Çanakkale'de Mehmetçiğin bilinmeyen menüsü
Çanakkale zaferinin 100. yılında daha önce ortaya çıkmamış bir ayrıntı öğrenildi.
Çanakkale Savaşları’nda askerin aç bi ilaç savaştığı söylenir durur. Acaba gerçekte böyle mi olmuştu? Ya cephede ziyafet çektikleri, nargile bile tüttürdüklerini söylesek şaşırır mıydınız? Derin Tarih dergisi, Çanakkale Savaşları’nı konu alan ikinci özel sayısında bu ay Mehmetçiğin yemek menüsünü inceleme altına alıyor. Mustafa Selçuk tarafından kaleme alınan yazıda günlüklerden ve resmi kayıtlardan yola çıkılarak Çanakkale menüsü ortaya konuyor.
Gelibolu yarımadasında 24 Nisan 1915’ten itibaren yaklaşık 8,5 ay muharebe eden ve toplam sayısı Ekim 1915’te 300 bini geçen Türk askerinin mükemmel denilecek düzeyde beslenmesi üzerinde ayrıca durulması gereken bir husustur. 5. Ordu’ya bağlı çalışan Menzil Müfettişliği koordinatörlüğünde bütün Marmara bölgesinde askerî disiplinle işleyen bir teşkilat oluşturulmuş, bölge halkının da yardımıyla ordunun her türlü gıda ihtiyacı karşılanmıştı.
Bu teşkilat sayesinde İstanbul’dan ve Marmara sahillerindeki üretim merkezlerinden ihtiyaç duyulan ekmek, un, şeker, yağ, zeytin, mısır, buğday, arpa, kuru baklagiller vb. erzak taşınmış ve cepheye yakın mahallerde depolanmıştı. Aynı zamanda orduda bulunan hayvanların da ot, saman, arpa gibi yiyecek maddeleri tedarik edilmişti. Taze gıdalar iki haftalık stoklanmış, kuru gıdalar ise önce en az 40 gün, sonraları 3 ay yetecek miktarda depolanmıştı. Ordunun bütün ihtiyaçları Tekâlif-i Harbiye Komisyonları tarafından öşür, hibe, el koyma ve müteahhitler vasıtasıyla tedarik ediliyordu.
Menzil Müfettişliğinin başarısı
27 Mart 1915’te faaliyete geçen 5. Ordu Menzil Müfettişliği kısa zamanda teşkilatını tamamlayarak Uzunköprü, Keşan, Gelibolu, Bakırköy, Ilgardere, Akbaş, Biga, Karabiga, Malular, Lapseki, Burgaz, Çanakkale Nokta ve İskele Komutanlıkları ile dağıtım, depolama ve nakliye faaliyetlerini yürütmüştü.
Teşkilat 765 subay, 27.378 er ve 12.851 nakliye hayvanıyla hizmet veriyordu. İç kısımlarda faaliyet gösteren ambarlar ile dağıtım merkezleri arasındaki sevkiyat, bombardımandan korunmak amacıyla geceleri yapılıyordu.
Karadan Uzunköprü’ye trenle; denizden gemilerle iskelelere getirilen iaşe malzemesi, buradan erzak kollarıyla menzil ambarlarına naklediliyordu. Yollarda asker ve cephane sevkiyatıyla birlikte onlarca erzak kolu da faaliyet gösteriyordu.
İkdam gazetesi 16 Temmuz 1915 tarihli nüshasında bu yoğun nakliye trafiğini şu satırlarla aktarmıştı:
“Bugün İstanbul’dan hareket eden bir zat, mevki-i harbin (savaş alanının) hangisine gidecek olursa olsun, güzergâhında müteaddid (çok sayıda) erzak ambarları ve bu ambarların dâhilinde, sundurmalarında, civarında yığılmış erzak çuvallarının, yağ tenekeleri ile fıçılarının âdeta birer tepe teşkil ettiğini görür. Seyahatine devam ettikçe gece gündüz yollarda kıtalara çay, ayran, ekmek veren askerî çayhanelere, erzak kafilelerine rast gelir. Arabalarla, develerle taşınan, hiçbir zaman arkası kesilmeyen erzak kafileleri kâmilen (tamamen) orduya gider. Bu âli (yüksek) himmetler sayesinde ordumuz muharebede iaşe hususunda zerre kadar sıkıntı çekmemektedir.”
