Zorunlu Bir Açıklama
- GİRİŞ15.08.2009 09:32
- GÜNCELLEME15.08.2009 09:32
Çeşitli gazetelerin bir kısım köşe yazarları, 8 Ağustos Cumartesi günü bu sütunda çıkan “Ümit Pamir”in Önerisine Hazır mıyız?” başlıklı yazıma gönderme yapan görüşler yayımladılar.
İleri sürdüklerimi üzerinde durmaya değer buldukları için kendilerine teşekkür ederim.
Değerli diplomat Ümit Pamir’in bir önerisinden yola çıkan bu yazı ile ilgili kimi yanlış anlaşılmaları önlemek için bu satırları kaleme almayı zorunlu buldum.
Sayın Pamir’in ileri sürdüğü “Kürt halkına Türklerle birlikte yaşamak isteyip istemedikleri sorulsun” düşüncesine yıllardır katılmaktayım.
Buna katılamayacak hiç kimse yoktur sanırım. Çünkü sorunun özü Kürtler ile Türklerin bir arada yaşama iradelerinin olup olmadığıdır.
Eğer Kürtlerin çoğunluğu Türkler ile bir arada yaşamak istemiyorsa, onları bu ulus devlet içinde yaşamaya kim mecbur edebilir?
Atatürk’ün de benimsediği, ırkçı temele dayanmayan, yalnızca bir arada yaşama iradesi üzerine oturtulmuş, Renancı ulus görüşüne göre de ortak yaşama iradesi olmayan insanların ve toplulukların bir ulusu oluşturamayacakları açıktır.
Bu durumda onları silah zoruyla ulus devletin içinde tutmak kalıyor ki, o zaman da gerçek ve çağdaş bir ulus devletten söz etmek olanaksızdır.
Kaldı ki büyük çoğunluğu tek başına bağımsız yaşamak isteyen insanları, bu görüşten caydıracak bir gücün olmadığını tarih kanıtlamıştır.
***
Demek oluyor ki, meselenin özü birlikte yaşama iradesi olunca, bunun varlığının ya da yokluğunun araştırılması da kaçınılmazlaşıyor. Bunun tek yolu da halka sormak.
Burada hemen bir noktayı belirteyim. Bu yoklama, halkların kendi kaderlerini tayin hakkından doğan bir halkoylaması değildir. BM’nin 1960 tarihli ve 2625 sayılı Azınlık Bildirgesi’nde bunun nedenleri belirtilmiştir.
Ama bu durum fiiliyatta bir şeyi değiştirmiyor.
Burada çokça içine düşülen bir yanlış çukuru var. Deniyor ki, “Kürt sorunu onlara sorularak çözülmeli”. Evet doğrudur. Ama Kürt sorununun bir Türkiye sorunu olduğu da doğrudur ve mademki Türkiye çapında birlikte yaşama iradesi aranmaktadır, Kürtlere sorulan soruların Türklere de sorulması zorunludur.
Ayrıca “Arkadaş sen birlikte yaşamak istiyor musun” sorusu bir anlamda soyuttur. Böyle bir soru sorduğunuzda, şu yanıtı almanız kaçınılmazdır:
- Hangi koşullarda birlikte yaşamayı soruyorsun?
Demek ki başlangıçta soruya alacağınız soyut yanıttan sonra, bir arada yaşamanın koşulları saptanacak ve sonra soru şu doğru şekliyle sorulacaktır:
- Arkadaş, şu koşullar altında, şu şekilde bir arada yaşamaya hazır mısın?
***
Tabii ki yukarıdaki sorunun taraflardan yalnızca birine değil ikisine de sorulması gerekir.
Gerçi ilk bakışta, Türklerden olumsuz bir yanıt çıkması beklenmediğinden soru abes gibi görünebilir.
Ama unutulmaması gereken nokta, Türklerin bugünkü statüde bir arada yaşamaya “evet” dedikleridir.
Yarın öbür gün, başka statüler gündeme geldiğinde şimdi statüden şikâyetçi olanların kabul edebilecekleri koşullara bakan kimi insanların “Arkadaş, ben bu koşullar altında birlikte yaşamaktansa, daha küçük, daha türdeş, daha dayanışmacı, gerçek bir üniter devlet istiyorum, bu koşullar altında bir arada yaşamak değil” diyebilir ve bu durumda, “Sen bana niye sormuyorsun, Kürt kardeşe tanınan hakkı, Türk kardeşe niye tanımıyorsun” diye sorabilirler.
Bütün bu anlattıklarımın, “Türk ayrılıkçılık” veya “Ver kurtulculuk” ile hiçbir ilgisi yoktur. Bütün bunlar, açılım ve tartışma başladı mı, kaçınılmaz olarak geçilecek aşamalardır.
Bu ihtimalleri derpiş etmeden tartışmaya başlamak hayalciliktir.
Son olarak, bu yazıda sık sık Türkler ve Kürtler deyimleri geçti. Herhalde bunun faturası da bu ayırımı tartışma alanına sokmamış olan bize çıkarılamaz.
Konuşacaksak, her şeyi, yasaklamadan, kızmadan, saçma sapan etiketlere başvurmadan özgürce konuşalım.
Ali Sirmen - Cumhuriyet
asirmen@cumhuriyet.com.tr
Yorumlar7