Keşanlı Ali TOKİ'ye taşındı
En iddialı müzikallerden 'Keşanlı Ali Destanı', yeni yorumlanmış haliyle sahnede...
Nazan Özcan'ın haberi
Keşanlı Ali Destanı’yla ilk kez müzikal yapıyorsunuz değil mi?
Bu sene Sadri Alışık Kültür Merkez’inin 15. senesi. Yani Sadri abiyi kaybedeli 15 sene olmuş. Kerem Alışık ve Yavuz Bingöl önerdiler Keşanlı’yı yapalım diye. Öyle çok naz da yapmadan girdim işe. Ama müzikal yapmak çok zor. Literatürümüz zengin değil. Müzikal oynamaya alışkın oyuncu da pek sınırlı. Son derece ünlü, sevilen bir oyun olmasına karşın oyunun eskimiş olması da bir zorluk. Meselesi eski değil, biçimi ve dili eski. Ne öyle eski siyasetçi tipi kaldı, ne öyle bir siyaset biçimi. Sosyolojik olarak parametreler değişti, artık öyle bir yoksulluk yok, artık öyle bir işçi sınıfı yok, öyle bir gecekondu yok.
Bu durumda siz nasıl bir yorum yaptınız?
Yorumum şudur: Yıl 2011, gecekondulular yani Sineklidağ ahalisi, şehrin dışına itilmiş, TOKİ bloklarında yaşıyorlar, yatay yerleşimden dikey yerleşime geçmekte zorluk çekiyorlar. Gene şehrin çöpünü topluyorlar, şehirde seyyar satıcılık yapıyorlar, şehirde alışveriş yapılan ama birlikte yaşanmak istemeyen, görmezden gelinenler onlar. Ve onlar da yıkılmış dökülmüş bir yazlık sinemada toplanıp sosyalleşmeye çalışıyorlar. Sevgililer orada buluşuyor, komşular orada konuşuyor, yiyor içiyorlar. Ellerinde de bir film makarası var. Çok uzun yıllar önce çekilmiş ve sinemada kalmış olan, Keşanlı Ali Destanı filmi var.
Yani müzikalin başlangıcında projeksiyondan yansıyan Gülriz Sururi ve Engin Cezzar’ın oynadığı Keşanlı Ali. Saygı duruşu yani.
Tabii ki. Bu oyunu nerden öğrendiğimizi ve unutmadığımızı söylüyoruz. Onu seyrederken film birkaç kere kopuyor. Ve bir kopma arasında, Sineklidağ ahalisi Keşanlı Ali’den öğrendiklerini kendi yaşamlarıyla birleştirerek oynamaya başlıyor. Biz de Keşanlı’yı oynayan gecekonduluları seyrediyoruz. Biraz katmanlı, prizmatik, oyun içinde oyun. Yeni olan budur.
Keşanlı Ali Destanı’nda her şey var, aşk, cinayet, işçi sınıfı, yoksulluk, zenginlik, siyaset vs.... Sizi oyunda cezbeden neydi?
Saydığınız şeyler oyunun aşınsa da vazgeçilemeyen yanları. Beni ilgilendiren kısmı, mahalle baskısı yüzünden bir başkasının cinayetini üstlenip bir kimlik kazanmaya çalışan Keşanlı Ali’nin, eninde sonunda baskının artmasıyla gerçek bir suçluya dönüşmesi. Değişmeyen budur Türkiye’de. Biz bebekten katil yaratan bir coğrafyada yaşıyoruz. İçimizdeki o kötü, o kolaycı, o sorumluluk almayan, hep başkasının elini taşın altına koymasını isteyen haldir eskimeyen. Benim ilgimi çeken de o. Aslında modası geçmiş oyun yoktur. Habire aynı oyunlar aynı şekilde sahneleniyorsa o, oyunun eskiliği değil, sahneleyen kafanın eskiliğidir. Oyunları yenilemek, yazarların değil, yönetmenlerin işidir.
Destan ama Keşanlı Ali kahraman bile değil.
Keşanlı, bir ayakta kalma destanıdır. Başkasının cinayetini üstlenerek kimlik kazanıyor, daha sonra hapishanede ayakta kalıyor, sonra gelip muhtar oluyor. Esnaftan para topluyor, seçimden sonra veririz diyor, kumardan mano topluyor, dışarı temizliğe giden kadınların trafiğini ayarlıyor. Âşık olduğu Zilha’nın dayısının cinayetini üstlendiği için hapse giriyor. Zilha’ya ben öldürmedim diyor, onun dışında herkese ben öldürdüm diyor. Ayakta kalmaya çalışan bir küçük adam. Bir kahramanlık yok. İnsanın insan olma hallerinden biridir Keşanlı. O yüzden ne küçümseyelim ne şişirelim Keşanlı’yı. O mahallede ayakta kalan herkes kahraman aslında. Ama en azılı olanın hikâyesini dinliyoruz biz.
Hatta müzikaldeki en dürüst karakter Zilha gibi.
Saf desek! Açık sözlü ve bozulmamış bir kadın. Mesela evlilik işinde nikâhı basarsan olur, diğeri olmaz diyor. Orta sınıf burjuvaların üzerinde konuşabileceği bir ahlak değildir o. Ahlak, dürüstlük, namus kendini bozmadan ayakta kalma biçimidir. Ama yaşamaktır esas olan. Oradaki karakterlerin hepsini kutuplara götürsen, geri dönerler ya da orada da ayakta kalırlar. Yaşamak için bizim ihtiyaç duyduğumuz paralara, mekânlara, ilişkilere, mülke ihtiyaç duymayan karakterler olan. Zilha’nın en çok coşkuyla anlattığı şey, her gün yıkanan derinin ne kadar yumuşak olduğudur. Bir ay sonra banyo olduğunu söyleyince gülüyoruz, ama Haldun Taner tuhaf bir yazar. Şaka yaparken çok ağır şeyler söylüyor. Bu cümle başlı başına bir oyundur.
Bu oyun çok trajik olabilirdi, bu insanları eğlenceli yapan kısım ne, nasıl başarıyorlar?
Yaşama dürtüsü. Van’da insanları kaybettik, sinagoglar patladı, insanlar öldü. Bu ülke Maraşlar, Çorumlar, Sivaslar gördü. Yaşı büyütülüp asılan, baklava çaldı diye sekiz yıl hapse çarptırılan çocuklar, adliye önlerinde 57 yerinden bıçaklanan kadınlar gördü. Evet gündelik hayatta hâlâ gülüyoruz. Tiyatro bir şeyi kurtaramaz, değiştiremez. Ama o akşam salona gelen birinin kafasında bir soru işareti yaratırsa, birisini şüpheye düşürürse, o kişi yarın öbür gün bir devrim yapabilir. Biz o kişiye ilham vermeye çalışacağız.
Çağan Irmak’ın çektiği Keşanlı Ali dizisi de başlıyor.
Dizi olarak çekilmesi sevindirici bir gelişme. Televizyon, tiyatro, sinema rekabet etmez, birbirlerine faydaları olur ancak. Yapılan yeni yorum kendisinden önce yapılanların hepsinden güç alır. Hepsine selam yolluyoruz, hepsi birbirine süt olsun.
Aralık’ta sahnede
42 oyuncunun rol aldığı, bütçesi 100 milyarı aşan müzikal için üç ay prova yapıldı. Müzikal 17, 19 ve 25 Aralık’ta Maslak TİM’de, 20 Aralık’ta CKM’de ve 22 Aralık’ta Kozzy’de oynanacak.
Bir yıl arayla iki farklı Keşanlı
Geçen sene İskender Altın’ın sahnelediği Keşanlı’yı oynadık, hatta Broadway’de de gösteri yaptık. Ama bu Keşanlı’yla hiç alakası yok. Bir oyunu bir yıl arayla farklı bir şekilde oynamak benim için keyifli ve ilginç oldu. Keşanlı sistemin içinde olan bir adam, suçu üstlenmiş, toplum baskısı yüzünden o yalan gerçek olmuş. Ama bu adamın duygusal bir yanı da var. O benim hoşuma gidiyor. Konservatuvar yıllarında hocalarımızın götürdüğü bir Keşanlı’yı seyretmiştik. Sonra 90’lı yıllarda bir kez daha seyrettim. Gülriz Sururi ve Engin Cezzar’ların oynadığı Keşanlı’yı seviyorum.
UNUTULMAZ YORUM
‘Oyun kanatlanmış uçuyordu’
Gülriz Sururi, Kıldan İnce Kılıçtan Keskince kitabında ‘Keşanlı Ali Destanı’nı şöyle anlatıyor: “Tanrım yardım et ne olur, bu gece rezil olmayalım. Saat yediye geliyor, ikinci perdenin dekoru yok ortada. Dekorları geçtim, oturacak koltuk bile yok... O sırada bir yandan resimler çektiriyoruz, kostümler dağıtılıyor, aksesuvarlar yerlerine yerleştiriliyor, kırk kişi sahnede ordan oraya koşturup duruyor ve her kafadan bir ses çıkıyor. Genco: ‘Bu böyle mi olacak, şu nereye konacak,’ öte yandan maestro bağırıyor: ‘Olmadı en baştan.’ Ve birden başladım zırlamaya... Ağlıyorum ama ne ağlama... Sesim kısılıyor sonunda ağlamaktan. Makyaj filan hak getire....”
Ben o güne kadar hiçbir oyunda, tüm oyuncuların canını dişine takıp olan olmayan yeteneklerini böylesi ortaya koyduklarını görmemiştim. Oyun kanatlanmış uçuyordu. Seyirciyi de ardından koşturarak. Engin sahneye girene kadar rahatlayamadım gene de çelik gibiydim sinirden. Engin, ilk kez yerli bir tip oynayacaktı ve de hapisten çıkmış, külhan bir ağızla konuşan, pabucuna yan basan Keşanlı Ali bu yerli tip. İşte daha ilk anda seyircinin Engin’i severek kabul ettiğini görünce rahatladım birden. Ve o rahatlıkla girdim sahneye...”
Alkışlar bitmek bilmedi
“Artık ikinci perdenin dekoruna filan aldırdığım yoktu, dekorsuz bile oynasak olurdu, ne olacak. Hiç provasız, kusursuz bir şekilde tamamladım Nevvare, Zilha değişmelerini. Nevvare’nin şarkısında orkestra provasını yapamadığım için aradaki sözsüz bölümlerde kendi kendime sahnede müzik eşliğinde ilk kez ufak bir koreografi yapıveriyordum. Genco kulisten şaşkın seyrederken kutluyor bir yandan beni. Ve Semiha’nımın etkili sesiyle seyirciye söylediği, ‘yoksa sen de bencileyin saf mısın, ey ahali bizim kadar kolayca kanar mısın ahali’ sözüyle bitti Keşanlı Ali Destanı. Ama alkışlar bitmek bilmedi, o gece ve her gece. Perdeci açıp kapamaktan yorulmuştu.”
Radikal