Televizyon ve radyo yayıncılığında kalite sorunu
Kanal7 Medya Grubu Yönetim Danışmanı Muzaffer Şafak, 'Televizyon ve radyo yayıncılığında kalite sorunu' başlıklı bir yazı kaleme aldı.
İşte Muzaffer Şafak'ın o yazısı:
Günümüzde, zaman, alışkanlıklar, teknoloji , ilişkiler kısaca tüm değerler yeniden yavaş yada bazı konularda hızlı olarak değişmeye başladığını gözlemliyoruz. Hayatımızın ve yaşantılarımızın referans değerleri de değişiyor. Teknolojinin sunduğu yenilikler yada ‘’değişiklikler’’ artsa da bazen yolunda gitmeyen şeylerin olduğunu görmeye başlamadık mı?
Bireysel ve sosyal alana pek değinmeden ve bu konuyu yetkili uzmanlara bırakarak, biz daha çok içerikler ve teknik hakkında konuşmalıyız.
Değer ölçmek, çoğu olguda olduğu gibi mukayese ile daha sağlıklı sonuçlar veriyor. Biz de hem ülkemizde hem de yurtdışı örneklerden yola çıkarak yeni ve rasyonel referanslar elde etmek belki fayda sağlayabilir. Hatta her ikisini konsolide ederek daha kollektif sonuçlar elde edebiliriz. Bu sonuç belki de daha makul ve kabul edilebilir olabilir.
İÇERİKLER :
Ülkemizde, Televizyon ve Radyo teknolojilerindeki yayın kalite sorunu giderilmemişken özellikle Televizyon ve Radyo yayınlarındaki içerik kalite sorunu dikkat çekmektedir.
Televizyon ve Radyolardan iletilen içerikler elbette konumuz dışında amacımız bu içeriklerin ekran yansıtılma biçimleri ile ilgili olacaktır. Kullanılan dil ,diksiyon , mimikler ,hareketler, makyaj, ifade, moderatör kalitesi ,konu bütünlüğü, yayınları ve programları doğrudan etkileyen ve izleyicide olumsuz kanaatler oluşturan nedenler olarak ele alabiliriz. Özellikle moderatörlerin , progam ,yönetim, sunum, müdahale gibi görevleri olması gerekirken, konular hakkında uzun ve taraflı yorum yapması ve yönetim tarzlarının bir an önce yayın kuruluşlarının yöneticileri tarafından ele alınmalıdır.
Bu tarzı benimsemeyen, programları olması gerektiği şekilde sunmaya çalışan nötr moderatörleri ekranlarda az da olsa bir süredir görmeye başladık. Sayılarının artmasını umuyoruz.
Şimdi biraz da zülf-i yâre dokunma zamanıdır; İzleyiciler bu nedenlerle her geçen gün bu tür programlardan ve klasik haber kanallarından uzaklaşıyor. Ekranlarda neredeyse her gün, siyasi, ekonomik ve politik benzer konular, benzer konuşmacılar ve konuşmacılar gibi davranan ve konuklarını reyting uğruna kızıştıran, insicamlarını etkileyen yada bozan , konuşmaları bölen, tansiyonu bilerek ve isteyerek yükselten, konuklarından çok kendi düşüncelerini anlatmaya çalışan , program boyunca yorum yapmaya çalışan, dersini pek çalışmamış moderatörleri görüyoruz! Bu tür moderatörlerin varlığı ve tarzı, ilgili televizyon kanalının toplam kalitesini de olumsuz etkileyeceği düşünülmelidir.
Her ne kadar 50 + yaş grubundaki izleyiciler geçmiş alışkanlıkları nedeniyle bu tarzı benimsemiş olsa da genç kuşaklar daha sakin ve suhulet içinde devam eden programları tercih ettikleri görülmektedir.
Genç kuşakların bu taleplerine rağmen, çok sayıda haber kanalı önceki yöntemleri bıkmadan tekrar etmede bir beis görmüyor.
Aslında bu alanda profesyonel örnekler dünya Televizyonlarına ve gelişmiş ülkelere baktığımızda hayli fazla olduğunu görebiliyoruz.
David Rubinstein, Walter Cronkite ,Stephanie Ruhle , Gayle King ,Andersen Cooper,ve diğer benzerlerinde olduğu gibi, konusuna hâkim, doğaçlama yapmaktan kaçınan, analitik bakış açısı sunabilen ,kavgacı üslup yerine konuları sakin olarak ele alan , ufuk açan, fiziğinden çok sunumuyla ön planda olmaya çalışan, mütevazı ve kaliteli Moderatör örnekleri Avrupa ve Amerika’da program yapan çok sayıda yayın kuruluşunda yer alıyor.
Bu durum belki kültürümüzle, çevreyle , eğitim , yetiştirilme tarzı gibi bir çok farklı ancak etkili sebeplerle ortaya çıkıyor olabilir. Ülkemizde benzer örnekleri görmeyi umuyoruz. Umarız ayni şekilde dingin programları izleme şansı elde ederiz.
Yayın kuruluşları ve yöneticileri dil kullanımı, diksiyon, teknikleri gibi yukarıda anlatılmaya çalışan olumsuzlukları bir an önce gidermenin yöntemlerini hayata geçirmelidir.
YAYIN TEKNİKLERİ :
Kaliteyi öncelikle teknik olarak ele almalıyız. Halihazırda yayın yapmakta olan Televizyon yayınlarındaki iletim tekniklerini ve kullanılan standartlar olarak;
Kullanılmakta olan HD ( High-Defination) yayınlar 2006 yılının son çeyreğinde izleyici ile buluşmaya başladı. Ardından diğer majör kanallar kısa süre içinde bu tekniğe geçiş yaptılar.
Bu tarihten çok önce, büyük ekran 40 inch ve üstü panel Televizyon alıcıları satılmaya başlaması televizyon kuruluşlarının de bu standarda geçmesini zorladı ,elbette küçük ekranlardan SD ( Standart Defination ) yayınları izlemek iyi olmasa da bir süre devam ettirilebilirdi ancak izleyicilerin büyük ekranlara geçişiyle SD yayınların izlenme ve çözünürlük sorunlarını gündeme taşıdı, bunun tek çözümü ise HD ‘ye geçilmesiyle aşılabilirdi.
16 yıl sonunda teknoloji hızını kesmeden yeni standartlar yeni ve ilginç ürünleri üretmeye devam ediyor. HD format’a bile Avrupa ,Uzakdoğu ve yeni kıtada artık pek rağbet edilmiyor.
Ultra High defination 4 K ve hatta yıllar önce Hong Kong’ta 8 K testleri bile başarıyla gerçekleştirildi. Kısaca artık HD çözünürlük neredeyse terk ediliyor. Buna rağmen ülkemizde , artık kullanılmayan ve neredeyse konuşulmayan SD yayınlar, HD ile birlikte eş zamanlı iletilmeye devam ediyor. TV kuruluşları karar verip rasyonel olmayan bu formatı kullanmaya son vermeleri halinde uydu kapasitelerinin gereksiz ve efektif olmayan kullanımına da son vermiş olacaktır.
Özetle, izleyicilerin evlerindeki, TV ekran boyutlarının her geçen gün artması nedeniyle TV kuruluşlarının kısa süre içinde 4 K formatına geçmeleri lüzumlu hale gelmiştir.
4 K çözünürlüğün getirdiği görüntü kalitesinin izleyicilere transferi ve içeriklerin net keskin ve izlenebilir hale gelmesiyle izleyicilerin sosyal medya ve internet üzerinden iletilen yayınlara ve içeriklere gerçek bir alternatif olacaktır.
Yayın kuruluşlarının UHD 4 K’ya geçmeye karar vermeleri halinde; resim kalitesi, ışık, makyaj, yakın plan çekimler gibi bir çok kaliteyi de izleyicilerine sunabilecektir.
Ayni değişim ve iletim tekniği değişikliklerinin de Radyo yayınlarında yapılması gerekli hale gelmiştir. Hali hazırda Türkiye’de yayın yapan Ulusal ,Bölgesel ve yerel yayıncı sayısı 1000 adedin üzerindedir. Bu radyo kuruluşları hala analog yayınlarını Frekans modülasyonlu olarak 87.5 ile 108 Mhz arasındaki frekans bandından 200 Khz aralıkla iletmeye devam ediyor.
Taşıyıcıların 200 Khz aralıklı olarak bu bandtan iletilmesi özellikle megapollerde yayınların çok sayıda olması nedeniyle ciddi enterferanslara neden olmaktadır. Örnek olarak İstanbul’da ayni anda 100 radyo kanalının 200 Khz aralıkla yayın yapması ise Avrupa yayın birliğinin( ITU) 300 Khz standardını ihlal etmektedir. Bunun sonucu olarak komşu frekansların birbirlerini etkilemesi kaçınılmaz olmaktadır.
Çözüm olarak Avrupa’da ve US’de 1990 yılından itibaren FM frekans bandında yada diğer frekans bantlarından yapılan DAP ( Digital Audio Broadcast) DAB + DRM , Digital Radyo yayın tekniklerinin uygulanmaya başlanmıştır.
Bu tekniğin sağladığı, ses kalitesi ve taşınan yayın sayısının artmasına imkan vermiştir. Ayrıca bu frekanslardan başka yararlı informasyonların da yayınla birlikte iletilebilmesi Radyo yayıncılığını ilginç hale getirecek ve Analog yayınlardaki sınırlı sayıdaki yayınların iletimi, enterferans ve intermodülasyonları da sona erdirecektir. Elbette karasal ve digital radyo yayıncılığının yapılması yada yapılmasına karar verilmesi faydalı olmakla birlikte diğer yayıncılarda olduğu gibi iletim İnternet üzerinden yapılan mecralara evrilmektedir.
Radyo ve Televizyon yayıncılığının klasik yöntemlerle yani karasal vericilerle hangi teknik yada teknoloji ile yayınlar iletilirse iletilsin her geçen gün bu yöntem hızla terk edilmektedir. Buna nedenleri bu networklerin kurulması işletilmesi ve sürekliğinin zor zahmetli ve ekonomik olmaması, Televizyon yayınlarında olduğu gibi Radyo yayınlarının da hızla internet üzerinden güçlü müzik platformlarının kurulmasıyla terk edilmektedir. i
Sanıyoruz yakın gelecekte Radyo ve Televizyon yayınlarının iletimi vericiler ve Uydular üzerinden yapılması teknik , ekonomik ve stratejik nedenlerle vaz geçilecektir.