Dile Kolay; 50 Yıl Olmuş
- GİRİŞ27.05.2010 08:50
- GÜNCELLEME27.05.2010 08:50
50 yıl önce bu sabah Türkiye Cumhuriyet tarihinin ilk askeri darbesine uyandı. 27 Mayıs 1960 sabahı Türk Silahlı Kuvvetleri iktidara el koymuştu.
O günden bu yana yarım yüzyıl olmuş. Dile kolay.
Bu süre zarfında, ne yazık ki, 27 Mayıs olayından yeteri dersi almadık.
Kimilerimiz 27 Mayıs’ı, Türkiye’nin yarım yamalak demokrasisinin başına ondan sonra da gelmeye devam edecek olan musibetlerin sorumlusu olarak gördü, kimileri ise, onu kaçırılmış bir devrim olarak algıladı.
Yaşadığı olaylar Türkiye’ye askeri darbelerin bir çözüm olmadığını göstermiş olduğuna göre, herhalde, 27 Mayıs’ı kaçmış bir devrim fırsatı olarak görmek mümkün olmasa gerek.
Şu sırada hangi görüşten olursak olalım, hepimiz şu ortak görüşte birleşebiliriz:
- Keşke 27 Mayıs hiç olmasa idi.
Hemen herkesin üzerinde birleşebileceği bu temenni yine de yaşanmış olan olay ile ilgili ortak bir kanı oluşturmamızı sağlamaya yetmiyor.
Belki de konuyu biraz daha açabilmek için aşağıdaki soruyu sormamız gerekir:
- 27 Mayıs bir sebep miydi, yoksa sonuç mu?
Evet, her şeyin yolunda gittiği genç demokrasinin kurum ve kuruluşlarıyla tıkır tıkır işlediği bir ortamda, durup dururken yapılmış olsaydı 27 Mayıs o zaman ondan sonraki musibetlerin nedeni olarak yorumlanabilirdi.
***
Böyle düşünenlere göre, 27 Mayıs demokrasiye karşı işlenmiş bir suç, bir cinayettir.
Ama eğer 1960 yılı baharında, TBMM’deki DP üyelerinin kimilerine idam cezaları vermeyi de içeren yetkiler bahşederek demokrasinin temel ilkesi kuvvetler ayrılığını ayaklar altına alıp, yasama, yürütme ve yargıyı çoğunluk partisinin uhdesine bırakan uygulamayı unutmak gafletine düşmezseniz, o zaman 27 Mayıs 1960 sabahı Türkiye’de zaten bir demokrasi olmadığına göre, ona yönelik bir suç işlenmesinin imkânının bulunmadığını kolaylıkla anlarsınız.
Evet, 27 Mayıs sabahı ortada bir demokrasi kalmamıştı ki, ona karşı bir suçun işlenmesi söz konusu olabilsindi.
Yani demokrasimiz askeri vesayet altına girmeden önce, sivil vesayet altında zaten can vermiş bulunuyordu, 27 Mayıs 1960’ın arifesinde. İlk hamleyi kimin yaptığının, aradan yarım yüzyıl geçtikten sonra bugün tartışılması bu kadar önemli mi, diye sorabilirsiniz.
Önemlidir.
Unutmayalım ki, demokrasiyi korumak için alınacak doğru önlemler, ona yönelik tehditlerin değerlendirilmesine bağlıdır.
Geçen gün bir TV programındaki tartışmalarda, sağ kanattan bir meslektaşımız, Türkiye’de demokrasiyi askeri vesayetten kurtarmak gerektiğini, 12 Eylül Anayasası’nın getirdiği zihniyetin esaretine son vermenin zorunlu olduğunu söylüyordu.
***
Bu görüş doğrudur.
Ama aynı zamanda eksiktir.
Demokrasiyi salt askeri vesayetten kurtarmak, salt 12 Eylül zihniyetinden uzaklaşmak yetmez.
Aynı zamanda demokrasiyi sivil vesayetten kurtarmak, her türlü sivil baskıcı sultadan sıyrılmak, gerçekten sivil çoğulcu katılımcı bir demokrasiyi yaşatmak zorundayız.
Demokrasi üzerindeki sultanın sivil veya askeri olması pek fazla fark etmez.
Sivil diktalar da askeri diktalar kadar tehlikelidir.
Eğer Menderes - Bayar yönetiminin antidemokratik uygulamaları, baskıları olmasaydı, hiç kuşkusuz 27 Mayıs darbesi, girişimcileri ne kadar istemiş olurlarsa olsunlar, yaşama geçirilemezdi.
Bu açıdan 27 Mayıs bir sebep değil, bir sonuçtur.
“27 Mayıs keşke olmasaydı” demek yalnız, “Keşke askerler Menderes’i devirmeselerdi” ile sınırlı kalan bir temenni olmanın ötesinde, “Keşke demokrasi önce siviller, sonra askerler tarafından çiğnenmeseydi de, bu yol açılmasaydı” demektir.
27 Mayıs’ın ellinci yılında, yarın saat 21’de, Cem TV’deki “Ayıptır Söylemesi” programında Prof. Dr. Süheyl Batum ile ve konuğumuz Oktay Ekşi ile birlikte bu konuyu enine boyuna tartışacağız.
Ali Sirmen - Cumhuriyet
asirmen@cumhuriyet.com.tr
Yorumlar8