamalar yaptı. Kazan hakkındaki 'sebetay' iddialarına yanıt verdi. 'Org. Özkök AKP için şans' diyen Kazan nedenini şöyle açıkladı;

Şevket Kazan'dan çarpıcı açıklamalar
Şevket Kazan'dan çarpıcı açıklamalar
GİRİŞ 02.05.2005 09:38 GÜNCELLEME 02.05.2005 09:38

Refahyol döneminin Adalat Bakanı Şevket Kazan Vatan gazetesi yazarı Devrim Sevimay'a önemli açıklamalar yaptı. İşte o röportaj...


'SELANİK DÖNMESİ DEĞİLİM'


72 yaşında. Adapazarı doğumlu. Ailesinin Selanik göçmeni olması nedeniyle hakkındaki 'Sebetay' iddialarını reddeden Kazan, Kzan Türkü. İlkokul ve ortaokulu birincilikle bitirdi. İlkokul diplomasını aydınlanmacı Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in elinden aldı.


Din adamı olan babasının 'Seni ben yetiştireceğim' demesi üzerine liseyi dışarıdan bitirdi. İ. Ü. Hukuk Fakültesi mezunu. 1974'de MSP'den siyasete atıldı. Daha bir yıl önce tanıştığı Erbakan'ın o tarihten itibaren en yakını oldu.


Refahyol zamanında yaptığı çıkışlarla Türk siyasetinin unutulmaz figürleri arasına girdi. Bir kızı ve üç torunu var. Yengeç burcu. Penaltılara kalan Denizli maçında tansiyonu 19'a 14 olacak kadar hasta Fenerbahçeli.


Her ne kadar Başbakanlık yalanlasa da Ankara'daki iddia şu: 'ABD'nin olası bir Suriye-İran müdahalesine asker göndermemek için Türkiye'nin NATO'dan ayrılma ihtimali gündeme geldi. ABD de buna kızdığı için adı da 'Turkuaz' olan bir müdahalenin düğmesine bastı.' Şimdi 28 Şubat tecrübenize dayanarak soruyorum: Böyle bir senaryo mümkün mü?

Biz hükümet olur olmaz İslam ülkeleriyle D-8 anlaşmasını yaptık. 800 milyon nüfusu temsil eden, gelişmekte olan ülkelerin bir anlaşmasıydı bu. Hükümette kalabilseydik, altı ay sonra AB'nin karşısına D-8'lerin başında bir Türkiye olarak gidecektik. Böyle kapılarda yalvaran bir ülke olarak değil. Ama sırf D-8'i imzaladığımız için hükümetten uzaklaştırıldık. ABD ve Avrupa bazı çevrelere bu yüzden destek verdi. Zaten uzmanlar da D-8'lerde bu anlaşmayı imzalayanların kendi ülkelerinde biçildiklerini söylüyorlar.

ABD'nin iki stratejisi

Yani Amerika stratejisine uygun davranılmadığını görünce 'turuncu' (Ukrayna), 'gül' (Gürcistan) ya da 'lâle' (Kırgızistan) müdahalelerine benzer bir darbeyi 2005'te de Türkiye'de yapar mı?

Bir defa AKP nasıl iktidara geldi? Önce bunu bilmemiz lazım. Erdoğan daha belediye başkanıyken, Morton Abramowitz Erdoğan'a, Grossman Gül'e çengel attılar. Görüştüler, konuştular. Sonra biz hükümete geldik ve 8 Temmuz 1996'da güven oyu aldık. 18 Temmuz'da da ABD'deki Washington Enstitüsü'nde lan Lesser'la birlikte Alan Makovsky bir seminer düzenlediler. Orada söyledikleri sözler şunlar: 'Türkiye'de Erbakan'ın başkanlığında kurulan hükümet İsrail ve ABD'nin hedeflerine uygun politikalar takip etmez. Bu yüzden şu iki stratejinin uygulanması lazım: Bir tanesi hükümeti Batı dünyasından aforoz edilmiş gibi desteksiz bırakacağız. Böylece hükümete bir güvensizlik ve çalkantı meydana gelecek. İkinci strateji de Erbakan'ın etrafında yaşlı kadro var. Ama partide çok kabiliyetli gençler de bulunuyor. Bunların vasıtasıyla partide bir yenilikçi hareket başlatacağız.'

Kapatmak mı, bölmek mi?

ABD hiçbir zaman Refah Partisi'nin kapatılmasını istemedi. 15 strateji uygulanmıştır, hiçbirinde kapatmak yok. Çünkü araştırmalarında Türkiye'de yükselen değerin Refah'ın çizgisi olduğunu gördüler. Planlarını hep Refah Partisi'ne göre yaptılar.

Savaş'ınki işgüzarlık

Hemen sorayım: Dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş sizden partiyle ilgili istediği evrakın gönderilmemesi üzerine kendi deyimiyle 'gaza gelip' de kapatma davasını açtığını söylüyor. Yani hiçbir yerden bir talimat gelmediğini?..

Evet, kendi işgüzarlığı... Ama gaza gelecek falan bir şey de yoktu. O evrak kendisine kaç kez gönderildi ama beğenmedi. Zaten Yargıtay Başsavcılığına 'Ben Refah'ı kapatırım' diyerek geldiği için verdiği sözü tuttu. Yolunu da bir seminerde Erdoğan Teziç gösterdi, o da kapattı. Ama nerelerle görüştüğü, ne yaptığını kitabımda anlatacağım. Tadı kaçmasın diye daha fazlasını şimdi anlatmayayım.

Peki 28 Şubat da ABD'nin bu stratejisinin bir parçası mıydı?

Parçası, çünkü 28 Şubat'tan aşağı yukarı bir hafta önce Çevik Bir ABD'ye gitmişti. O darbe yapmak için gitmişti ama 'Hayır' dediler. Sivil darbe olsun şeklinde işaret verdiler.

Size göre asker bu işin tam olarak neresindeydi?

Arkasında! Bizim hükümetimize kadar ABD askerle her dediğini yaptırıyordu. Bizim zamanımızda ise bunu 'sivil kuvvetler yapsın'a çevirdi. 'Siz askerler önde olmayın, arkada olun' dediler.

O zaman hemen akla gelen iki sağlama sorusu gerekiyor: Birincisi 'askeri kasten tahrik ederek 28 Şubat'ı danışıklı dövüş şeklinde sizin yaptırdığınız', 'Kudüs gecesi ve tankların yürütülmesi arasında bir işbirliği olduğu' iddiaları?..

Onu hayal aleminde olan insanlar söylüyorlar. Adalet Bakanı'ydım ve bana karşı çevrilmiş çok oklar vardı. Ama Sincan'daki olay tamamen başkadır. O zaman şu anda oturduğumuz bu bina Refah Partisi'nin genel merkeziydi. O Cumartesi günü buraya geldim ve gazetelere baktığımda bir de gördüm ki, Sincan'da şeriatçı bilmem ne, diye bir manşet. Tabii bunu gördüğüm anda cinlerim tepeme çıktı. Belediye Başkanı (Bekir Yıldız) gitmiş İran Elçisi'ni çağırmış, gitmişler İran Elçiliği'nden aldıkları posterleri asmışlar. Bunlardan partinin hiç haberi yok. Gerçekten yapılacak iş değildi. İki adımlık yerde, şurada parti var, gelip bir sormadı bile.

Tertip gibi miydi yani?

Tertip gibi de değil, saflık, işgüzarlık! Tabii ben hemen telefonu açıp bunu buldum; 'Neredesin sen? Nedir bu rezalet! Bu ihaneti sen bu partiye nasıl yaparsın? Bu yaptığın hareketin sen nereye varacağını biliyor musun, biz hükümetteyiz! Sen nasıl bizim altımızı ovuyorsun?' Küfür etmem, müstehcen kelime kullanmam, ama çok ağır konuşurum. Bekir Yıldız'a da çok ağır konuştum.

Peki niye ziyaretine gittiniz?

İnsan öfkelendiğinde mutlaka haddini aşar. Meselâ Recai Bey'i ne kadar zorlaşanız kızdıramazsınız. Ben ise tam tersi. Öfkelenince bağırıp çağırırım, ama ondan sonra da belli bir zaman geçti mi nadim olurum. Yıldız cezaevine girdikten sonra 10-15 gün geçmişti. 'Yahu' dedim, 'Bu çocuğa bağırıp çağırdık, ağır laf ettik. Şimdi hapse girdi. Gidelim bununla bir helâlleşelim.' Ve bir Pazar günü gidip bunu yaptım. Arkamızdan arabayla takip ediliyormuşuz ama nereden bilebilirdim ki...

