İran direnişi ve Gezi isyanları

  • GİRİŞ30.11.2022 08:51
  • GÜNCELLEME30.11.2022 08:51

İran’daki direniş, elbette, tüm dünyada, özellikle Müslüman ülkelerde ve bu arada Türkiye’de ilgi çekiyor. Her çevre vakayı, hâliyle, kendi meşrebine göre değerlendiriyor. Sol Kemalist çevrelerce de olay takip ediliyor. Bu muhitlerde dolaşan kimseler genellikle İran direnişini bir özgürlük mücadelesi olarak görüyor ve Türkiye’de 2013’te gerçekleşmiş olan Gezi isyanlarıyla benzeştiriyor. Bu kimselere göre her iki olayda da “direnenler” demokrasi istiyor.
 
Bu bakış temelde ve kökten hatalı. İki olayda da direniş var. İran’da insanlar hak ve özgürlükleri için direniyor. Türkiye’de ise demokratik hak ve özgürlükler için direnen isyancılar değil kendisine isyan edilen demokratik hükûmetti.
 
İran’da totaliter bir İslamî yönetim var. Siyasal çoğulluk yok; iktidarın göreve geliş ve gidişinin kelimenin gerçek anlamında halk tarafından belirlenmesi söz konusu değil. Hemen her konuda resmî bir görüş ve pozisyon mevcut ve tüm vatandaşların buna göre tavır alması bir mecburiyet. Bu çerçevede belli bir kıyafet kodu dayatılıyor; kadınlar bir şekilde başını örtmeye zorlanıyor. Bu emre uymayanlar rejimin baskısı ile karşılaşıyor.
 
Olaylar da bir kadının -Mahsa Amini’nin- bu yüzden polis gözetimindeyken hayatını kaybetmesiyle başladı. Dolayısıyla İran’da insanlar rejimin insan haklarına aykırı baskısına karşı direniyor.
 
Türkiye’de ise Gezi isyanlarında insan haklarına ilişkin olmayan bir konuda çıkan ihtilafta demokratik usullerle işbaşına gelmiş hükûmetin karar alması ve uygulaması zorla önlenmek istendi. Günlerce Gezi Parkı ve Taksim Meydanı işgal edildi. Sokak şiddeti kullanıldı. Kamusal ve özel mülklere zarar verildi. İsyancılar halkın kendilerinden ibaret olduğundan emindi; nitekim hükûmetin demokratik meşruiyeti kuvvetlendirmek için mesele hakkında referanduma gidilmesi talebi reddedildi.
 
İsyancılar zaman zaman ağaçların korunması üzerinden çevreciliğe sığındı. Tipik sosyalist kafayla bilimin kendi dediklerinin yapılmasını emrettiğini ileri sürdü. Hükûmetin demokratik meşruiyete dayandığını ve arkasında büyük bir toplum desteği olduğunu unuttu…
 
Bu nitelikleriyle olaylar arasındaki benzerlik ortada. İran’da halk demokratik hak ve özgürlükler için baskıcı bir siyasi rejime karşı direniyor. Türkiye’de ise tam tersi söz konusuydu; meşru iktidara karşı gayrimeşru bir sokak savaşı açılmıştı.
 
İran ile Türkiye arasında bir paralellik kurmak kuşkusuz mümkün. Türkiye’de başörtüsü yasağı ile İran’da başörtüsü mecburiyeti birbirine denk düşüyor. Türkiye’de insan hak ve özgürlükleri, insanların başını zorla açmaya çalışmakla ihlâl ediliyordu. İkna odaları, disiplin soruşturmaları, derslere almama üniversitelere sokmama, polis zoruyla insanların başını açma, başını örtenleri ilkel ve geri olmakla suçlama gibi olaylar bu çerçevede görülebilir.
 
O günlerde hem alanda bu baskılara karşı direnenler hem de bu satırların yazarı gibi baskılara insan haklarına dayanan eleştiriler yapanlar İran’da direnenlerin yaptığının bir benzerini gerçekleştirmeye çalışıyordu. Bugün İran’da direnenlere M. Kemal, laiklik vs. adına sahip çıkanlar ise o zamanlar İran’daki rejimin yaptığı gibi insanlara baskı uygulamakla ve/veya avuçları patlarcasına alkışlayarak baskıcılara destek vermekle meşguldü…
 
Özetle, Türkiye’deki rejimin başörtüsü yasakçılığı ve başörtüsü kullananlara fiilî ve psikolojik baskısı ile İran’da insanlara zorla başını örttürme özgürlük teorisi açısından aynı kapıya çıkıyor: Özgürlük düşmanlığı. Kemalist solcuların el çabukluğuyla İran’daki direnişe sahip çıkmaları kendilerinin aslında ve özünde özgürlük karşıtı oldukları gerçeğini değiştirmez, değiştiremez.

TÜRKİYE GAZETESİ

Yorumlar2

  • Dede Korkut 1 yıl önce Şikayet Et
    Güzel bir tespit
    Cevapla
  • erdal 1 yıl önce Şikayet Et
    bizim Z ler bunları anlayacak kadar gelişmedi baksanıza baksanıza çok büyük bir buluş yapmışlar kelimelerin içindeki sesli harfleri çıkarıp yeni bir dil icat etmişler.
    Cevapla Toplam 5 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat