ABD’nin Erbakan’ı Devirme Planı
- GİRİŞ28.02.2012 09:57
- GÜNCELLEME28.02.2012 09:57
Bugün 28 Şubat süreciyle ilgili çok yazı okuyacak, birçok belgesel izleyeceksiniz. Hepsi de çok faydalı olacaktır. Yakın tarihin bu ibretlik döneminde ne olup bittiğini herkesin öğrenmesi gerekir.
1996 yılında Refah-Yol kurulmuş, Necmettin Erbakan Başbakan olmuştu. Bu durum özellikle askeri cenahta kabul görmemiş, Erbakan’ın devrilmesi için birçok plan devreye sokulmuştu.
Asker, yargı, üniversiteler, askerden ödü kopan sendikaların hepsi bu oyunun bir parçası olmuştu. Tabii işin bir de medya boyutu var. Vesayetçi düzen planlarını uygulayabilmek için her daim medyaya ihtiyaç duymuştur. Medya olmadan bu kadar başarılı olamazlardı da.
O dönem asker şakşakçılığını yapan medya zevahiri kurtarmaya çalışıyor ama başarılı olamıyor. 15 sene önce yedikleri haltların kayıtları ortada. Bin yıl süreceğine inandıkları düzen 5 yıl içinde iflas etti. Bugün karşımızda bambaşka bir Türkiye var.
Darbeler dönemiyle daha yeni yeni yüzleşiyoruz. 28 Şubat sürecinden ve bu sürece destek veren herkesten hesap sorulması gerekiyor. Türkiye muhafazakar vatandaşlarına yönelik böylesi bir operasyonla enerjisini gereksiz yere harcadı. Ortada olmayan irtica senaryoları uyduruldu.
Şunu biliyoruz ki, içerideki cenahın Erbakan’ı devirmek için plan yapması ya da istekli olması tek başına yeterli değil. Çünkü Türkiye bir NATO ülkesi ve darbenin olması için ABD’nin zımni de olsa onay vermesi gerekiyor.
Erbakan hiçbir zaman Batı’nın sevdiği bir adam olmadı. O yüzden de üzerinde hep bir soru işareti oldu. Batı’nın bu topraklarda yaptığı planda hiçbir zaman yer almadı Erbakan. Zaten olması da mümkün değildi.
Ne bir irtica ne bir ülkeyi gerecek ciddi bir gerekçe olmadan Erbakan birileri tarafından artık gözden çıkartılmıştı. Bizde darbe yaptığını sanan ahmaklar aslında emrin Big Brother’dan geldiğini bilmiyorlardı. Batı kapitalizmine inanmayan, D-8’i devreye sokan, milli olduğundan kimsenin şüphesi olmayan Erbakan’ın birilerine göre artık devrilmesi gerekiyordu.
28 Şubat olarak bildiğimiz süreç hızlanmıştı. 28 Şubat’ın mareşali olarak görev almaktan imtina etmeyen Süleyman Demirel millete sırt çevirmiş, asker ve bürokrasiye el sallıyordu.
Geçen yıl bu zamanlar yine haber7.com’da Hasan Cemal’in Türkiye’nin Asker Sorunu kitabından bahsetmiştim. Aşağıda yaptığım alıntıyı yine yapıyorum. Bu kitap Türkiye’de askerin kendi egemenliğinden taviz vermemek için neler yaptığını çok güzel ortaya koyuyor. Ancak kitabın 292 ila 303. sayfaları arasında Cengiz Çandar “28 Şubat ve Andıç” adıyla 28 Şubat’ı anlatan uzun bir yazı yazdı. Bu yazı nedense merkez medyada yok sayıldı. Tek başına bu yazı bile 28 Şubat’ın nerelerde, hangi gizli odalarda nasıl planladığını gözler önüne seriyor. Böyle bir yazıyı başkası yazsa belki komplocu ya da aşırı abartma olarak değerlendirilebilir. Halbuki Cengiz Çandar bu tür yöntemlere asla prim vermeyen bir gazeteci.
Ayrıca Amerikan yönetimlerine olan yakınlığı ve muazzam dış politika bilgisiyle Cengiz Çandar Erbakan’ın devrilme planlarının ABD Dış İşleri Bakanlığı’nda tezgahlandığını bakın nasıl anlatıyor:
“…1999 yılında önce Wilson Center adlı araştırma kuruluşunda, daha sonra Unites States Institute of Peace adlı düşünce kuruluşunda burslu olarak çalışmak üzere Washington’a gittim. Bir süre sonra ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abromowitz, ‘Turkey’s Transformation and American Foreign Policy (Türkiye’nin Dönüşümü ve Amerikan Dış Politikası) adlı bir kitabın editörlüğünü üstlendi ve bir grup kişiye kitabın çeşitli bölümlerini yazmaları için öneride bulundu. Öneride bulunduklarından biri bendim.
Kitap yazımının bir aşamasında bölüm yazma yükümlülüğü altına girenler Washington’da kitabın bütünlüğünü sağlamak amacıyla iki gün süren bir toplantıda buluştular. Uzun tartışmaların ardından bir rehavet anında, o dönemde Washington Institute adlı İsrail lobisinin düşünce kuruluşu olarak bilinen kurumda Türkiye bölümünün başında bulunan Alan Makovsky, Morton Abromovitz’e, “O 12 Mart günü sekizinci kattaki toplantıda neredeydin?” sorusunu yöneltti. Abromovitz, “Amerika dışındaydım. O yüzden katılamadım” cevabını verdi.
Toplantıdaki herkes, Londra’dan gelmiş plan Philip Robins dışında Amerikalı idi ve neyden söz edildiğini anlamışlardı. Sohbete müdahale ettim. ‘Sorması ayıp olmasın, sekizinci kat nedir, sözünü ettiğiniz ne toplantısı?’ diye sordum.
Alan Makovsky, ‘Sekizinci kat, Amerikan Dış İşleri Bakanlığı’nın en üst katıdır. Orada kafeterya vardır ve sadece bakan tarafından kullanılır. Genelde kapalı durur. 12 Mart 1997’de, yani 28 Şubat’ta yapılan MGK toplantısından tam iki hafta sonra bir cumartesi günü Madeleine Albright orada bir grubu ‘Türkiye’ başlıklı bir toplantı için davet etti. Toplantıya, Türkiye’yi genel Ortadoğu dengeleri içinde değerlendirildiğini göstermek amacıyla Dennis Ross ve ekibiyle birlikte geldi. Bernard Lewis, Richard Perle, Paul Wolfowitz, Henri Barkey, ben ve Morton Abramowitz gibi isimler davetliydi’ açıklamasını yaptı.
…Amerika’nın Türkiye konusunda nasıl bir tavır izleyeceğine ilişkin Albright çeşitli görüşleri toplamak istemişti’ cevabı geldi. 12 Mart 1997’deki toplantıdan nasıl bir genel değerlendirme çıktı peki?
SHORT OF A COUP, ERBAKAN GOVERNMENT GOTTA GO!
Yani askeri darbe olmaksızın Erbakan hükümeti gitmelidir!”
ABD’nin o dönem Dış İşleri Bakanı olan Madeline Albrigt Başbakan Necmettin Erbakan’ın devrilmesini bizzat tertip etmişti. Rahmetli Benazir Butto’nun başını yiyenin de Albrigt olduğunun altını çizelim.
Bizdeki birtakım aklıevveller darbeyi kendilerinin yaptıklarını sanıyorlar, ama işin iç yüzü hiç de öyle değil. Darbeyi organize eden ABD yönetimi. Bunun için de içerideki işbirlikçileri kullanıyorlar.
Zaten halkının yüzde 70’ini oluşturan kesimi karşına almayı bizdeki kurmay zeka düşünemez. Böyle bir tertip olsa olsa dışarıda ayarlanır. Tabii olan her zamanki gibi Türkiye’ye oldu. Birçok genç kız okulunu bırakmak zorunda kaldı. İmam-Hatip kökenliler ikinci sınıf insan muamelesi gördü. Devletin her kademesinden temizlenmeye çalıştılar.
28 Şubat süreci gibi derin analizlerle incelenmesi gereken bu süreç 5 yıl da iflas etti. Başka türlüsü de olamazdı. Zafer kazandık zannedenler kısa sürede ofsayda düştüler. İnsan düşünmeden edemiyor. Acaba Türkiye böyle bir kaos ortamı yaşamasaydı, enerjisini tüketmesiydi bugün nasıl bir durumda olurdu?
Peki ülkenin bu kayıp yıllarının bedelini kim ödeyecek? Hayatı kararan insanlarımızın ruhlarını kim onaracak? Başkalarının oyunlarına piyon olanlar hâlâ aramızda nasıl gezebiliyorlar?
Cem Küçük - Haber 7
cemkucuk@gmail.com
twitter.com/cemkucuk55
facebook.com/cemkucuk1
Yorumlar11