İkinci sağlama sorusu da şu: Bu bir ABD organizasyonu ise 28 Şubat sürecinde andıclanan yazarlar neden hiç de ABD karşıtı olmayan yazarlar oldu? Teori burada çürümüyor mu?

Tabii onu bilemem. Onları biraz daha... (Burada biraz düşünüyor) Yani aslında Amerikan yanlısı insanlardır onlar. Ama yine de demokrasiye inanan insanlardır... Bugün Cengiz Çandar için aynı şeyi söylemeyeceğim ama o zaman... (Yine biraz es veriyor) Şöyle diyebilir miyim o zaman, bizim içimizde hani o şeyler vardı ya... Onlar hep onlarla oturup kalkıyorlardı... Abdullah Gül devamlı Cengiz Çardar'la oturup kalkardı. Hep Mehmet Ali Birand'la görüşürdü.

İşte burada tıkanıyor ya... ABD yenilikçileri destekliyorsa, adı geçen yazarlar da ABD yanlısı ise niye andıclanan yine onlar oldu?

Tamam! Çünkü ABD Refah'ın kapatılmasını istemiyor, sadece revizyon istiyordu. Dolayısıyla Refah'a karşı yürütülen bu harekete tepkilerini böyle gösterdiler. Bu da yine ABD'nin politikasıdır. Ortada çelişen bir şey yok.



craatta geç kaldılar

Aynı yerlerden geçmiş biri olarak ne dersiniz? AKP şu anda kendi 28 Şubat'mı yaşıyor olabilir mi? YÖK Başkanı Teziç (11 Şubat), Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Ok (l Nisan), Cumhurbaşkanı Sezer (7 Nisan), Genelkurmay Başkanı Özkök (20 Nisan) ve son olarak Anayasa Mahkemesi Başkanı Bumin'in (26 Nisan) art arda irtica uyarılarında bulunan açıklamaları sizce bir sinyal veriyor mu?


AKP ne yapacaksa gelir gelmez yapacaktı. Meydanlarda söylediklerini yapma şansı artık azaldı.

Sistem denilen şey AKP'nin üzerini çizdi mi, çiziyor mu sizce?

Çi-zi-li-yor! Başladı çizilmeler.

11-12 Haziran (1997) gecesi 'Abi darbe hazırlığı varmış' diye sizi arayan Meral Akşener'e 'Üç İhlâs, bir Fatiha okuyup yat' demiştiniz. Şimdi de duaya başlansın mı, başlanmasın mı?

Şimdi tabii üniversite giriş imtihanları yaklaşıyor. Büyük bir gençlik kesimi üniversiteye girebilmek için hazırlanıyor. Ama bu üniversiteye girişte bunların verdikleri bir söz vardı. Meslek liselerinin üniversite imtihanlarında eşit hakka sahip olması için de söz verdiler. Bu sözü iki dönemdir yerine getiremiyorlar. Bu dönem 'Artık bunu yapmalıyız' noktasındalar. Onlar bunu yapmadan yolları kesilmek isteniyor.

Çok ciddi bir şey söylediniz?

Evet!

Bu oturduğunuz yerden ürettiğiniz fikir mi, yoksa doneleriniz var mı?

Donelerim bunlar. Ve tahmin diyelim. Tecrübe de çok önemli. Türkiye'de hiçbir hükümet beş sene gitmemiştir. Bunu hepimiz biliyoruz.

Karşımızda hep 'bir askeri yetkili' vardı

Karşımızda hep 'bir askeri yetkili' vardı
Şu konudaki görüşünüzü gerçekten çok merak ediyorum: Genelkurmay Başkam Özkök AKP'nin şansı mı?


