Türkiye’nin “Batı Türkistan” yaklaşımı
- GİRİŞ31.08.2022 08:16
- GÜNCELLEME31.08.2022 08:16
Endülüs’ten Latin Amerika’ya, İnkalardan Aztek ve Maya medeniyetlerine varıncaya kadar Hıristiyan dünyasının adım attığı yerlerde neler olduğunu çok iyi biliyoruz.
Batılılar, işgal ettikleri yerlerde, inanç, kültür ve nüfus yapısını hızlı ve sistemli bir şekilde değiştirmişlerdir. Kendilerinden olmayanları veya olmak istemeyenleri, daima kan ve gözyaşına boğup, toplu kıyımlara imza atmışlardır.
Güncellersek: Amerikan işgaline maruz kalan, Afganistan ve Irak’ın vaziyeti ortada. Siyonist yayılmacılığının, Filistin topraklarındaki, cinnet hali herkesin malumu. Rusların, Kırım ve Kafkaslarda neler yaptığı da aşikârdır.
Buna karşılık…
Müslüman Türklerin, asırlarca, dinleri, dilleri ve kanunlarıyla hâkim olduğu coğrafyalarda durum tam tersidir. Batı Türkistan (Balkan) tecrübesi, bu anlamda, neredeyse emsalsizdir.
Bir din başka bir dine, bir dil başka bir dile, bir kültür başka bir kültüre beş asır boyunca hükmetmiştir. Beş asır yani elli kuşak. O milletler, bu kadar uzun sürenin sonunda bile, hiçbir şey olmamış gibi tekrar ayağa kalkmışlardır.
Bölgedeki milletlerin, Osmanlı idaresinde, bir felakete uğramadıkları, kayda değer bir kayıplarının olmadığı, her bakış açısından, aynı netlikte görülebilmektedir. Aksine, Osmanlı devleti, kaynaklarını Batı Türkistan için seferber etmiştir. Yatırımlar büyük ölçüde buraya yapılmıştır. İmar faaliyetleri ve hayatı kolaylaştıran eserler, bölgenin en ücra yerlerine kadar taşınmıştır. Can ve mal emniyeti sağlanmıştır.
Asimile etme, kendine benzetme ve yurdundan uzaklaştırma siyaseti izlenseydi, netice böyle mi olurdu? Soruyu biz sorduk, cevabı da biz verelim: Aksi olsaydı, bugün, Batı Türkistan’ın tamamı Müslüman olur, Türkçe konuşurdu.
Batı Türkistan’dan çekilmeye mecbur edilmemizin üzerinden onlarca yıl geçti. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri onlarca hükümet geldi, geçti. Ancak ülkemizin ve milletimizin, Batı Türkistan’a bakışında herhangi bir değişim söz konusu olmadı.
Batı Türkistan’a dair duruşumuz ve bakışımız: Bölgedeki tüm milletlerin, barış ve refah içerisinde yaşaması. Bölgedeki tüm devletlerin, ikili ilişkilerini olumlu yönde ilerletmesi.
Evet, Batı Türkistan toprakları, özel bir ilgiyi hak ediyor. Sadece ibret dâhil, birçok açıdan. Siyasi olaylar, etnik yapılar, iktisadi hayat, yatırımlar vs.
“Neden?” sorusunu yöneltenlere, yine bir soruyla cevap verelim: Batı Türkistan’ı iyice okumadan, orada olan ve biteni yakından izlemeden, günümüz Avrupa’sını çözebilir miyiz? Onları anlayabilir miyiz?
Elbette, hayır.
Batı Türkistan’da meydana gelen gelişmeler, Türkiye Cumhuriyeti’nin sınır güvenliği açısından bir tehdit oluşturmuyor gibi görünebilir. Ancak görünen başka, yaşanan ve hissedilen başkadır. Sınırlarımızın haritalar üzerine çizilenden ibaret olmadığı bir hakikattir. Devletimizin iyi-kötü bölgeye dair ilgisi ve bu bölgede çeşitli hamleler yapması, bundandır.
Kendi aralarında sorunlar yaşayan, hatta zaman zaman savaşa tutuşan bölge ülkeleri, bir noktada, fikir birliğine sahipler: Avrupa Birliği üyesi olabilmek.
Ne var ki…
Avrupa Birliği, en azından şu aşamada, bölge ülkeleri için tam bir hayal kırıklığına dönüşmüş bulunuyor. Halklar da liderler de AB’nin samimi olmadığını görüyor, biliyorlar.
Türkiye’yi, bölge ülkelerinin gözünde, kıymetli ve hatta vazgeçilmez bir aktör yapan şey: Ülkemizin, samimi, diyaloğu önceleyen ve dengeli duruşudur. Bölge ülkelerine tahakküm yerine adil işbirliğini tercih etmesi, bölgesel faydacılık ilkesine azami riayet etme gayretinde olması ve meselelere salt kimlik ve din boyutuyla bakmaması diğer sebeplerdir.
Buradan (İstanbul’dan) bakınca, Saraybosna’dan Üsküp’e, Prizren’den İşkodra’ya, Yeni Pazar’dan Yanya’ya, Selanik’ten Varna’ya kadar her yer görünür. Burayı terk etmek yahut zayıf bırakmak, ta oralara yansır, nitekim yansımıştır.
Hal böyleyken: Bölge ülkelerini, sadece AB ve NATO üyeliğine teşvik etmek kolaycılığı artık bir kenara bırakılmalıdır.
Türkiye, vites yükseltip, daha önce birkaç kez yapılan, üçlü zirve mekanizmalarını yeniden canlandırmalıdır. Bir sonraki adımda, Soros ve türevlerinin değil, Türkiye’nin öncülük edeceği bölgesel işbirliği teşkilatı hayata geçirilmelidir.
Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, önümüzdeki günlerde, Belgrad, Saraybosna ve Zagreb’i kapsayan bir dizi ziyaretlerde bulunacak. Bu ziyaret, bölgesel işbirliği teşkilatının temellerini atmak adına önemli bir vesile olabilir.
Böylelikle, canı sıkıldıkça, bölge haritalarını revize etmek isteyenlere; bölgeyi istikrarsızlıkla tehdit edenlere karşı en güzel cevap verilmiş olacaktır.
YENİ AKİT
Yorumlar2