Patrik Haksız mı?
- GİRİŞ25.12.2009 10:12
- GÜNCELLEME25.12.2009 10:12
Patrikhane’nin tarihimiz içindeki olumsuz rolünü, Kurtuluş Savaşı sırasındaki tavrını hemen hepimiz biliyoruz.
Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin Amerikan politikasını da arkasına alarak, siyasal nedenlerle ekümeniklik iddiasında bulunmasının ne gibi anlamlar ve tehlikeler taşıdığı da çoğu kimsenin meçhulü değil.
Ayrıca, Lozan’da Patrikhane’nin her türlü siyasi iddiadan vazgeçmesi koşuluyla, Türkiye topraklarında kalmasının kabul edildiği de, antlaşma metninde değilse bile, müzakere kayıtlarında var.
Bütün bunlar yadsınamaz gerçekler ve Türkiye’de ulus devletin Patrikhane’ye endişe ile bakmasında haklı nedenler olduğunu düşündüren öğeler.
Bu mülahazaları baştan belirttikten sonra, genelde Türkiye’deki azınlıklar, özelde Rum azınlığı, Patrikhane ve azınlık vakıfları konusundaki tavrımızın çağdaş ulus devlet kavramına laik devlet esprisine, çoğulcu demokrasiye ve nihayet uluslararası anlaşmalara uygun olduğunu ileri sürebilir miyiz?
Heybeliada Ruhban Okulu’nu bir an için bırakalım bir yana, Büyükada’daki yetimhane konusundaki tutumunuza ne demeli?
Azınlık vakıfları hakkındaki yargı kararlarımız yüzümüzü ağartıyor mu, bunlar AİHM tarafından da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygun bulunuyorlar mı?
***
Diplomaside, mütekabiliyet ilkesinin geçerliliği yadsınamaz. Hâlâ da her yerde uygulanmaktadır. Lozan Antlaşması’yla özellikle İstanbul’daki Rumlar lehine kabul edilmiş olan ayrıcalıkların karşı hükmü Batı Trakya’daki Türk azınlığın haklarına saygı gösterilmesidir.
Bu gerçek yadsınamaz.
Lozan’ın Batı Trakya’daki Türk azınlıkla ilgili hükümlerinin Yunan hükümetleri tarafından uygulanmayıp çiğnendiği de bir gerçektir.
Şimdi bu gerçekten yola çıkarak, ülkemizde zaten bir avuç kalmış olan Rum azınlığın Lozan’dan doğan haklarını tanıyıp, buna saygı göstermek gerekirken, mütekabiliyet ilkesini ileri sürerek şunu söyleyebilir miyiz:
- Onlar Batı Trakya’daki soydaşlarımızın haklarına saygı göstermiyorlar, biz de onların haklarını kabul etmiyoruz.
Buradaki Rumlar bizim yurttaşlarımızdır, onlar yabancı değillerdir. Kendi yurttaşlarımızın uluslararası anlaşmalardan doğmuş haklarını tanımak için mütekabiliyet aranır mı?
Buradaki azınlıkların hakları, Türkiye’deki demokrasinin mihenk taşı ve devletin onurudur.
Bu gerçekleri gördüğümüz ve o doğrultuda davrandığımızı söyleyebilir miyiz?
***
Bir dostum Rum annesinin gayrimenkul işi için gittiği tapuda, nasıl güçlüklerle karşılaştığını anlattıktan sonra, memurun onu yabancı olarak nitelemesinden duyduğu dehşeti anlatırken, şu hatırlatmayı yapmak zorunda kaldığını da eklemişti:
- Memur Bey, annem “yabancı” değil, sizin benim gibi bir Türk vatandaşıdır.
Memurun bu uyarıyı ne kadar anladığını sorduğumda, bana olumlu ya da olumsuz bir cevap verememişti.
Memurun, ham ervah biri olmanın ötesinde, Türkiye’de yerleşmiş bir önyargının yansıması olduğu Bakan Tüzmen’in NTV’den Oğuz Haksever ile yaptığı görüşmede söylediği “Yabancılar konuşurken, daha dikkat etmeliler” sözünden anlaşılıyor. Bakan’ın bu akıl almaz gafına karşı Allah’tan Haksever, düzeltme yapıp, Partik’in yabancı değil, vatandaş olduğunu anımsatmak gereğini duyuyor da, hepimiz ortak bir utancın içine düşmekten kurtuluyoruz.
Çok kötü bir dönem yaşıyor, çok kötü bir sınav veriyoruz.
Vatandaşın yarıdan çoğu Musevi ya da Hıristiyan ile komşu olmak istemediğini söylerken, Türkiye Cumhuriyeti’nin koca bakanı Türk vatandaşı bir Ortodoksu yabancı olarak niteleyebiliyor.
Ekümeniklik, Heybeliada Ruhban Okulu sorunlarını tartışırız, görüşlerimizi belirtiriz, ama şimdilik bırakalım onları bir yana, yalnızca yukarıda yazdıklarım bile kendisinin ve cemaatinin Türkiye’deki durumundan yakınan Partik’in pek de haksız olmadığını ortaya koymuyor mu?
Ben bu konularda devletimin ve toplumumun tutumundan pek fazla onur duymadığımı belirtmek isterim.
Ali Sirmen - Cumhuriyet
asirmen@cumhuriyet.com.tr
Yorumlar3