Evet, Özkök Paşa Semih Sancar'a benziyor. Semih Sancar çok değerli bir komutandı. CHP-MSP döneminde ve ondan sonra Demirel'le kurduğumuz MC döneminde de o vardı. Mükemmel bir Paşa'ydı. Askeri hiçbir zaman siyasete sokmadı. Çok enterasan bir şey olmuştu. 74'te Adalet Bakanı'ydım. 30 Ağustos merasimlerinin ardından Harp Okulları'nda diploma töreni vardı. Törenden sonra çardakta sohbet ederken Semih Sancar Paşa'nın hanımı bana doğru geldi, 'Ben sizden hesap sormaya geleceğim. Siz şeriat nikahı getirmek istiyormuşsunuz' dedi. Kendisine 'Hanımefendi, siz benden hesap soramazsınız. Benden önce Meclis, ondan sonra Başbakan, bir de Genel Başkanım hesap sorar. Ama aydınlanmak istiyorsanız ne zaman isterseniz Bakanlığa gelin, ilgili arkadaşım size bilgi versin' dedim. Bunları Paşa da duydu. Ama hiçbir şey demedi, tebessüm etti. Bir keresinde de yine Paşa'nın hanımıyla Oğuzhan Bey (Asiltürk) arasında benzer bir üslupta konuşma geçti. Yine Paşa tebessüm etti. Bir üçüncü defa daha olacaktı ki Paşa müdahale etti, 'Hanım!' dedi, 'Hanım! Bunlar senin bildiğin adamlardan değil.' Allah rahmet eylesin çok başka bir Genelkurmay Başkanı'ydı.

Tam olarak hangi yönleri birbirlerine benziyor?

Özkök Paşa'da da o yumuşaklığı görüyoruz. İlkelerine bağlı ama problem çıkartmıyor. Bakın Refahyol zamanındaki haberlerde saydım, 60 yerde 'Bir askeri yetkili' lafı geçiyor. Kim bu asker, meçhul! Bizim karşımıza hiçbir hükümet döneminde olmayan 'Bir askeri yetkili' diye bir muhalefet çıktı. Gazetelere bakın, 'Bir askeri yetkili dedi ki...', 'Bir askeri yetkili dedi ki...' diye haberler var hep.

Meçhul asker kimmiş, bulabildiniz mi?

Sonradan çözdüm bunu da. Nevzat Bölügiray var. Emekli Korgeneral. 28 Şubat kitabında diyor ki, 'Orduda sadece komutan konuşur. Ancak ordudaki bu prensip 1992 yılından sonra terk edildi.' Çünkü İstanbul'un bazı ilçelerindeki yerel seçimleri biz yüzde 25'le toparlamıştık. Bunu gördükten sonra orduda demişler ki 'Her önüne gelen konuşabilir.' İsmail Hakkı Karadayı'nın (Dönemin Genelkurmay Başkanı) en büyük hatası budur. Bu konuşmalara engel olmadı. İşte Hilmi Özkök bunu yapmadı, yapmıyor. Bizim zamanımızdaki gibi sabah akşam gazete manşetlerine çıkmıyorlar.

ABD hükümeti tercih etti
Sizce ABD'nin bu dönemde orduyla ilişkisi nasıl?

Amerika başlangıçta 'AKP mi, ordu mu' diye bu ikisinin arasında kaldı. Kıbrıs, Irak konularında hangisini tercih edecek, hangisine güvenecek... Çünkü bu konularda verilen sözler ABD için çok önemliydi. Bu sözleri AKP verdiği için onlara destek oldular. Ve destek olurken de zaman zaman ordunun şeysi olacaksa, ki zaten İlker Paşa da bir ara gitmişti. Görüşmeler mörüşmeler olmuştu.

Amerika'da mı?

Gitmişti tabii ama ben öyle tahmin ediyorum. Başka türlü de olabilir. Ama o olmadı. ABD hep hükümeti tercih etti. Şu anda orduda Özkök Paşa'dan başka kimsenin konuşmaması da bu açıdan dikkatimi çekiyor. Amerika'nın burada dahli var mı; 'Hükümete karşı sesinizi çıkarmayın' diye bir uyarı var mı? Ben böyle olduğunu düşünüyordum. Ama şu son günlerde...

Ara açılıyor mu?

Yani evet, bazı gelişmeler var.



Röportaj: Devrim Sevimay-Vatan

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
Milli uydu Fergani FGN-100-d1 yörüngesine başarıyla yerleşti
İhracat maliyetlerine yeni indirim geliyor