Erzak ve gıda maddeleri cephe gerisine kadar getirilmiş ve her gün düzenli olarak belirlenen miktarda malzemenin dağıtımı gerçekleştirilmişti. Çanakkale’de bir askere ortalama şu miktarlarda erzak verilmiştir: 900 gram ekmek, 250 gram et, 150 gram bulgur, 20 gram zeytinyağı, 20 gram tuz, 9 gram sabun.
Osmanlı Genelkurmayı da Çanakkale Cephesi’nde iaşe durumunun gayet iyi olduğunu, hatta birinci siperde muharebe eden nefere kahve ikramı bile yapıldığını resmî tebliğle bildirmiştir. Askerî yetkililerin bu açıklamasından cephede endişeye mahal olmadığı bilgisi verilerek halkın mücadele azminin artırılmasının da amaçlandığı anlaşılıyor.
Sahra fırınlarında yemek ve ekmek pişirilirken çıkan duman düşman donanmasının ateş açmasına sebep olduğu için kimi zaman dağıtılan yemekler soğuk da olabiliyordu. Düşmana açık hedef olmamak için fırınlar mümkün olduğu kadar cephe gerisine, vadilerin içine kurulmuştu. Burada pişen yemeğin karavana ile cepheye taşınması esnasında soğuması, dökülmesi veya top atışlarından dolayı içlerine çerçöp ya da toz kaçması normaldi.
Şartlar elverdiğince askere günde en az iki öğün olarak iki üç çeşit yemek dağıtılıyor; çay, kahve ve sigara eksik olmuyordu. Kuru üzüm ve kuru fındık gibi çerezlerin dağıtıldığını da biliyoruz.
Askerler günlüklerinde kendilerine iyi bakıldığını belirtirken menüleri de yazıyorlardı. Çanakkale Cephesi’nde teğmen rütbesiyle muharebe eden ve şehit olan İbrahim Naci’nin günlüğünde askere verilen yemeklerin gayet zengin ve doyurucu olduğu görülür. Şu satırları beraber okuyalım:
“1 Haziran 1915: İaşe pek mükemmeldi. Bazen asker günde üç defa yemek yiyordu.
14 Haziran 1915: Akşam 6.35’te askere fasulye yemeği dağıttırdım. Bu yemek pek leziz olmuştu.
16 Haziran 1915: Öğle yemeğini fasulye, papara hoşaf olarak yedim. (…) Akşam yemeğini fasulye, pilav ve hoşaf olarak yedim.
19 Haziran 1915: Öğle yemeği semizotu, ciğer yahnisinden ibaretti.”
Mantı bile veriliyordu
Komutanlardan Selahaddin Adil Bey eşi Siret Hanım’a gönderdiği 15 Temmuz 1915 tarihli mektupta canının kuruyemiş, yemiş ve reçel çektiğini yazıyor; eşinden bu gıdalardan kuru, sulu ne olursa göndermesini rica ediyordu: “Çok şükür, yediklerimiz şikâyet edilecek gibi değil, aşçımızdan böreğinden tatlısına kadar yiyoruz”.
Validesine yazdığı duygu yüklü mektubu ile meşhur ihtiyat zabit namzetlerinden şehit İbrahim Edhem Efendi’nin çayına katılan taze süt, bulunduğu bölgedeki çobandan alınmıştı. Nitekim yöre halkı çoğu zaman ücret almaksızın taze süt, sebze, meyve gibi ellerinde ne varsa askerle paylaşıyordu.
Zabit vekili olarak muharebelere katılan Mehmed Fasih Efendi, Kanlısırt Günlüğü isimli eserinde askerlere verilen yemekten, çay, kahve ve nargile keyfinden de bahseder:
“26 Ağustos 1915: Yemek yedik, güzel bir imambayıldı, bir nargile, bir kahve ile güzel bir keyif yaptım.
1 Eylül 1915: Bir kahve ve bir nargile aşk ettim. Yemek geldi, yedim. Biraz gazete okudum. (…) Ateş yaktırdım, biraz sucuk kızartıp yedim.
26 Eylül 1915: Oturup yemek yediysem de canım istemiyor. Sucuk ve bulgur pilavından birkaç kaşık aldım, karnım doydu, kahve ile nargileyi çektim.
3 Ekim 1915: Yemek hazır fakat canım istemiyor, zorla mantı ile lapayı yedim, kahve ile nargileyi çektim.
16 Ekim 1915: Yemek geldi. Izgara köftesi ve çorba oturup yedim.”
Savaş ortamında her şeyin güllük gülistanlık olması umulur mu? İaşe meselesi tabii ki zaman zaman şikâyetlere de konu oluyordu.
Günlüğü diğerleri içinde en zengin muhtevaya sahip ihtiyat zabit namzetlerinden İsmail Hakkı Efendi Gelibolu’dan Kafkaslara isimli eserinde “Erzak olarak verilen şey, 500 gram yağla, 2,5 kilo pirinç, bir miktar tuz ile bir kalıp sabundan ibaret. Hani bunun eti, sebzesi?” demekten kendini alamamıştır. Dikkat edilirse burada bile temel gıda maddelerinin eksik olmadığı görülür.
İhtiyat zabiti Münim Mustafa da Cepheden Cepheye isimli hatıratında siper hayatının zor geçtiğini, ışığa hasret kaldıklarını, en çok da canının sirke ve şeker çektiğini ifade eder. “Aman Allah’ım, bunlar ne yılışık mahlûklardı. Yemek yerken çatalımızın ucundaki lokmaya binlerce sinek hücum ediyordu” diyerek sineklerden şikâyetini dile getirir.
Temmuz, Ağustos aylarında Güney Grubu’nda erzak sıkıntısı ortaya çıktığında Grup Kumandanı Vehib Paşa müdahale ederek özellikle askere dağıtılan kurumuş ekmekten ve kurtlanmış bakladan şikâyetçi olmuş, 25 gramlık sığır etinin yeterli olmadığını ifade etmiş, genel karargâh ve ordu merkeziyle görüşerek gerekli tedbirlerin alınması sağlanmıştı.
Mehmetçiğin emsalsiz hediyesi
5. Ordu’nun idare ve lojistiği üzerine yapılan araştırmalar, belgeler ile savaşa katılmış subay ve erlerin hatıralarından çıkan sonuç şu ki, Çanakkale Cephesi’nde Osmanlı ordusu kısa süreli kriz anları dışında açlık çekmemiş ve erzaksız kalmamıştı. Öğünlerde birkaç çeşit sulu yemek ve ekmek dağıtılıyordu. Muharebelerin en kızıştığı anlarda, siper savaşlarının uzadığı ve gece taarruzlarının yapıldığı zamanlarda tabii ki yemek yemeğe fırsat olmuyordu. Birkaç gün uykusuz kalan askerin normal bir beslenme düzeni olacağını iddia etmek mümkün değildir.
Depolarda uygun şekilde muhafaza imkânı olmayan bazı gıdalarda bozulma, kurtlanma ve ıslanmalar gözlenmişti. Peksimetlerin çok kuruyup acemi askerlerin dişlerini kırdığı da bilinir. Öte yandan askerler yakınmak yerine bozuk gıdalarla dalga geçmek suretiyle yaşanan sıkıntıyı hafifletmeyi tercih etmişlerdi.
Son olarak belirtmek gerekir ki, Balkan Savaşlarında tesis edilmeye çalışılan menzil sisteminin en iyi işlediği ve kurumsallaştığı cephe Çanakkale’dir. Savaş alanının devlet merkezine ve üretim sahalarına yakınlığı yanında bölgedeki ulaşım yollarının elverişli olması Gelibolu Cephesi’nin lojistiğini kolaylaştırmıştı. Ayrıca buradaki muharebeler Cihan Harbi’nin ilk yıllarına, dolayısıyla ülke kaynaklarının henüz tükenmediği günlere denk gelmişti. 1915 şartları ile imkânların tükenmeye başladığı 1917-1918 şartları arasında önemli farklar olduğunu bilmek gerekir.
Şartların nispeten elverişli olduğu bu cephede Mehmetçik tarihin en şanlı ve mukaddes zaferlerinden birini armağan etmişti ülkesine. Ruhları şad olsun.