Kadının yol hali ve insan ticareti
Sandığınızdan daha yakınınızdalar. “Şanslı” olanlar evinizi temizliyor, hastanıza bakıyor. Şanssızların birkaçı bu sayfada insan ticareti mağduru olarak yaşadıklarını anlatıyor
Esra Açıkgöz'ün röportajı
Yılda 170 bin kişi bu mağduriyeti yaşıyor ve Türkiye artık “hedef ülke”lerden. Yani yapılacak çok şey var
“Bu işi yapacaksın. Yapmak istemesen de yapacaksın, dediler. Korktum. Bir şey yaparlar, diye. Burada bir Türkmen ölse kimse duymaz.” 22 yaşında N. Ülkesinden kilometrelerce uzaktaki dilini, insanını bilmediği Türkiye’ye, daha iyi bir hayat hayaliyle gelmiş. Ağırlaşan yoksulluk ve yoksunlukla başa çıkmanın bir yolu olarak. Sonra… Sonrası konuşmayı istemeyeceği bir süreç; insan tacirlerinin baskısı, korku, fuhuş… Sadece o mu? Yılda ortalama 700 bin ile iki milyon kişi insan ticareti mağduru oluyor. Uluslararası Göç Örgütü’ne göre 175 milyon kişi doğduğu ülke dışında yaşıyor ve bunun yarısı kadın. Bu insanları “düzensiz göç”, “güvenlik tehditi” tanımlarına sıkıştıran devlet politikalarının yetersizliği ortada. Sadece o da değil, ataerkil sistem de mağduriyeti perçinliyor.
İsimleri farklı, ülkeleri de. Onları ailelerini bırakıp, dilini, insanını bilmedikleri ülkelere götüren yoksunluk, yoksulluk, daha iyi hayat hayali... Ancak yolları insan tacirlerinin elinde kesişmiş. Elif Özer’in “Kimse Duymaz” kitabı bu kadınlara kulak veriyor.
Peki kim bu kadınlar? Neden yola düşüyorlar? İnsan tacirleriyle nasıl tanışıyor, neler yaşıyorlar?
Elif Özer’in Ayizi Kitap’tan çıkan, göç hareketine katılmış, Türkiye’de tacirler tarafından fuhuşa zorlanmış kadınlarla konuşarak yazdığı “Kimse Duymaz” bu sorulara kapı aralıyor.
Sayıları artsa da hikâyeleri görünmeyen kadınların seslerini duyuruyor. Bırakalım gerisini o anlatsın…
- Kadınlar uzun süre göç hareketlerinin “görünmeyen”leriydi. Oysa göçmenlerin yarısını kadınlar oluşturuyor. Kitabınızda “göçün kadınlaşması”ndan bahsediyorsunuz. Kadınlar neden, nasıl görünür oldu?
- Aslında kadınlar eğer göç eden erkeği memlekette bekleyen konumunda değillerse, göçmen erkeğin “eş”i, çocukların annesi, “ailecek” göç edilen ülkede hane içi bakıma dair her türlü emeği üstlenen kişi olarak hep vardı, ama adları yoktu. Şimdi var; neo-liberalizm büyük oranda kadın emeği üzerinden yükseliyor. Kadınlar hane içinde ve dışında her yerde, her türlü işte çalışır, çalışmayı kabul eder hale geldi. Kadını görünür kılan aslında kendisi. Uygulamalı alanda kadın ve kadına yönelik şiddet araştırmaları, kadın hareketi, teorik alanda sosyal bilimlere toplumsal cinsiyet bakış açısının oturması, göç vb. toplumsal olayları ele alışı dönüştürdü. Toplumsal cinsiyet farkındalığı, kadınları sadece göç eden erkeğe eşlik eden bağımlı bireyler olarak değil, kendi göç tasarılarıyla ele almayı mümkün kıldı. Ancak sayıların ardında saklı niteliksel hikâyeler hâlâ, daha derinlemesine bakışı gerektiriyor.
- Kitabınız bu niteliksel hikâyelere dayanıyor… Kim bu kadınlar, onları memleketlerinden uzağa yollayan ne?
