Devlet ve Aydın
- GİRİŞ01.01.2010 12:18
- GÜNCELLEME01.01.2010 12:18
Galatasaray Üniversitesi birinci sınıf öğrencilerine, hilafetin kaldırılması konusunda Kemal Tahir’in düşüncelerini tartışmayı önerdiğimde birden aklıma geldi ve sordum:
- İçinizde Kemal Tahir’i bilen var mı?
Sorunun muhatabı olan gençler, üniversite seçme sınavlarında en yüksek notları almış, derslerde bilgi ve kavrama yeteneklerinin yanı sıra yaratıcılıklarıyla da insana keyif veren öğrencilerdi.
Ama sonuç şaşırtıcıydı, Kemal Tahir’i bilen 2 kişi çıktı. Biri yalnız adını biliyordu, biri de bir kitabını okumuştu.
Gençliğimde Kemal Tahir fırtınalar koparan tartışmaların ortasında yer alırdı. Ülkemizde “Asya tipi üretim tarzı” kavramını o meşhur etmişti, “Devlet Ana” adlı yapıtında Osmanlı’ya o tahlille bakmıştı, Mustafa Kemal’e, hilafetin kaldırılışından, Köy Enstitülerine kadar birçok konuda olaylara değişik bakışıyla kimilerini çok hayran bırakmış, kimilerini kızdırmış, kimilerini de, ikna edemese bile uzun uzun düşünmeye sevk etmişti.
Kaderde onun son gecesinde de birlikte olmak varmış.
Mehmet Barlas’ın evinde, Mete Tuncay ile arasında oldukça sert ve nahoş bir tartışmanın geçtiği o gecede söylediği şu sözleri hiç unutmam:
- Hayatta yanılgılarım olmuş olabilir, yanılmış olabilirim, ama kanmadım.
Herkesin ayakta uğurladığı Kemal Tahir’den bana kalan son görüntü, eşiyle asansöre binmesi ve ardından kapının kapanmasıydı...
***
Kemal Tahir’i seven değerli aydın (politikacılığı ve dışişleri bakanlığı da var, ama en önemli ve silinmez özelliği bence “aydın”lığıydı) İsmail Cem, Kemal Tahir’in ardından o geceki o sözleri değerlendiren unutulmaz bir yazı yazmıştı.
Kemal Tahir, kolay unutulacak biri değildi.
Sağlığında zaman zaman kendisiyle görüşme imkânı bulmuştum.
Sabahattin Selek’in de bulunduğu sohbetlerinden birinde Orta Asya’daki Türklerden söz ederken;
- Bizim durumumuz onlarınkiyle kıyas bile edilmez, demişti.
Sonra da eklemişti:
- Onların kendi kurdukları devletleri yok, bizim ise var.
Üstünlüğümüz saydığı devleti, Kemal Tahir’i yıllarca hapiste tutmuş, ona çileler çektirmişti ve bu büyük yazarın bütün ömrü de, resmi devlet ideolojisiyle mücadele içinde geçmişti.
Yine de Kemal Tahir bu toplumun kendi kurduğu devletinin bir kazanım olduğunu düşünüyordu.
Kemal Tahir kimi Türk aydınlarında görünen tutumdan çok değişik bir tavır sergiliyordu.
Devleti olduğu gibi kabul eden, ona sığınan bir kapıkulu olmanın çok uzağında onu eleştiriyor ve hiç kuşkusuz kendi görüşü doğrultusunda düzeltmek istiyor, onunla mücadele ediyor, onun düşüneni, aydını ezen tavrına karşı çıkıyordu. Ama kendi devletinin düşmanı da olmuyordu.
***
Türk halkının çoğunluğunun akıllı olmadığını (kibarca ifade etmeye çalıştım) söyleyen (önce yüzde 60 olarak saptadığı bu çoğunluğu, sonra yüzde 93’e çıkarmıştı) Aziz Nesin de o halkı değiştirmeye çalışıyor, onun içinde bulunduğu durumu beğenmiyordu.
Ama Aziz Bey, halkın düşmanı değil, dostu idi, yalnızca onun koşullarının değişmesini isterdi.
Halkın da ona karşı durumu ilginçti, düşüncelerini paylaşmaz, hatta ona kızar, ama yine de kendisine hem sevgi, hem saygı duyardı.
Ne var ki, bu sevgi Sıvas olaylarını yaşamasını engellemedi. Aziz Bey ile yaptığım bir Sovyetler Birliği gezisinde, onun kıyasıya eleştirdiği, niletiklerine karşı olduğu devleti hakkında ne düşündüğünü daha iyi kavramama neden oldu.
Zaman zaman Aziz Bey’e bakar ve kendime şu soruyu sorardım:
- Türk aydını, düzeltmeye ve yüceltmeye çalıştığı, halkı ve devleti karşısında meşru müdafaa halinde yaşayan bir insan mıdır?
Ama hayatın gerçek acılarının içinden süzülen, deneyimlerini imbikten geçirip, eserlerinde bize sunan bu iki büyük yazar da, toplumlarının ve eninde sonunda onun eseri olan devletlerinin değişmesi demokratikleşmesi için mücadele veren kahraman savaşçılardı, onlar devletlerini dönüştürmek istiyorlardı, yok etmek değil.
Bilmem ki, 2010’a neden bu yazıyla girmek gereğini duydum?
Gelişi 2009’dan belli olan 2010’un, yine de, hepimiz için daha iyi geçmesini dilerim.
Ali Sirmen - Cumhuriyet
asirmen@cumhuriyet.com.tr
Yorumlar2