'Jak Bey'i Başaramadık
- GİRİŞ16.01.2010 10:28
- GÜNCELLEME16.01.2010 10:28
Malinçic Bey’i tanıdığım zaman Galatasaray’da öğrenciydim. Kurtuluş Savaşı’na katılmış olan, Sırp asıllı Malinçic Bey’in öyküsünü pazartesi okula gittiğimde tabii ki, arkadaşlarıma anlatırken, bir noktayı özellikle vurgulamayı da unutmamıştım:
- Adamın en kızdığı şey de, kendisine Bey yerine Mösyö denmesiymiş.
Profilo Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Jak Kamhi’nin, önceki günkü Hürriyet’te çıkan haberde “Mösyö Jak” deyişinden rahatsız olduğunu okuyunca yıllar yıllar öncesine gittim.
Bay Kamhi rahatsızlık duyduğu başlık ile ilgili olarak şunları söylemiş:
- Böyle bir hitabın ülke dışında kullanılması normal sayılabilir; ancak ülkemde övünegeldiğim yurttaşlığımın önüne Mösyö yazılmasına mana veremediğimi özellikle vurguluyorum.
Jak Bey, olaya alınmakta, daha ötesinde kızmakta çok haklı.
Yıllarca, sübjektivist iradeye dayalı, ırk, din gibi öğeleri öne çıkarmayan Atatürk’ün çağdaş Renancı ulus kavramının ülkemizdeki öncüsü olduğunu savunan bir kişi olarak bu tür davranışlara ben de çok kızmakta, kimi zaman ırkçı ulusçuluk belirtileri gördüğümde, kınamakta, Atatürk’ün ulus görüşünün böyle olmadığını haykırmaktaydım.
Böyle konuştuğum zamanlarda dostum Prof. Dr. Ata Sakmar da her defasında itiraz ederdi.
- Olması gerekeni söylüyorsun, teorik olarak öyle olabilir, ama pratikte bizde hiç de öyle olmuyor, derdi.
***
Çokuluslu bir imparatorluktan gecikmiş ulus devlete geçerken, dinci, ırkçı, şoven unsurlardan arınarak, ortak bir geçmiş yaratıp birlikte yaşamak ve daha güzel yarınları birlikte inşa etmek tutkusuyla kenetlenmiş çağdaş bir birlik oluşturmak fikri bana çok güzel gelirdi.
İkinci Dünya Savaşı sırasında, Alman parmağıyla fişteklenmiş ırkçı akımların, bizim ulusçuluğumuzla ilgisi olmadığını söylerdim.
Yahudiler konusuna gelince, Osmanlı içindeki seçkin konumlarını, tarihimiz içindeki işlevlerini, İttihatçılar döneminde işyerlerinin üstüne konan “Burası bir Yahudi dükkânıdır” yaftasının nasıl, “Burası bizdendir” anlamını taşıdığını bilirdim.
Ama o konudaki güvenim, ilk kez Türk vatandaşı olduğu halde, yaptığı haber beğenilmediği için sürülen Erol Güney’in öyküsünü öğrendiğimde sarsıldı.
Daha sonra çok dinledim antisemitik öyküler; üstelik çokuluslu bir imparatorluğun kozmopolit başkentinin çocukları olarak, hepsinin taklitlerini yaparak anlatıyorduk, bu öyküleri.
Varlık Vergisi kırımı sırasında çocuktum, olayı hatırlamıyorum.
Ama 6 - 7 Eylül olaylarını içinden yaşadım, utancını ise ömür boyu içimden atamadım.
***
Ama ırkçı olmayan, bir ulusun her gün yenilenen bir plebisit olduğunu söyleyen, bayrağı bayrak yapanın al kan değil, mutabakat olduğu düşüncesini yaratan sübjektivist ulus devleti savunmayı uzun yıllar sürdürdürdüm.
Ne var ki, olaylar o yönde gelişmiyordu.
Gerçi ulus birimi gittikçe savunulan görüş olmaktan çıkıyordu, ama yerini cemaat, tarikat alıyordu.
Türkiye’de yapılan kamuoyu yoklamaları, halkın çoğunluğunun, Yahudi, Hıristiyan ya da kendi dininden olmayanı ya da içki içeni, kızı şort giyeni, yani kendi gibi olmayanı komşu olarak istemediğini ortaya koyuyordu.
Azınlık vakıfları üzerinde baskılar dayanılmaz boyutlara varıyordu.
Ve nihayet Jak Bey, Mösyö Jak olmayıp Can Bey ile arasında dini inanış dışında hiçbir fark olmayan biri olduğunu kimseye anlatamamaya başlıyordu.
Ege bölgesinde bir kentimizde, Manisa’da, insanlar Roman vatandaşlarla bir arada yaşamak istemediklerini belirtiyor ve onları göçe zorluyorlardı.
Mösyö Jak hitabı da bir rastlantı değildi, Manisa’daki Roman - “Türk!” (ne demekse) kavgası da...
Her şey, ama her şey gösteriyordu ki, biz ırk, din, dil temeline dayanmayan ulus kavramını yaşama geçirmeyi, yani “Malinçic Bey’i” , “Jak Bey”i başaramamıştık.
Ali Sirmen - Cumhuriyet
asirmen@cumhuriyet.com.tr
Yorumlar1