- Eski-Sovyetler ve Türkiye arasındaki kadın hareketliliğinin bağlamını ele aldım. Bu coğrafyada göç eden kadının görünür olması soğuk savaşın bitişiyle ve Türkiye’nin 80 sonrası küreselleşmeye bodoslama eklemlenmesiyle yakından ilişkili. Gelenlerin çoğu Moldova, Rusya, Ukrayna, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Gürcistan ve Azerbaycan’dan. Gün geçtikçe sayıları artıyor. Kadınlar tam bir seferi oldular, ülkelerinde işsizlik ciddi boyutta, gelirler çok düşük. Çocuklarına, hastalarına, yaşlılarına bakabilmek için burada başkalarının çocuklarına, hastalarına ve yaşlılarına bakıyorlar.
- Araştırmanızda konuyu feminist bakış açısıyla ele alıyorsunuz. Neden?
- Önyargılarla bezeli bir toplumuz. Hele ki konu kadın, cinsellik, hatta “fuhuş” gibi stresli alanlara dokunuyorsa kafalarımız iyice karışıyor, değerlerimiz de. Ya “Erkeklerimizi elimizden alan Nataşalar” var ya da “Bebeklerimize biz yokken iyi bakamayan, canı isteyince de kaçan yabancı bakıcılar”. Daha da kötüsü bu iki gruptaki kadınların hayatlarının arka planından hiç haberimiz yok. Eşitliğe kafa yoran; kadın ve erkek, kadın ve devlet, hatta kadın ve kadın arasındaki asimetrik iktidar ilişkilerini önce anlamayı, sonra dönüştürmeyi amaçlayan feminist yönteme başvurarak bir durup düşünelim istedim.
- Kitapta konuştuğunuz kadınların hikâyeleri gösteriyor ki, geliş nedenleri farklı da olsa insan tacirlerinin eline düştüklerinde kaderleri kesişiyor. Bir kısır döngüye hapsoluyorlar. Zorla fuhuş yaptırılan göç mağdurlarının ellerini bağlayan ne?
- Öncelikle tacirlerce pasaportlarına el konması; hüviyetleri ve hürriyetleri başkasının/başkalarının elinde. Diğer en önemli faktör hayali borç yaratılması. Bu borç bitmek bilmiyor ve karşılığında fuhuşta çalışma dayatılıyor. Bırakmak ve ayrılmak istediğini söyleyen kadına tehdit ve baskı yöntemleri işletiliyor. Artık kaba dayak, mor gözler, kırık kemiklere rastlanmıyor. Baskı psikolojik boyutta. Aile ve varsa çocukları tehdit ediliyor. Ataerkil baskılar da çok önemli. Zorla fuhuş mevhumu değer yargılarına takılabiliyor ve damgalanma endişesi başlıyor. Kadınlar fuhuşun memleketlerinde duyulmasından çok korkuyorlar. Tacirler ailelerine “fuhuş yaptın” demekle tehdit ediyorlar. Bu nedenle fuhuştan çıkmayı göze alamayanlar da var.
Memleketlerindeki geçim sıkıntısı, daha iyi bir hayat tahayyülü, biraz para kazanma umudu da kadınları bağlıyor. Yabancı olmaya dair zorluklar da etkili. Örneğin yasal çalışma ve ikamet izni almanın zorluğu yabancı kadınların hareket alanını daraltıyor, yeraltına inmelerine neden oluyor. Çünkü sınırdışı edilmekten korkuyorlar. Henüz Türkçe öğrenmemişse, adresleri, yerleri, yönleri bilmiyorsa da eli, kolu bağlanıyor. Bir mağdurun çok güzel ifade ettiği gibi: “Kaçabilmiyorum”, yani ne kaçabiliyorum, ne de kaçmayı biliyorum.
- Bu kadınların sorunları resmi mercilerce “kurtarıldığı”nda da bitmiyor. Çünkü onları göçe yönlendiren nedenleri değiştirebilecek gücü, parasal birikimi sağlayamamış oluyorlar. Bu kadınlara yönelik çalışmalar var mı? Bu konuştuğunuz kadınlara ne oldu mesela?
- Kadınların hayatını takip etmiyorum ama tahmin ediyorum. Hayatlarında mucize olmuyor. Kitapta göç öncesi bağlamı çok detaylı irdeledim. Oldukça hırpalandıktan sonra kuvvetle ihtimal aynı bağlama geri dönüyorlar. Bazı kaynak ülkelerde çeşitli uluslararası kuruluşlar ve sivil toplum kuruluşlarının proje bazlı destek çalışmaları olabiliyor. Ancak sürdürülebilirliği problem. Dünyanın her yerinde sivil toplum kuruluşları kaynak ve fon sıkıntısı yaşıyor. Genel itibarıyla çok da olumlu tablo yok.
NE YAPMALI?
İnsan ticareti suçu konusunda devletin suçla mücadele etme ve mağdurları korumaya dair bir sistemi var. Çalışma Bakanlığı 1 Şubat 2012’den itibaren yürürlüğe girecek yabancı ev-içi “bakıcıların” kayıt altına alınmasını artırmak adına sigorta primlerinin azaltılacağını açıkladı mesela. İnsan tacirlerine 8-12 yıl ceza veriliyor. İnsan ticareti suçuna maruz kalanlar sınırdışı edilmiyor. Ülkelerine cezasız, harçsız geri dönüşleri sağlanabiliyor. Kadınlar suç işlemediklerini, mağdur olduklarını, kolluğa başvururlarsa yardım göreceklerini ve sınırdışı edilmeyeceklerini bilmeli. Kendi dillerinde hizmet veren acil yardım hattı 157’yi ücretsiz arayıp yardım isteyebilirler. Toplum da insan ticareti şüphesiyle karşılaştığında kolluk kuvvetlerine bildirimde bulunması, 157’yi araması için cesaretlendirilmeli. Kendilerine bir düzen kurmuş yabancıların düzenlerini bozmadan, yardıma ihtiyacı olanları fark ederek onları korumamız gerek. l
***
KİTAPTAN PORTRELER
Diskodan otele, otelden diskoya
Ukraynalı Hıristiyan bir anne ve Türkmen Müslüman bir babanın yedi çocuğundan biri J. Babası ölüp annesinin öğretmen maaşıyla geçinemeyince çalışmaya başlamış. 13 yaşından beri temizlik, bulaşık, pek çok işi yapmış. Ta ki annesinin karşı çıkmasına rağmen Türkmen Müslüman biriyle evlenip eşinin köyüne yerleşene kadar. “Hıristiyanla Müslüman evlenmez” anlayışı nedeniyle resmi nikâh yapmamışlar. Kapanmaya zorlanmış, dışlanmış... Hamileyken annesinin yanına dönmüş. Yeni birine âşık olmuş. Eski eşi öğrenince ikinci kattan atmış onu, ağır yaralanmış, bebeğini kaybetmiş. Annesi bir tanıdık aracılığıyla Türkiye’ye yollamak isteyince yeni bir hayat hevesiyle kabul etmiş, insan tacirlerinin eline de böyle düşmüş. Gündüzleri kafe, geceleri disko olan bir mekânda müşterilere gösteriliyor, bir otele götürülüyormuş. Bu süreç hep “tanıdık” bir ağ içinde işlediğinden kaçamamış. “Otelde müşteriyle işini bitirir, duş alır inersin, patron seni alıp yine diskoya. Ordan yeni müşteri. Ordan otel”.
***
Kadınlar göç eder
“Eğer üniversite mezunu değilseniz Özbekistan’da size iş yoktur. Kadınlar çalışamaz. Kadınlar göç eder. Ben buradayım.”
Sadece bu cümle bile yeter N’nin hayatını anlatmaya. Özbekistan’dan önce Dubai’ye götürülüp fuhuşa zorlanmış, bir baskında sınırdışı edilince Türkiye’ye getirilmiş “yarım kalan borcu”nu ödesin diye. Ne borcu mu? Uçak biletleri, ülkeler arası geçiş ücreti, vize, rüşvetler, çalışılan dairenin faturaları, kirası, yiyecek-içecek paraları, sahte para veren müşterilerin zararı, kondomlar bile kadınların hanesine borç olarak yazılmış. Böylesi harcamalarla borçlandırıldıkça borçlandırılmış N de. Yedi bin dolarlık senet imzalatılmış. Senedin yasal geçerliliği olmadığını bilmiyor N. Bilse ne yazar, ne gidecek yer, ne yapacak iş var… l
***
Ne iş olsa yap!
M’nin göç nedeni kaynanası. Rusya’da fabrikada çalışan eşi, çalışma şartlarının ağırlığı nedeniyle romatizmaya yakalanıp çalışamaz hale gelince dört çocuğun yükü onun omuzlarına kalmış. Diğer gelinlerle kaynana evinde geçen hayatları iyice ağırlaşmış. Kaynanasının başka ülkelere gidip iş bulmasını, hatta “ne iş olursa” yapmasını söylemesi üzerine yollara düşmüş. Göç aracılarıyla bağlantıyı bile kaynanası kurmuş. Fuhuşa zorlanınca geri dönmek istese de, kaynanası “Paranı alana kadar çalış” sözleriyle her seferinde önünü kesmiş. Oysa fuhuş ağı içinde borçlandırıldıkça borçlandırılmış M. Bu sefer de “Ya gel, ya para gönder. Gelmediğine göre orda başka koca buldun. Seni boşatmayı bilirim, çocukları da alırım” tehditleri başlamış kaynanasının... Şimdi dönmeyi bekliyor, sonra mı? Sonrası yine aynı…
***
“Birkaç kötü adam”dan fazlası var
İnsan ticareti, üzerine çok da çalışılmayan bir alan. Kuşkusuz en az bilgi, kadınları geldikleri anda kendilerine “borçlu” bırakıp onlar üzerinden para kazananlara yani tacirlere dair… Kitapta göç aracılarının ve tacirlerin profiline dair bilgiler de var.
Söz Özer’de:
Bunların ne olmadıklarından başlayalım. Kadınlar, “birkaç kötü adam” tarafından kaçırılan, kandırılan ve buraya getirilen, pasif, güçsüz kişiler değiller. Durum daha karışık, vahim. Her figürün kendine ait işbölümünün olduğu bir “ağ”dan bahsedebiliriz. Bu araştırma bulguları, “erkek” ve “tek” bir tip tacir olmadığı, bir “erkek ve kadınlardan oluşan, işbölümü yapan, bazen rolleri değişen tacirler ağından” bahsedilebileceğine işaret ediyor. Göç etmeye, hayali bir işte çalışmaya ikna eden aracılar genellikle akraba ve mağdurlarla aynı milliyetten oldukları düşünülen kadınlar. Tacirlerin içinde kadınların getirildiği ülkelerin mensubu kişiler de var. Hatta bir kısmı kadınların bizzat akrabaları ya da tanıdıkları. Tacirler arasında az da olsa kadınlara rastlanıyor. Bunlar mağdurlardan yaşça daha büyük, genelde akrabalık veya tanış ilişkisi içindeler. Bazısı Türkiye’ye daha önce göç etmiş, Türkçeyi öğrenmiş, vatandaş olmuş ya da olmamış ama statüleri mağdurlardan çok daha yüksek. Bu imtiyazı genç mağdurları özendirmek için kullanıyorlar. Erkek tacirler ve aracılar sanki bir şirketin patron-müdür ilişkisine benzer konumdalar. Mağdurlar da onların hat safhada sömürdükleri işçileri adeta. Emekleri ve bedenleri üzerindeki kontrol ellerinden alınmış. Bu bir iktidar meselesi. Güçlü olanın güçsüzü ezmesi kuralı burada da işliyor. En vahimi de kaynak ülkelerdeki geçim sıkıntısı; ev geçiminin üstlenilmesinin, ataerkiyle baş etmeye çalışan kadın olmanın zorluklarının üst üste binmesiyle artık tacirlerinin ayağına gidip göç talep eden muhtemel mağdurlar var.