Batı, bildiğimiz gibi

  • GİRİŞ21.09.2022 08:23
  • GÜNCELLEME21.09.2022 08:23

Türkiye’nin Avrupa Birliği macerası, 31 Temmuz 1959 tarihinde Avrupa Ekonomik Topluluğu-AET’ye yapılan ortaklık başvurusu ile başlıyor. 

AET Bakanlar Konseyi, Türkiye’nin başvurusunu, tam yedi yıl sonra, 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşması’nın ardından kabul etti.  Bu tarihten yedi yıl sonra da “Karma Protokol” imzalandı. 

Türkiye, AET’ye tam üyelik başvurusunu 14 Nisan 1987 tarihinde yaptı. Bu başvurumuzdan 12 yıl sonra ülkemizi aday olarak kabul etti. Türkiye için tam üyelik müzakereleri ise 3 Ekim 2005 yılında başlatıldı.

Tüm bu anlaşma, protokol ve tam üyelik müzakereleri ile geçen onlarca yıllık Avrupa Birliği macerasına rağmen, halen, “aday ülke” konumundayız. 

Avrupa Birliği, bir vize muafiyetini bile bize çok görüyor. Alamıyoruz değil, vermiyorlar.

Avrupa Birliği’nin en yüksek yargı mercii olan Avrupa Adalet Divanı, Nisan 2009’da aldığı bir kararla, 1963 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu ile imzalanan Ortaklık Anlaşması ve 1970 tarihli Ek Protokol uyarınca, Türkiye’ye uygulanan vize uygulamasını kısmen kaldırdı. AB üyesi ülkeler, Avrupa Adalet Divanı’nın bu kararına rağmen, ülkemize yönelik vize rejiminin serbestleştirilmesine pek sıcak bakmıyorlar.

Türkiye söz konusu olunca Avrupa Adalet Divanı kararlarını bile uygulamamakta direnenler, birliğe katılımlarından yedi yıl önce, 2000 yılında Bulgaristan ve Romanya’ya vize muafiyeti verdiler. Ayrıca Avrupa Parlamentosu, katılım müzakereleri yapan ülke vatandaşlarından vize istenmemesi yönünde bir tavsiye kararı aldı.

AB’nin ülkeden ülkeye değişen vize muafiyeti yaklaşımının tek örneği elbette bu değil. AB’nin en yeni üyesi olan Hırvatistan, Slovenya ile yaşadığı sınır anlaşmazlığına rağmen, birlik üyesi olmadan yıllardır önce vize muafiyeti kapsamına alındı.  

Aynı şekilde, dönemin AB Komisyonu Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn ile dönemin Adalet, Özgürlük ve Güvenlikten Sorumlu Üyesi Jacques Barrot’un birlikte düzenledikleri basın toplantısıyla; “Sırbistan, Karadağ ve Kuzey Makedonya’ya yönelik vize uygulamasının tamamen kaldırıldığı” ilan edildi. 

AB Komisyonu’nun hazırladığı raporda; o günlerde Yunanistan ile isim sorunu yaşayan Kuzey Makedonya’nın “tüm kriterleri”, savaş suçlularını teslim etmediği için devamlı birlik üyesi ülkelerin eleştirisine uğrayan Sırbistan ve sürekli iç siyasi karışıklıklar içerisinde debelenen Karadağ’ın “kriterlerin çoğunu” karşıladığı ifade ediliyordu.

Buraya dikkat: AB Komisyonu, Sırbistan, Karadağ ve Kuzey Makedonya’ya yönelik vize uygulamasının tamamen kaldırılışını, Srebrenitsa Soykırımı’nın on beşinci yıldönümü olan 15 Temmuz 2009 günü açıkladı.

Yeniden Türkiye’ye dönelim.

Türkiye ile Avrupa Birliği arasında, 16 Aralık 2013 tarihinde, Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması ile eş zamanlı olarak, Vize Serbestisi Diyaloğu süreci başlatıldı. Süreç sonunda, iş, ailevi ya da turistik amaçlı kısa süreli ziyaretlerde, biyometrik pasaport sahibi Türk vatandaşlarına uygulanacak olan Schengen vizesinin kaldırılması amaçlanıyordu.

Ancak Avrupa Birliği, zaten şartlı başlatılan Vize Serbestisi Yol Haritasında, Türkiye’nin yerine getirmesini beklediği bazı şartlar koştu. Bazı dediğime bakmayın, tam 72 kriter. 

Avrupa Komisyonu, 4 Mayıs 2016 tarihinde yayınladığı Vize Serbestisi Diyaloğu Raporu’nda, Türkiye’nin Vize Serbestisi Yol Haritasında yer alan 65 kriteri karşıladığını teyit etti. Ardından, 29 Mayıs 2019 tarihli Türkiye Raporu’nda, biyometrik pasaportların AB standartlarıyla uyumlu olduğunu onayladı.

Kaldı geriye altı...

Söz konusu kriterler, içerik itibariyle; “Adalet, Özgürlük ve Güvenlik” başlıklı 24’ncü Fasıl ile “Yargı ve Temel Haklar” başlıklı 23’ncü Fasıl konularını kapsıyor. Hal böyle olunca, Vize Serbestisi Diyaloğu süreci aslında, vizesiz seyahat imkânı sağlanmasının ötesinde, Avrupa Birliği’ne katılım sürecinin devam ettirilmesi anlamına geliyor.

Uzun lafın kısası: Nüfusunun çoğunluğu Hıristiyan ülkelere vize muafiyeti tanırken, Bulgaristan ve Hırvatistan gibi Türkiye kıyas kabul edilmeyecek ülkeler AB üyeliğine kabul edilirken; Türkiye’ye tam üyelik veya en azından vize muafiyeti verilmemesinin tek bir izahı olabilir. Batı cephesinde yine değişen bir şey yok: Avrupa Birliği, Müslümanlara karşı ayrımcılık yapan, bir Hıristiyan kulübü olmaya devam ediyor. 

Yanlış anlaşılmasın: Avrupa Birliği sevdalısı değilim. Hiç olmadım.

Bizi aralarına almıyorlar diye yakınıyor, şikâyet ediyor da değilim. Sadece fotoğrafı çekiyor, durum tespiti yapıyorum.

Şunu söylemek istiyorum: Batıdan medet ummak, böyledir. Tıpkı bir tefecinin eline düşmüş gibi… Bir kere yakanızı kaptırdınız mı, artık ondan kurtuluş yoktur. Ona olan borcu kapatmak için, yine ondan borç alırsınız. İşin içinde faiz olduğundan, borcunuz sürekli artar. Ödedikçe kabarır.
Peki, yapılması gereken nedir? Bu kısırdöngüden, bu kumpastan kurtulamaz mıyız?

Asıl cevap aranması gereken, işte bu sorulardır.

Elbette, böyle bir dert sahibi varsa.

YENİ AKİT

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat