ABD’nin Filistin politikasının 100 yılı
- GİRİŞ21.09.2024 09:13
- GÜNCELLEME21.09.2024 09:13
Bugün (21 Eylül 2024), ABD Kongresi’nin Lodge-Fish Kararı olarak da bilinen ve Filistin topraklarında bir yahudi yurdu oluşturulmasına dair kararının onaylanmasının 102. yıl dönümüdür. 21 Eylül 1922’de onaylanan bu kararla ABD Kongresi, İngiliz Emperyalizminin Filistin topraklarında yahudiler için bir “yurt” oluşturulmasına dair Balfour Deklarasyonu’nu desteklediğini ortaya koydu. ABD Kongresi’nin her iki kanadı tarafından onaylanan karar Başkan Warren G. Harding tarafından da imzalanarak ülkenin Filistin’le ilgili resmi politikasını belirledi.
Filistin topraklarında siyonist işgal rejiminin oluşturulması Batı emperyalizminin bir oyunu olduğu gibi bu güne kadar ayakta kalabilmesi de onun desteğiyle mümkün olabilmiştir. Bu yönüyle siyonist işgal devleti İngiliz emperyalizminin gayri meşru çocuğudur. İngiliz emperyalizmi 1917’de yayınladığı Balfour Deklarasyonu’yla, Filistin topraklarını kendisi için değil uluslararası siyonizmin devletleşmesine imkan sağlamak amacıyla işgal ettiğini ilan etmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı emperyalizminin dümenine, yine İngiliz emperyalizminin bir çocuğu olan ABD geçtiğinden, uluslararası siyonizmin İngiliz işgalcilerin himayesi altında Filistin topraklarına yerleştirdiği yahudi göçmenlerin arasından çıkan siyonist terör örgütlerinin aralarında ittifak kurmasıyla ilan edilen “İsrail” isimli gayri meşru işgal devletini himaye etme görevini de ABD yönetimi üzerine almıştır. Bugüne kadar bu gayri meşru işgal rejiminin varlığını sürdürebilmesi de ABD’nin yardım ve destekleriyle mümkün olabilmiştir. İngiliz emperyalizminin desteği olmadan siyonist terör örgütlerinin devletleşmesi, ABD desteği olmadan da kurulan terör devletinin ayakta kalması mümkün değildi.
Amerikan Kongresi’nin 21 Eylül 1922 tarihli kararı işgalci anlayışın bir ürünüdür. Çünkü kararda Filistin’de yahudiler için bir yurt oluşturulması öngörülüyordu. Oysa o tarihte Filistin toprakları boş değildi. Üstelik nüfus yoğunluğu bakımından da dünyanın önde gelen bölgelerinden biriydi. Nakab çölü dışındaki bütün topraklarının tarıma elverişli olması, hem Kızıl Deniz’e hem de Akdeniz’e sahilinin olması, bunun yanı sıra Afrika ve Asya kıtalarını birbirine bağlaması sebebiyle o günün şartları açısından azımsanamayacak sayıda insanı barındırıyordu. Dolayısıyla dünya yahudilerinin o topraklara nakli, o topraklarda yaşamakta olan insanların göçe zorlanmasını gerektirecekti. Böyle bir şeyin hedeflenmesi ise tam anlamıyla saldırgan, işgalci, sömürgeci ve ilkel bir anlayışı yansıtır.
Siyonist işgal rejiminin kurulmasından sonra ABD siyasi, diplomatik, ekonomik ve askeri yönden sürekli ona yardımcı olmuş; ayakta kalmasını sağlamak için her türlü fedakarlıkta bulunmuştur. Bütün aşırılıklarının, katliamlarının, saldırılarının örtülmesi, uluslararası alanda sorguya çekilmemesi için başta BM olmak üzere muhtelif uluslararası kurumlar nezdinde sahip olduğu baskı gücünü sonuna kadar değerlendirmiştir.
İşgal rejiminin meşrulaştırılması için diplomatik alanda önemli ataklar gerçekleştirmiş; genelde tüm dünyada, özelde Arap dünyasında baskı ve etki gücünü sonuna kadar değerlendirmiştir.
Ürdün Kralı Hüseyin’i FKÖ milislerini sürgün etmek için 1970’te Kara Eylül Harekatı adı verilen bir operasyon düzenlemeye zorlayan ABD idi. İşgal rejimini ilk tanıyan Arap ülkesi olan Mısır’ın Arap dünyasından gelecek bütün tepkileri göze alarak Camp David Anlaşması imzalamaya ikna eden ABD olmuştur. İşgal rejimini 1987 sonunda patlak veren intifadanın kıskacından kurtarmak amacıyla FKÖ’nün ileri gelenlerini, işgal rejimini muhatap almaya ikna etmek için serap gösteren ve böylece Madrid sürecini başlatılmasını sağlayan ABD’dir.
İşgalci siyonistlerin bir yıldan beri sürdürdükleri soykırım savaşında ABD’nin gönderdiği teçhizatın, füzelerin ve bombaların kullanıldığı, bu savaş yüzünden işgal rejimi ekonomisinde hasıl olan krizin onu fazla sarsmaması için finansmanı ABD’nin sağladığı bilinen bir gerçektir.
Ahmet Varol / Yeni Akit Gazetesi
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol