Avrupa'da öyle bir 'hayalet' dolaşıyor ki ...

  • GİRİŞ26.07.2011 14:00
  • GÜNCELLEME26.07.2011 14:00

‘’Omuz omuza yaşadığımız ve birbirimizden mutlu olmamız gereken bu çok kültürlülük tümüyle başarısız olmuştur. Bu şekilde bir ülke olamayız.”
- Alman Başbakanı Angela Merkel - 17 Ekim 2010 
 
‘’Çok kültürlülüğün korkunç sonuçları oldu. İnsanların her tür aşırılığa yönelmesini önlemek için İngiltere'nin daha güçlü bir ulusal kimliğe ihtiyacı var.
İşin doğrusu, son yıllardaki pasif hoşgörüye değil, çok daha aktif, ‘muktedir’ bir liberalizme ihtiyacımız var"
-İngiltere Başbakanı David Cameron-  8 Şubat 2011,
 
‘’Fransa kültürünü benimsemeyen ve bu kültüre ayak uyduramayanları kabullenemeyiz. Fransa’da çok kültürlülük başarısız mı oldu? Cevabım açık: Evet tam anlamıyla başarısız oldu’’
 - Fransa Devlet Başkanı Nicola Sarkozy
 
‘’Çok kültürlü bir toplum inşa etme çabaları başarısızlıkla sonuçlandı. Hollandalılar kendilerini ülkelerinde evlerinde hissetmiyor.’’
 - Hollanda Başbakanı Maxime Verhagen
 
Avrupa’da ne oluyor?

Bunlar kıtanın en önemli ülkeleri liderlerinin son 8-9 ayda art arda yaptığı açıklamalar. Norveç’i kana bulayan dinci-ırkçı fanatiğin manifestosundan korkularından çok uzak sözler olmaması bir yönüyle çok ürkütücü.
 
Elbette ki Norveç’teki katliamı bu söylemlerin doğrudan bir sonucu olarak görmüyorum. Ama kıtanın kimliği ile ilgili bir konuda bu kadar önemli açıklamaların ve fiziki kanlı saldırıların art arda gelmesi tesadüf değil. Açık ki Avrupa’da bir ‘hayalet’ dolaşıyor. Ve bu hayalet sadece rönesansın kıtasını değil tüm dünyayı yutabilir.
 
Örneğin, ABD Kongresinde geçtiğimiz haftalarda kurulan ve McCharty dönemini hatırlatan sözde ‘Amerikan Müslümanların fanatizmini’ Araştırma Komisyonunu da, Avrupa’da yükselen çok kültürlülük karşıtı tsunamiyi Amerika’ya taşımak isteyen odakların bir başarısı olduğunu düşünmemize neden olacak yığınla söylem birliği var. Ancak, bu kısmi girişimlere rağmen ABD ve Kanada’nın, ‘çok kültürlülüğün’, ‘farklılıkların birarada barış içinde yaşayabilmesinin’ henüz bu kadar üst perdeden tartışma konusu yapılmadığı’ önemli Batı ülkeleri olduğunu da teslim edelim.  
 
Avrupalı liderlerin bu açıklamaları, akşamdan sabaha yapılmış şifahi konuşmalar değil. Ancak bütün olan biteni sadece bu başbakanların ‘İslam düşmanı’ olduğu komplo teorisi iddiasıyla açıklamak da çok yanlış olur düşüncesindeyim.

Çünkü, ‘çok kültürlülük başarısız’ iddiasını bu liderler gündeme getirmedi. Bu zaten aşırı çevrelerin çok uzun süredir savunduğu ve toplumlarına mal etmeye çalıştığı bir iddiaydı. Ancak son yıllarda ana akım medyada da politik çevrelerde de üst düzey dillendiricileri görülmeye başlanırken bir yandan da çok değişik faktör ve sosyal değişimlerin de etkisiyle Avrupa orta sınıfında da makes bulmaya başladı.

Aslında göründüğünden karmaşık birçok farklı faktör, etki ve sosyal trendin sonucuyla karşı karşıyayız.
 
Bu nedenle de Müslüman dünyasının, Batıda hala ana akımı temsil eden liderlere, aydınlara, ortalama halka kör itirazcı ve cephe alıcı bir tavra savrulmalarının da insanlığın ortak kaderine hiçbir faydası olmayacağı gibi, aynı şeytani aşırılığı ‘kendi adımıza’ yaratmaktan başka sonucu olmayacağı düşüncesindeyim.

Hassas bir konuya girdiğim ve zülfi yare dokunabileceğimin farkındayım. Ama inandığım hakikati konuşmamanın da vebal olacağına inanıyorum. Kimseyi kırmak niyetinde değilim. ‘Kötülere’ değil, ‘kötülüğe’ dikkat çekmek istiyorum. Maksadını aşan laf edersem iyi niyetime verin.
 
Körlerin fili tarifi gibi Avrupa’da dolaşan hayaleti, her cephe en işine gelir tarafıyla resmediyor. Kimine göre suçlu tek başına Hıristiyanlar, kimine göre sadece Müslümanlar, kimine göre Batı, kimine göre Ortadoğu, kimine göre işsizlik, kimine göre ırkçılık, kimine göre küresel derin odaklar...
 
Bu noktadan hareketle, ‘hayalet’in bulanık da olsa bir portresini ortaya çıkarır ümidiyle kendimce farklı faktörler muvacehesinde bir resim çizmeyi deneyeceğim. Biz modern çağ insanın trajedisi hep gölgeyle savaştırılmamızdır. Akıl ve basiretle muhakeme yapmadan sadece duygularımızla hareket ettiğimizde bize gösterilen gölgeyi hedef alıyoruz ve böylece sırtımızı gölgenin sahiplerine dönüyor ve o andan itibaren de kör döğüşünde biz de bir kuklaya ve bir gölgeye dönüşüyoruz. 
 
Aşırı sağcı söylem oy kazandırır mı?
 
Avrupa’nın siyasi yelpazesinin merkezinde sayılabilecek liderlerinin, aşırı sağcı, ırkçı ve aşırı dinci (siyonist-hıristiyan fanatikler) çevrelerden büyük alkış alan açıklama dalgasının ‘düz mantık’ sebebi, ‘oy kaygısı’ diyebiliriz.

Avrupa son dönemde daha da ‘görünür’ hale gelen uzun vadeli büyük bir ekonomik krizden geçiyor. Ekonomik ve sosyal krizlerin yaşandığı her coğrafyada olacağı gibi ‘aşırılaşma’ yaşanıyor.

Aşırı grupların ilk hedefi ise her zaman ‘göçmenlerdir’. Örneğin henüz aynı dozda olmasa da, ABD’de de ırkçı-dinci fanatik çevrelerde Hispaniklere karşı büyük bir ‘göçmen karşıtı’ dalga yükseldi son yıllarda daha da şiddetleniyor. Yer yer fiziki saldırılar bile görülmeye başlandı.  
 
Avrupa’da da göçmen karşıtlığını siyasal söyleminin merkezine oturtan partiler hızla büyüyor. Ve bu aşırı sağcı/ulusalcı partiler, Hıristiyan Demokratların tabanındaki ‘milliyetçi’ oyları, ‘ulusal kimliğimiz elden gidiyor, melezleşiyoruz’ korkusuyla; sosyal demokrat partilerin tabanındaki işçi oylarını da ‘işlerimizi göçmenler ele geçiriyor’ korkusuyla kendine çekiyor.

Fransa’da Le Pen’in Ulusal Cephesi, İngiltere’de Britanya Ulusal Partisi,  Belçika’nın Vlaams Belang’ı (Flaman Çıkarı) ve Le Front National’ı, Hollanda’da ırkçı Geert Wilders’in ‘Partij voor de Vrijheid’i (Özgürlüğün Partisi), İsviçre’de Christoph Blocher’ın Schweizerische Volkspartei (İsviçre Halk Partisi), Danimarka’da Dansk Folkeparti (Danimarka Halk Partisi), İsveç’in Ny Demokrati’si (Yeni Demokrasi Partisi), son seçimlerle kaydadeğer oy oranlarına ve bazı ülkelerde ciddi sandalye sayılarına ulaştı.

Ana akım partiler de bu sosyal dalgaya direnemiyor ve kısa vadeli oy hesaplarıyla anti-sosyal dalgaya yelken açıyor.

Bu sosyo-politik iklimi bir not edelim…
 
Küreselleşme ve göçlerin doğurduğu korku
 
Bütün bu ‘’ırkçı-dinci’’ partilerin en ortak 3 özelliği, ‘sorun İslam’dır ve bütün Müslümanlar tehdittir’ kör düşüncesini paylaşmaları, katı şekilde göçmen karşıtı olmaları ve ülkelerinin ‘ulusal etnik kimliğinin’ dış güçler ve yerli işbirlikçilerince tahrif edildiği korkusu yaşıyor olmaları.

YouTube’daki Ortaçağ Hıristiyan müziği videolarının altındaki ‘tek çözüm yeniden Haçlı savaşı’ yorumlarını yazanlar çoğunlukla bunların tabanını oluşturuyor.

Avrupalı Amerikalı olmalarına rağmen dünyaya açılmamış, dünya hakkında hiçbir sahici bilgiye sahip olmayan, örneğin hiç yakından bir Müslüman tanımamış cahil ama hırslı dini liderlerin güdümündeki küçük dini cemaatler de, enformasyon devrimin ürettiği bilgi okyanusu ile baş edecek fikri-entelektüel düzeye ve kadrolara sahip olamamanın yetersizliğiyle, ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ anlayışıyla bu ırkçı gruplarla aynı kulvara sürüklendi son yıllarda.

Avrupalıların, kültürlerini erittiği gerekçesiyle kültürel küreselleşmeden, en az, üçüncü dünya milliyetçileri kadar muzdarip olmaları da neresinden baksanız ilginç… 

Bu sosyo-psikolojik iklimi de not edelim.
 
Paranın lordları sirki sever
 
Çünkü en iyi para kazandıkları yer ahalinin ahmak ahmak cambazları seyrettiği zamanlardır.

Daha yakın süre önce biz sağcısı solcusu, alevisi sünnisi, sabahlara kadar 100 tane Acizmendi’nin Ali bilmem neyin Fadime’nin etrafında kurmaca bir irtica sirkini seyredip hararetle birbirimizle tartıştırılırken, memlekette ne kadar banka varsa ve hatta milli hazine de dahil birilerince içi boşaltılıyordu.

Tarihin en görkemli en büyük soygunlarından birini farkettiğimizde artık çok geçti.
 
Daha 15 yıl önce bize örnek gösterilen Yunanistan’ı iflasa sürükleyenin bazı Wall Street Bankalarının yasadışı faaliyetleri olduğunu Avrupa’da kimse konuşmuyor.

Dünyanın en eğitimli insanlarının yaşadığı Avrupa’da kimse paraya hükmedenlerin ve sahiplerinin, kendilerine bugün fakirliğin kokusunu ve korkusunu getiren krizlerdeki rollerini ve onca paranın nereye gittiğini soracak mecali yok. Çünkü, ‘Müslümanlar geliyor, İslamcı teröre bak’ korkusu, gerçekten de kimseye soygunculara bakacak fırsat vermiyor.

Bir yandan bankalar eliyle milyar dolarlar iç edilirken, göçmenlerin hükmettiği birkaç yüz milyon dolar, yerlilerin fakirleşmesinin, işsizliğin tek sebebi olarak gösterilebiliyor. Öfkeli insan inanmaya çok hazır insandır. O anda öfkesini yansıtacağı bir hedefe ihtiyacı var ve Avrupa’da da Amerika’da da bu hedefe göçmenler oturtuluyor.
 
Ünlü belgesel yönetmeni Michael Moore ekonomik krizin tam ortasında düzenlenen mitingde, Amerikalılara, ‘’Amerika fakir değil. Parasız değil. Ülke para ve servet dolu. Ancak tarihin en büyük soygunuyla, sizin paranız, Wall Street bankalarına ve süper zenginlerin kasalarına transfer ediliyor’’ diye haykırıyordu.

Ama ortalama sağcı Amerikalı, Moore’a solcu diye ‘vayanseverliğinden’ şüphe ettiği için inanmıyor. Hayatında tek bir gün dindar olmamış, çoğunluğu itibarı ile ateist ya da agnostik Neoconların, ‘Hıristiyanlık Müslümanlığın tehdidi altında’, ‘Meksikalılar ülkemizi ele geçiriyor’  iddiasına inanmaya devam ediyorlar.

Bu sosyo-ekonomik çarkı da not edelim. 
 
Küresel ‘tehlikenin farkında mısınız’ cephesi
 
Tabii ki, Avrupa’da gelişen dalgayı ve liderlerin son çıkışını sadece oy-seçim ekseninde bir çekişmenin ya da sosyo ekonomik değişimlerin cilveleri olarak görmek de yanlış. Bütün bu iklimi ‘kendi karanlık ve kısa vadeli amaçları’ için vasat görenlerin yoğun propagandasının da kayda değer etkisi var. 
 
Hayaletin bu koluna, küresel tehlikenin farkında mısınız?cephesi diyebiliriz.

Bu cephe, Londra merkezli Siyonist akademisyen gazeteci takımından, New York merkezli NeoCon kalemşörlere, Paris merkezli ‘seküler şövalyelere’ ve Almanya merkezli NeoNazi demagoglara kadar uzanan birbiriyle bir araya ‘asla’ gelemeyeceği düşünülen çok ilginç bir ittifaktan oluşuyor.

Aslında biz Türkler ‘anti-semitist görünümlü şahinler' ile Siyonistlerin ve Neoconların bu acayip yoldaşlığına yakın geçmişte ağzımız açık şahitlik ettiğimiz için çok yadırgamayabiliriz.
 
Türkiye’de ‘anti-semitik’ dili ana akıma taşıyanlarla küresel Siyonist tetikçilerin garip yoldaşlığını bir hatırlayalım.

Mesela, gerek Kurtlar Vadisi’nin ilk 40-50 bölümündeki senaristliğiyle, gerekse de Efendi türünden kitaplarıyla Soner Yalçın, heceyi harfi birbirine karıştırarak herkesi ‘Yahudi’ ilan edip damgalayan Yalçın Küçük, Musa’nın Gülü ile bir medya grubumuzun gülü olan adını hatırlamadığım Jandarma istihbaratı maaşlı yazarlığı kendinden menkul eleman, ülke toprakları Yahudilere satılıyor ulusalcısı yayın organları, Kavgam kitabının en çok satan kitap haline getiren ana akım ulusalcı medya...

Ancak, AKP’nin bilmem neredeki belde belediye başkanının kıytırık bir ev toplantısındaki İsrail eleştirisini bile yakalayıp küresel medyadan dünyaya ‘anti semitizm’ diye duyurup tepki zinciri başlatan New York-Londra merkezli anti-semitizim dedektörlerinin, Türkiye’de milyonlara anti-semitizmi yediren, okutan bu yazarlardan, Kavgam’ı best seller yaptıran bu medyadan, yazar ve gazetecilerden tek bir kez, - rakamla- tek 1 kez bile şikayetçi olması bir yana onlara hararetle sahip çıktığına şahit olduk.
 
İşte Türkiye’deki söz konusu çevrelerin anti-semitizm görüntülü ‘sözde’ ırkçılığı- dinciliği ne kadar takiyyeci ve bir psikolojik faaliyetin uzantısı ise Avrupa’daki ‘Hıristiyan kültürünü koruyuculuk da aynı derece takiyyeci, hiç şüpheniz olmasın.
 
Ve bizdeki ateşe benzin dökmeye çalışanlarla Avrupa’daki ateşe benzin dökmeye çalışanların ağababalarının, akıl hocalarının, onların tilmizleri genç kalemşörlerin ortak olması hiç tesadüf değil.

Norveç’i kana bulayan ırkçı-dinci fanatiğin Türkiye ve Ergenekon hakkında bu kadar çok şeyi bilmesinin sırrı da, okuduğu etkilendiği adamların, yani bizde bir kısım medyaca, gün aşırı ‘Batılı aydın ya da akademisyen’ diye manşetlere konuk edilerek yutturulmaya çalışılan Siyonist-ırkçı-dinci zevatın, yazılarındaki makalelerindeki ‘’Türkiye elden gidiyor’’ takıntısıdır muhtemelen…
 
NeoNaziler ile NeoConlar arasındaki bu garip ittifakın en önemli sebebi, en büyük isteklerinin aynı olmasıdır: Bütün küreye yayılacak medeniyetler arası bir savaş.  
 
Hiç küçüklerle sizi meşgul etmiyeyim ve Norveçli teröristin manifestosundaki fikriyatın hala yaşayan en önemli teorisyenlerinden birine dikkatinizi çekeyim. Elbette ki organik bir bağdan söz etmiyorum. Kastettiğim düşünce ağababalığı…
 
Söz konusu teorisyen, 40 yıl 50 yıl boyunca sinsi ve imalı şekilde savunduğu ‘’Müslüman dünyası savaştan başka birşeyden anlamaz’’ söylemini son 20 yıldır açıktan savunan Bernard Lewis.

Kendisi de Yahudi olan güzel insan ve insaflı tarihçi Joel Beinin, Lewis’i, ‘’Kuzey Amerika akademi dünyasının en bilgiç ve en belagatlı siyonizm avukatı’’ diye tanımlıyor.
 
Bernard Lewis ve şürekasının, ‘’İslam’’ ve ‘’Müslümanlar’’ endişesi 11 Eylül ile ya da Avrupa’ya müslüman göçmenler akımı ile başlamış değil.

Daha 40 yıl önce yazdığı "The Return of Islam (İslamın Dönüşü)’’ başlıklı makalesinde de, üç aşağı beş yukarı aynı korku ve kehanetleri üfürmüş biri o… 1990 yılında The Atlantic dergisi için yazdığı "The Roots of Muslim Rage," adlı makalesiyle ‘’İslami fundemantalizm’’ kavramını Kuzey Amerika’da kullanan ilk kişidir Lewis. 3 yıl sonra Samuel Huntigton’un aynı adlı makalesiyle küresel üne kavuşacak ‘’Medeniyetler Çatışması (Crash of Civilisations)’’ kavramı da ilk defa Lewis’in bu kitabıyla dünyamıza girdi.
 
Jerusalem Post gazetesinin 6 Mart 2008 tarihli sayısında, Ruthie Blum Liebowitz, Bernard Lewis ile röportajını takdiminde, Lewis’in ‘’medeniyetler arası çatışma’’ kavramını ilk defa 1957 yılında Washington DC’deki bir toplantıda kullandığını belirtiyor ancak zabıtlarda yer aldığını belirttiği bu toplantının yeri ve içeriği hakkında bir açıklama yapmıyor. Bizde hala Lewis’i ‘bilimadamı’ diye sunabilen epey devletlu ve aydın var.
 
Lewis, Müslümanların, Batılılardan ‘’Batılıların yaptıkları şeyler için değil, Batılı oldukları için’’ nefret ettiklerini savunageldi. Yani, bir özet yapacak olsam, ‘’Batı İslam dünyasına yönelik dış politikalarını tamamen değiştirse de, Müslümanlar Batıya saldırmaktan vazgeçmeyecekler. Öyleyse, Müslüman dünyası ile diyaloga, açılıma bu türden ılımlı yaklaşımlara prim vermeyin. Müslümanlarla savaşmaktan başka çareniz yok. Doğuyu savaşlarla, zorla, truva atı ordularla baskı altına alın, uygarlaştırın(!). Bunun için gerekirse güç kullanmaktan çekinmeyin.’’
 
Müslümanların Batıya saldırılarının 8’nci yüzyılda İspanya’da başladığını iddia eden Lewis, 11 Eylül’den hemen sonra C-SPAN televizyonuna yaptığı açıklamada, ‘’Bizden bugün değil yüzyıllardır nefret ediyorlar.’’ demişti. 

İspanya’da  ölümden kaçan atalarının kimlerden kaçtığını ve kimlerin kurtardığını, ‘biz – onlar’ paradigmasının ucuz takiyesi sırıtan bu ‘’bilimadamının’’ hatırlatmayı gereksiz bir meşgale görüyorum.
 
Papa Jean Paul 2000 yılında tarihi Şam ziyareti sırasında Haçlı Seferlerinin sebep olduğu acılar için özür dilediğinde de en büyük tepkiyi veren hatta kınama açıklaması yapan da Hıristiyanlar değil, Hıristiyanlıkla uzaktan yakından ilgisi olmayan Lewis’ti. Neden?

Bugünlerde Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki en ufak bir diyalog bile Lewis ve şürekasını çılgına çevirmeye yetiyor. Neden?

Bugünlerde Avrupa’da Müslümanlara karşı Hıristiyanlar arasında Haçlı zihniyetini uyandırmaya çalışan birçok kalem tetikçisi de hep bu şürekadan ve bu şürekaya yakın adamlar. Neden?
 
Irak Savaşının arkasındaki beyin
 
Kendisi de Yahudi olan güzel ve onurlu insan Noam Chomsky, 2002 yılında bu Bernard Lewis ile derin bir tartışmaya girdiğinde, ‘’Irak savaşının arkasındaki en büyük beyinsel gücün Bernard Lewis’’ olduğu ortaya çıkmıştı.

Irak Savaşının başlamasına saatler kala savaşın icrai mimarı Dick Cheney, savaşın teorik mimarı Lewis ile Beyaz Saray’da akşam yemeği yiyordu. 2003 Martına kadar, ‘’ABD ordusu Irak’a girdiğinde Irak halkının büyük sevinçle kurtarıcılarını karşılayacağını’’ iddia eden ve Amerikan sistemini ikna eden de, ‘’Ortadoğu’yu en iyi tanıyan uzman olarak’’ tanıtılan Lewis’ten başkası değildi. 
 
Dick Cheney, 1 Mayıs 2006’da da Philadelphia’ya kadar giderek Lewis onuruna düzenlenen özel yemeğe katılacaktı. Burada yaptığı konuşmada, Savunma Bakanı olduğu Birinci Körfez Savaşı sırasında Lewis ile ilk kez şahsen tanıştığını kaydeden Cheney, ‘’Tanışıp konuştuğum gün bu adamın irtibat sürdürülmesi, çalışmaları yakından takip edilmesi gereken bir insan olduğuna karar verdim. O günden beri sık sık bir araya geliyoruz ve özellikle de son dört buçuk yılda Başkan Bush ile de birçok verimli toplantı yaptı.’’ diye aktarıyordu.
 
Lewis’in İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz istihbaratında da görev yaptığını ve buradaki asıl görevinin istihbaratçıları eğitmek olduğunu da Dick Cheney’nin aynı yemekteki konuşmasından öğreniyoruz. Cheney’nin aralarında Henry Kissinger’ın da olduğu özel davetli topluluğuna, Lewis’in kendileri açısından önemini şakalarla ve aşırı övgülerle anlattığı bu konuşması çok ibretliktir. 
 
Gelmiş geçmiş en büyük oryantalist
 
Lewis’i, ‘’İslam tarihinin en önemli uzmanları arasında’’ sayan Türker Alkan hocanın öğrencilerinin, hocaları gibi vahim bir yanlışa düşmemeleri için de Lewis ve Edward Said’in tartışmalarını zapta geçireyim.

Lewis’in akademi dünyasının gelmiş geçmiş en büyük oryantalisti olduğunu yazan Said, Oryantalizm adlı önemli eserinde, Lewis'in klasik oryantalistlerden en önemli farkının, söyleyeceğini açıktan söylememesi olduğuna dikkat çekiyor ki önemlidir. Bütün araştırma hayatını, Arapları ve Müslümanlığı insanların gözünde karalamaya harcayan Lewis, bunu, tarafsız olduğu imajı vermek için birkaç insaflı cümle kurduktan sonra, ‘’gerçeği çarpıtarak, yanlış benzetmeler kurarak, çarpıtarak’’ yapar.

‘’Bunlara o her şeyi bilen serinkanlı otorite üslubunu eklemeyi unutmaz.’’ Okuyucusunu ‘’Ortadoğu ve İslam hakkında adil ve tarafsızım’’ noktasında ikna edip savunma mekanizmalarını indirdikten sonra da, ‘’İslam’ın evrensel değerlerle ne kadar ters bir kültür ve din’’ olduğunu aktarmaya başlar.’’
 
İsrail’in Likud’unu ve Dick Cheney ‘cult’ını evrensel değerlerin temsilcisi görebilen bir ‘uzman’ için bunlar normal. Peki ama, kendi coğrafyasının kültürünü, İslam’ı ve Ortadoğu’yı Bernard Lewis’ten öğrenen akademik zavallılığa ne demeli…
 
Müslüman Türker Alkan hoca kusura bakmasın ama Hristiyan Edward Said, Lewis’in İslam hakkındaki görüşlerini, ‘’büsbütün cahilce ve demagoji’’ olarak nitelendirirken çok daha haklı. Lewis, bilimsel ölçüler açısından bir tarihçi bile değil ki ‘İslam tarihi uzmanı’ olsun. ‘Lewis’in bir ideolojisi, saplantısı var ve tarihi buna göre yeniden kurgulamakta zerre tereddüt etmiyor.’     
 
Yine, gerçek bir bilimadamı ve yazar olan Ian Buruma, Lewis’in akademik ajandasından çok politik bir ajandası olduğunu inkar etmenin çok zor olacağını söylüyor. Hayatını biraz inceleyen herkes de, Lewis’in akademik ortamlardan çok, güç odaklarıyla hemhal olduğunu rahatlıkla görür.

İngiliz istihbaratçıların hocası olması sadece detay. Neoconların Amerikan yönetimini ilk ele geçirme denemesinin kahramanı olan Henry ‘Scoop’ Jackson’ın akıl hocası da Lewis’ti. 8 yılda dünyaya kan ve gözyaşından başka birşey vermeyen Karl Rove ve Dick Cheney ikilisinin de…

İsrail’in nerdeyse bütün başbakanları, İngiltere’nin ve Avrupa’nın birçok tutucu ırkçı dinci aşırı politikacısı yakın arkadaşıdır. Richard Perle ve Harold Rhode hayranıdır. Baba oğul Podhoretz’ler yoldaşıdır. Bilimadamlığını sevsinler…
 
Bugünlerde İslam’a ve Batının ‘evrensellik’ ima eden her değerine karşı amansız bir kutsal savaş açmış genç dinci-ırkçı kalem tetikçileri Pamela Geller, Robert Spencer, Daniel Pipes, Geert Wilders, Jennifer Rubin, Michael Rubin, Barry Rubin’lerin hep Bernard Lewis’i ‘hoca’ olarak görmesi boşuna değil.
 
Örneğin bu öğrencilerden, solcu bir gazetemizin yakın geçmişte gün aşırı ‘’Amerikalı akademisyen’’ gibi gerçek olmayan bir ünvanla manşetine taşıdığı ırkçı-dinci kalemşör Daniel Pipes, 1990 yılında National Review’de şöyle yazabiliyordu: ‘’Batı Avrupa toplumları, tuhaf yemekler pişiren ve değişik bir hijyen kültürü olan kahverengi derililerin kitlesel göçüne karşı hazırlıksız. Bütün göçmenler egzotik gelenek ve yaklaşımları da beraberinde getirir ama hiçbiri Müslümanların gelenekleri kadar sorunlu değil’’.

Kendisi de ‘kahverengi derili’ olan bir adamın bu sözlerinin, bir değeri savunmaktan çok, beyaz ırkçısı Avrupalıyı tahrik etmeye çalışma çabası olduğundan başka izahı olan varsa beni aydınlatsın lütfen.
 
11 Eylül’ü takip eden günlerde, Ekim 2001’de, biz kahverengi derililerin başımıza bir iş gelir saldırıya uğrarız korkusuyla New York’ta bile sokaklarda huzursuzluk içinde yürüdüğümüz günlerde, aynı Pipes Amerikan Yahudi Kongresi’nde, ortalama Yahudiyi, ‘’Amerika’da Müslümanların sayısının etkinliğin çoğalıp yaygınlaşmasından Yahudi noktai nazarından, çok endişeliyim. Amerikalı Yahudilere büyük tehdit oluşturuyorlar.’’ sözleriyle korkutup kendi ırkçı dinci çezgisine çekmeye çalışıyordu.
 
Avrupa’da tarihi kökleri olan ‘İslam ve Müslüman karşıtlığı’ yarasını gün aşırı kanatmaya çalışıp ‘güncellemeye’ çalışan bu organize kalem çetesi, en az 10 – 15 yıldır sürdürdüğü kampanyayı, 11 Eylül dünyasında, ‘’tehlikenin farkında mısınız?’’ propagandasıyla acil eylem davetine çevirdi.
Bu organize işleri de not edelim…
 
Peki neden Norveçli katil göçmenler yerine Norveçli ılımlı insanları katletti?
 
Aslında, bir ırkçı dinci fanatiğin teorideki en büyük düşmanı ile pratikteki en büyük düşmanının farklı olmasından kaynaklanıyor olabilir. Kendi dinlerinden kendi ırklarından makul ya da ılımlı insanlar, bir fanatiği en fazla kızdıracak şeydir. Çünkü bu en başta onun siyah beyaz düşünce konforunu bozar. Neresi olursa olsun, dünyanın her yerinde ırkçı-dincilerin günlük eleştirilerini toplarsanız, yüzde 98’inin kendileriyle aynı din ve ırka sahip olan makul insanlar aleyhinde olduğunu görürsünüz. Ve bir silahlı mücadeleye başladıklarında da ilk hedefleri genellikle kendilerinden insanlardır.
 
Yeryüzünün en kapalı, en karanlık ve en yobaz örgütlerinden biri olan PKK’nın sözcülerinin, Türk milliyetçilerine karşı söylemindeki yumuşaklığı, kendisi gibi düşünmeyen Kürtler söz konusu olduğunda bir kenara bırakıp, ‘’katli vacip işbirlikçi hainler’’ seviyesine düşürmesi de bundandır.

Güya PKK’ya karşı dini bir mücadele veren Hizbullah’ın ilimci kanadının sokaktaki vatandaştan önceki hedefi de grubun Menzil kitapevi çevresinde toplanan şiddet karşıtı kanadıydı.

Tetikçiliğe kendilerinden insanları öldürerek başladılar.

Tıpkı PKK’nın ilk yılları boyunca ne kadar Kürt lider ve partisi varsa silahlı çatışmaya girmesi gibi. PKK’nın öldürdüğü Kürt sayısı, öldürdüğü Türk sayısının en az 10 katıdır.

İslam adına terör yapan çetelere örgütlere ve onların eylem ve söylemlerin hedeflerinin toplamına bir bakın: Yüzde 80’i Müslümanlardır. El Kaide’nin öldürdüğü Müslüman sayısı, diğer bütün dinlerden olan insanların toplamından fazladır. Bellerine bağladıkları bombalarla başka Müslüman grupların camilerine, pazarlarına girip patlatan ve cennete gideceğine inanan fanatiklerden mebzul miktarda var maalesef.

İzak Rabin’i bir Filistinli değil, bir Yahudi fanatik öldürdü. Çünkü diyalogdan söz ediyordu.

Mahatma Gandhi’yi İngilizler ya da Pakistanlılar değil, bir Hindu milliyetçisi öldürdü.

Göçmen ve Müslüman karşıtı ırkçı fanatik, Arizona’da göçmenlerin ve Müslümanları kurşun yağmuruna tutmadı. Onlara karşı ılımlı olduğundan yakındığı Yahudi kökenli Demokrat Kongre üyesini ve sevenlerini hedef aldı.

ABD’deki Yahudi fanatiklerin yayınlarını takip edenler bilir. Bugünlerde nefretlerinin büyük bölümünü İsrail’deki aşırı sağcı hükümeti eleştiren, diyalog ve barış yanlısı Yahudilere yönlendiriyorlar. Ikrçı Likudçu AIPAC’ı, ılımlı diyalogçu J Street kadar hiçbir şeyin sinirlendirdiğini görmedim. Kendileri gibi ırkçı-dinci çizgide olmayan Yahudilere Müslümanlara olduğundan bile fazla nefret yaşıyorlar.
Müslümanlarla diyalogu savunan her Hıristiyan, Hıristiyan fanatiklerin en büyük hedefi. Anında Hıristiyanlıktan çıkmış ilan ediyorlar.

Bu psikolojik raporu da not edelim… 
 
Birbirine ilaç olan aşırılık
 
Hiç eğip bükmeye gerek yok. Müslümanlık adına cihat yaptığını söyleyen terör örgütlerinin tamamı, (Güneydoğu’daki Hizbulkontra’dan El Kaide’ye, kilise bombalayanlardan, rahip katledenlere kadar) ne Müslümanlıkla ne İslamla ve ne de insanlıkla hiçbir bağı olmayan kapkaranlık küresel ya da yerel çetelerin kuklası olmaktan öteye gidemeyen başı bozuk sürülerdir.

Terör, yeryüzü muktedirlerinin satranç sahasıdır. Evrensel meşru müdafaa kriterleri dışında eline silah alan, bu tiyatroda kuklacı karanlığın, istihbarat servislerinin, silahın lordlarının ordusuna asker yazılmış demektir. Ne adına olursa olsun… 

Bu örgütlerin insan kaynaklarını, dini duyarlılığı yüksek olduğu halde dini bilgisi kıt, üstüne politik çatışmaların, işgallerin odağında kendini çaresiz hisseden Müslümanlar arasından devşirdikleri açık.

Son yıllarda sayısı hızla artan Haçlı terör grupları da, onların insan kaynakları da bundan pek farklı değil. Ve bu terör grupları da aslında birbirlerinden pek nefret etmiyor.

Karşı din ya da kültürün ılımlı, şiddet karşıtı çevrelerinden çok daha fazla nefret ediyorlar. Çünkü, karşı tarafın fanatikleri kendilerine meşruiyet ve propaganda olanağı sağlarken, barışçı insanları ‘varoluş’ sebeplerine tehdit oluşturuyor.

Bin Ladin, 2004 seçiminden 2 gün önce, Bush’a seçim kazandıran videosunu boşuna yayınlamadı. Bush ve savaş, El Kaide’nin varlık sebebi. El Kaide’nin de ABD’deki savaş lobisinin ekmeği tuzu olması gibi…
 
Londra’da ‘İslam dünyaya hakim olacak’ pankartı kime destektir?
 
Bazı Müslüman göçmenlerin, göçmen olarak geldikleri ülkelere kültürlere saygısız ben-merkezci terbiyesizliğinin de oluşan sosyal politik travmaya katkısını da gözardı edemeyiz.

Geçenlerde, İngiltere’nin başkenti Londra’da düzenlenen ve Müslüman göçmenlerin haklarını savunan yürüyüşte bazı Müslümanların taşıdığı pankart gibi. Yürüyüşe birçok insaflı İngiliz de destek vermesine rağmen, bazı fanatik Müslümanlar, ‘’İslam will dominate the world (Islam dünyaya hakim olacak)’’ pankartı taşıyabildi.

Geçtiğimiz Mayıs ayında da Bin Ladin’in öldürülmesinden sonra aynı pankarttan onlarcasıyla Londra sokaklarına çıktı bu küçük grup. Aşırılık yanlısı medyanın bu pankartların fotoğrafını tüm haberlerine yerleştirdiğini ve bunun sonuçlarını tahmin edersiniz. Adrese teslim bir destek.
 
Bir parça empati yapalım ve İstanbul’da Hıristiyan Türk vatandaşlarının haklarını savunmak için yürüyenlerin ellerinde ‘Hıristiyanlık dünyaya hakim olacak’ pankartı taşıdıklarını düşünelim. Ne hissederdiniz?

Bunlar, toplumun orta kesimlerini de aşırılıklara savuracak derecede etkili provokasyonlardır.

Elbette, bir Müslüman bütün insanlığın Müslüman olmasını ister, bir Hıristiyan bütün insanların Hıristiyan olmasını ister, bir Ateist bütün insanların ateist olmasını ister. Ancak bunu insanlığı sevdiği için ve kurtuluş için muhabbet, iman ve şefkatle isteyip, hukuk, hakka hürmet ve meşruiyet içinde bir çaba çerçevesinde istemek ile, bunu kendisinden başka herkese kaba kuvvetle haddini bildirmek için zorbalıkla istemek arasında ciddi bir fark var. 

Bu empati mahrumiyetinin neden olduğu iklimi de not edelim…
 
Kıyametçi dinsel fanatizm
 
Hıristiyan dünyasında da, Yahudi dünyasında da, İslam dünyasında dakıyametçiler var. Yanlış anlaşılmasın, ‘Kıyamet inancını ve buna inanan müminleri’ kastetmiyorum. Yani, ‘dünya yıkılsın, küresel bir savaş çıksın’ adamları.

Yararlı hiçbir şey üretemenin şuuraltı etkisiyle bu fena halde patalojik zihniyete müptela olmuş fanatik Hıristiyanlar da, fanatik Yahudiler de, fanatik Müslümanlar da küresel bir savaşın sonunda ‘müjdelenen hakimiyetlerine’ kavuşacaklarına çok inanıyorlar.

Bu farklı dinlerden fanatik çevrelerin yayınlarını okuduğunuzda, tastamam aynı yazıların farklı dillerde yazıldığını ürpererek görüyorsunuz.

Hepsi de diğer dinin müntesiplerinin topyekün Deccal’ın askeri olduğuna kesin iman etmiş durumda. Karşı dindekilerin canlarını mallarını kendine helal görüyor.

Kendilerinin Mehdi ve Mesih’in ordusu olarak görüyor. Dinin özünü oluşturan kul hakkı, evrensel hukuk, komşunun hukukuna saygı umurlarında bile değil.

Siyah ve beyazın savaşı. Gerisi teferruat. Akıllarınca herşeyi birbirine katacak bir savaş sonunda dünya onların olacak. Nükleer silahlar bir patlasın fıstık gibi olacak insanları. İşte tüm Batı dünyası, Müslümanlar, Yahudiler, Hıristiyanlar bütün bir küre bu hasta ruhlu adamları çok mutlu edebilecek ciddi bir sınavdan geçiyoruz.

Bu içtimai tehdidi de not edelim…
 
Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor
 
Avrupa, onyıllardır övünüp durduğu ‘’çok kültürlülük’’ anlayışını, bir arada barış içinde yaşama isteğini’ şimdi bir hayalet olarak görüp tir tir titriyor.

Bu korku dünyanın her yerine her kültürüne yayılıyor. Dünya, internetin, ulaşım imkanlarının, ekonomik ilişki ağının neden olduğu bir kriz yaşıyor. Ancak bu krizi aşmanın yolu, geçmişe, kapalı ve ben merkezi izole toplumlara dönmek değil. Bu sadece sonu gelmez yeni savaşlara yol açar ve bu savaşların yıkıcılığı geçmişle kıyaslanamayacak büyüklükte olur.

Artık tamamen izole olmak imkansız. Avrupa geçmiş yüzyıllarda bile izole yaşayamayıp, bazen asırlarca süren iç savaşlar yaşarken, bu ‘korku’yla, bırakın Müslüman göçmenleri, Protestan ve Katolikleri bile hatta Luterhcilerle Calvincileri bile bir arada barış içinde yaşatamaz. Avrupa hamile olduğu 'hukuk devletini' doğuracak ya da kendisi de yok olup gidecek.
 
Öteki kültürlerden, öteki ırklardan korku, sadece Avrupa’yı tehdit etmiyor. Hepimizi tehdit ediyor. Fanatizm, şiddet-severlik, silaha iman, molotofperestlik bütün insanlığa büyük bir tehdittir.
 
Oh olsun demekle, kendimizi koruyacağımızı sanmak büyük bir cehalet olur. Avrupa fanatizme teslim olursa, bizim dünyamız da olacak.

Korkularımızdan başka korkmamız gereken şey yoktur. Cesur olursak korkularımızdan başka kaybedeceğimiz şey de yoktur. 
 
Cemal Demir - Haber 7
cemaldemir111@gmail.com

Yorumlar18

  • Kerim41 13 yıl önce Şikayet Et
    şükür kavuşturana. yazıyı henüz okumadım. yavaş yavaş tadına vararak okumayı düşünüyorum. tekrar hoşgeldin Cemal Demir.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Mahmut Şeker 13 yıl önce Şikayet Et
    Tebrik. Birikimli bir düşüncenin ürünü olan yazınızdan dolayı sizi tebrik ediyorum. Emeğinize sağlık.
    Cevapla
  • güven kurtul 13 yıl önce Şikayet Et
    Çok Özlemişiz Üstat. İki aydır gözümüz yollarda kulağımız gelecek mektubunda idi Üstat. Çok özlemiştik hakikaten. (yazıyı takdim eden editör çok doğru söylemiş; "ne zaman bitti yahu" :) )
    Cevapla
  • Sabit Kal 13 yıl önce Şikayet Et
    Aslinda cok basit bir incelik Hiristiyan Bati'yi korkuturken. bu basit inceligin Bati Kültürü'nü yok edebilecegini ve dolayisiyla Israil'i zayif düsürecegini istatistiklere dayanarak hesaba katan ve bu inceligin gerceklesmesini engellemek icin sahte düsmanlik ve terör yayarak müslümanlara yamamaya calisan Neo-Con+Israil, bu agenadasinda basarili olabilecekmi? Bu tamamen Müslümanlarin durumu ve inceligi farkedip yüksek mercilerle ve halkla dogrudan dialoga gecmesi ve korkuyu bertaraf etmesiyle mümkün. Peki bu incelik (veya korku) nedir? Bati Kültürü'nün kendinden kaynaklanan sebeblerden cöküse gecmesi ve bu cöküsü ancak ve ancak Islam'in durdurabileceginin yavas yavas anlasilmasi. Bu anlayis ve görüsün Batililar arasinda gittikce agirlik kazanmasi ve Israil'in bunu kendisinin kiyameti olarak görmesi ve ne yapip edip bu gelismeyi sabote etmesi gerektigine inanmasi ile bu terör olaylariyla suyu tersine akitabilecegine kesin gözüyle bakmasi, terörü azdiran en önemli sebebtir. Peki bu incelik ve Bati'yi cöküse götüren sebebler nelerdir?
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Sabit Kal 13 yıl önce Şikayet Et
    Avrupa ve Amerika'daki Islam korkusunun temelinde. Müslümanlarla Hiristiyanlari birbirine düsürerek onlari karsi karsiya getirmeye calisan Yahudilerin planli programli tahrik ve korkutmalari var. Yahudiler yada daha dogrusu Neo-Con'lar bu korkutma ve tahriklere neden gerek duyuyorlar? Cünkü gercekte Müslümanlar ile Hiristiyanlar arasinda cok basarili dialog ve yakinlasma var. Farkliliklarini dialog ve toleransla asmaya calisan ve bir cok alanda basari gösteren iki büyük dinin bu yakinlasmasi azgin Yahudileri korkutuyor. Onlar hala 19. yüzyil kafa ve bakisiyla "düsman et, zayif düsür" taktiginin tatbik etmeye calisiyorlar. Ancak neredeyse bütün basin ve yayin organlarina sahip olmalarina ragmen bu düsmanligin yeteri kadar hizla gelisememesi onlari korkutuyor. Zira Avrupa ve Amerika'da cogalan Müslümanlar ile Müslüman ülkelere tatile gelen sayisiz hiristiyanin yakinlasmasi bu azgin Israil planlarina comak sokuyor. Dialog ve barisi ancak böyle sahte terör olaylariyla sabote edebileceklerinden, terörle daha cok yüzlesecegiz.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat