Tadında bir askerlik tartışması
- GİRİŞ27.08.2011 09:13
- GÜNCELLEME27.08.2011 09:13
Askerlik hizmetinin kapsam ve süresi sadece Mili Savunma Bakanlığı’nın değil, milyonlarca insanımızın, ekonomimizin ve ulusal güvenliğimizin son yıllardaki en kritik gündem maddelerinden biri.
Mevcut askerlik anlayış ve sisteminin yarattığı keyfiliğin, kaynak israfının ve hepsinden önemlisi güvenlik zaafiyetinin örnekleri gün aşırı medyaya yansıyor. Eğer ses kaydının sahibi iddia edildiği gibi eski genelkurmay başkanı ise, ordunun tepesi de bu zaafiyetin farkında demek ki...
Türkiye’nin etraflı ve radikal bir askerlik reformuna acil ihtiyacı olduğu konusundaki tartışmalara, askerlik hizmetinin dünyada nasıl yapıldığı ve algılandığıyla ilgili bazı bilgileri paylaşarak, çam sakızı tadında bir katkı yapmak isterim.
ABD’nin en önemli askeri analist ve tarihçilerinden William Lind, yaptığı tarihi sınıflandırmayla, modern toplumların, şu anda ‘Dördüncü Kuşak Savaşlar (4GW)’ çağını yaşadığını söylüyor. Buna göre dünyada savaşlar yeniden 500 yıl önce olduğu gibi ‘gayrimerkezi’ hatlar düzenine dönmüş durumda...
Yani savaşlarda devlet tekeli çağı sona eriyor. Karşınızda düzenli bir ordunun bulunmadığı çok daha girift savaşlar çağı...
1989 yılında ABD’nin en vurucu gücü olan Deniz Piyadelerinin yayın organı olan Marine Corps Gazette’de, Lind’in öncülüğünde Albay Keith Nightengale, Yüzbaşı John Schmitt, Albay Joseph Sutton ve Yarbay Gary Wilson’dan oluşan askeri analist grubunun, “The Changing Face of War: Into the Fourth Generation” başlığıyla yayınladığı makale, Dördüncü Kuşak Savaşların içeriğini, yöntemini tartışmaya açmıştı.
Buna göre ‘’Modern çağ savaşlarının’’ birinci kuşağı, 30 Yıl Savaşlarını sona erdiren 1648 Vestfalya Barışı ile başladı. Kendisinden önceki yüzyıllarda da görüldüğü gibi iki ordunun savaş meydanında karşı karşıya geldiği, savaş meydanında kanatlar üzerinden, kollar üzerinden taktiklerin uygulandığı savaş düzeni. Üstünlük, hem nicelik hem de nitelik olarak tamamen insan gücüne dayanıyor. ‘’Askeri’’ tüm hayatı boyunca ‘’sivilden’’ ayıran, üniforma, selamlama, rütbe hiyerarşisinin sistematik olarak yerleştiği dahası savaş üzerinde ‘devlet tekeli’nin oluştuğu kuşaktır bu. Artık savaşa en merkezi otoriteler karar veriyordu. Napolyon savaşlarıyla doruğa ulaştı bu savaş düzeni.
Ancak gelişen ateş gücü, bombalar, silah gücü, savaş meydanında karşı karşıya gelip vuruşmayı, askeri açıdan intihara dönüştürünce bu savaş düzeni de 19’ncu yüzyılın ortalarından itibaren yok olmaya başladı.
İkinci kuşak savaşlar yoğun ateş gücüne dayanıyordu. Birinci dünya savaşı sonuna kadar bu savaş anlayışı hakim oldu. Bu savaşta ordular yine savaş cephelerinde karşı karşıya geliyor ancak yüzyüze olmak yerine yıkıcı ‘ateş gücü’ nedeniyle mevzilerde siperlerde direniyordu. Savaş satha yayılmadığı için ‘hattı müdafaa’ savaşın temelini teşkil ediyordu.
İkinci Dünya Savaşında Almanların öncülük ettiği üçüncü kuşak ise yoğun manevra kabiliyetine dayanıyordu. Hedef, düşmanın savaşçı gücüne lineer şekilde yaklaşıp onu yok etmek değil, düzensiz ilerleyişlerle bu gücü by-pass ederek, cephe gerilerine ulaşıp lojistik ve desteği vurmaktı. Savaşın, cephelerden/meydanlardan, kentlere taşındığı kuşak oldu bu... Alman Fırtına Birlikleri, Fransız ve İngilizlere karşı bu taktikle oldukça yıkıcı bir başarı sağladı. ABD ve birçok büyük ordu, yakın zamana kadar savaşlarda üçüncü kuşak savaş anlayışına uygun askeri düzeni temel alıyordu.
Ancak günümüze, devlet dışı güçlerin, sosyal, ekonomik, teknolojik, internet birçok farklı faktörün kullanımına dayanan savaşları var. Artık sadece düşman devletlerle değil, devlet dışı aktörlerle de savaşların yaşandığı bir çağdayız.
Siber savaşlar ve teknolojik üretim
Devletler doğrudan savaşta karşı karşıya gelmiyor. Lind ve benzeri düşüncedeki analistlere göre, Westfalya Barışından beri yani son 500 yılda savaş anlayışındaki en radikal değişimin yaşandığı bir çağdayız.
Lind ve ekibinin bu sınıflandırmasının tarihi bazı kusurlarına şerhler düşenler var. Ancak, kurmay heyetlerine savaş konseptini düşünmede ufuk açan yönünü kimse inkar etmiyor.
ABD Savunma Bakanlığı da birkaç on yıldır ‘asker düzeninde’ devrim sayılabilecek iç reform paketleri üzerinde çalışıyor. İnternetten tartışmalarına rahatlıkla ulaşılabilecek ‘’Joint Vision 2010’’, ‘’Joint Vision 2020’’, “Transformation Planning Guidance” ve “Network-Centric Warfare” başlıklı stratejik reform projeleri bu konudaki yoğun zihni üretimin parçaları. Tamamıyla bilgi çağında kontrol teknolojisine hükmetmeye dayalı ’Joint Vision 2010 adlı reform çalışmasının girişinden bir cümle aktarayım: Geleceğin savaşlarının vizyonu, enformasyon çağında bilgiyi kontrol ve kumanda yeteneğiyle 4 operasyon konseptinin gelişimini mümkün kılmaya dayalı: Bilgi ve haberleşme ağları üzerinde dominant manevra, bu ağlarda hassas temaslara hazırlık (siber savaşlar), çok boyutlu teknolojik savunma ve lojistiğe yoğunlaşma (teknolojik üretim).’’
Düşman ülkeler artık bir başka ülkenin teknolojik tesislerini askeri güçle ele geçirmeye çalışmıyor. Korsanlarıyla teknolojik fikirleri, tesislerin bilgisini ele geçirip kendi de üretiyor. Martin van Crevald da, ‘The Transformation of War’’ adlı kitabında, devlet dışı güçlerin yeni tekonolojilere ve savaşlara normal askeri düzenlerden daha hızlı adapte olduğuna dikkat çekerek, geleneksel yöntemlerle savaşmayan düşmanlara karşı geleneksel ordularla zafer kazanmanın imkansızlığına dikkat çekiyor.
Ben tahmin ediyorum bütün bu bilgilerin çok daha detaylısı çok daha günceli bizim harp akademilerinde zaten konuşuluyordur, üzerinde analizler, yeni vizyon ve stratejiler oluşturuluyordur.
Eğer ‘savaş’ bir konsept olarak değişiyorsa, ‘askerlik hizmeti’ anlayışı da bir konsept olarak değişmek zorunda. Türkiye, ‘ülke güvenliğini sağlamaktan’ çok, herkesi ‘askeri terbiye ve ideolojinin’ çarkından, bir başka deyişle ‘içtimadan’ geçirme hedefli çağdışı askerlik anlayışı ile hiçbir yere varamaz. Yani askerlik reformu isteniyorsa, orta yerde herşeyden önce Türkiye’nin bekası söz konusu olduğu içindir.
İnsanları hayatlarının en verimli çağında bütünüyle ve uzun süre hayattan çekip alan, mıntıka temizliği, uygun adım marş yürüme, yanaşık düzen durmak, resmi geçit töreni, patates soymak, subay evine badana yapmak, orduevlerinde garsonluk yaptırmak gibi güvenliğe de hiçbir somut katkısı olmayan eğitimlere uğraşlara tabi tutmanın mantığını kimse izah edemez. Artık savaşlarda, eğitimli insana, bilgisayar bilen insana, ekonomi bilen insana, jeoloji bilen insana, fizik bilen insana, mıntıka temizlemeyi ve uygun adım marş yürümeyi bilen insandan çok daha fazla ihtiyaç olduğu bir çağdayız. Çünkü bir ülkenin ekonomisi de, sosyal psikolojisi de, teknolojik altyapısı da tanklar kadar ülke güvenliği açısından kritik öneme sahip.
Dünyada askerlik hizmeti
Askerliği bir tek biz ‘kutsal vatani görev’ olarak nitelemiyoruz. Nerdeyse dünyanın tamamında ‘vatani görev (national service)’’ deniyor.
Devletlerin vatandaşlarına askerlik zorunluluğu getirme ve bunu bir vatandaşlık görevi sayma anlayışı Fransız ihtilali sonrası, ‘cumhuriyeti’ monarşilerden korumak amacıyla getirildi. 5 Eylül 1798 tarihli kanuna adını veren Fransız askeri yetkilisi Jean-Baptiste Jourdan, ‘’Her Fransız erkeği askerdir ve ülkenin savunmasına borçludur’’ dedi. Bu anlayışla kurduğu Grande Armee’ye 1800 – 1813 arasında toplam 2,6 milyon askeri katan Jourdan ve Napolyon, ‘insan gücüyle’ Avrupa’da önlerine çıkan her orduyu silip süpürdü.
Modern anlamda 20 yaşına gelen her erkek vatandaşın belli bir süre askerlik yapma zorunluluğu konsepti ise 1874 yılında Rusya’da başladı.
Bugün BM’e üye 19 ülkenin hiçbir askeri gücü bulunmuyor. Çoğu küçük ada ya da şehir devletleri... Ordusu olan 98 ülkede ise askerlik mecburi değil. Bunların içinde dünyanın en büyük askeri gücü olan ABD de var, önemli askeri güçlerden biri olan İngiltere de var, birçok Avrupa ülkesi de var. Almanya da 1 temmuz 2011’den itibaren zorunlu askerliği askıya aldı, artık uygulamıyor. Kaldı ki Almanya’da devam eden ve toplam 6 ay süren askerlik hizmeti de bizdekinden çok çok farklıydı. Örneğin, bu askerler asla çatışma olasılığı olan görevlere gönderilemiyordu. Almanya’nın Afganistan’a gönderdiği birliklerde profesyonel askerler ile gönüllülerden oluşuyor. Son olarak Arnavutluk, Ukrayna ve Tayvan da zorunlu askerlik hizmetini kaldırmaya karar verdi.
ABD’de zorunlu askerlik hizmeti bulunmuyor. 18 yaşına gelen her erkek Amerikan vatandaşı 30 gün içinde ‘’Selective Service System’’ denen sisteme kaydını yaptırmak zorunda. Yine, ülkede bulunan yeşil kart sahipleri, mülteciler kaçak göçmenler de dahil 18 – 25 yaş arasındaki yabancı erkekler de kaydını yapmak zorunda. Aksi takdirde vatandaşlık statüsü kazanamıyorlar. Uluslararası öğrenciler, diplomatlar, turistler vs hariç. Ancak kaydını yapan bu gençler zorunlu olarak askeri eğitime tabi tutulmuyor. Gönüllü sistemi var. Vietnam Savaşı sırasında uygulanan zorunlu askerlik daha sonra kaldırıldı.
İngiltere de önce 1916 – 1920 yılları arasında sonra da 1938 – 1959 yılları arasında zorunlu askerliği uyguladı. Sonra bıraktı…
Benin, Çad, İsrail, Küba, Çin, Kuzey Kore gibi ülkelerde ise kadınlar için de askerlik zorunlu. Ancak Çin’de nüfusun kalabalıklığı nedeniyle zorunlu askerlik teoride kalıyor. Askere gitmeyenin evini gün aşırı polisin basması, çocuklarını bulmak için anne babalarına eziyet etmesi gibi ilkellikler yaşanmıyor.
Bizim komşularımızdan Bulgaristan’da zorunlu askerlik 2008 yılı başında kaldırıldı. Yunanistan’da 18 – 45 yaş arası erkekler için 9 ay askerlik zorunlu. Ancak, askerlik süresinin kısaltılması ya da tamamen zorunlu olmaktan çıkarılması tartışılıyor. İran’da 18 yaşına gelen erkekler için 20 ay askerlik zorunlu. Ancak, doktorlar, itfaiyeciler diğer acil durum görevlileri, 3 kardeşi askerlik yapmış olanlar, ailenin tek erkek çocuğu olanlar, çocuklu dul erkekler gibi durumlarda olanlar için muafiyet var. İsrail’de 18 yaşına gelmiş bütün Yahudi erkekler için 3 yıl, kadınlar için 21 ay askerlik zorunlu. Savaşı varoluşun tek yolu gören bir zihniyetin ideolojinin esiri bir ülke için normal…
Rusya Federasyonunda da 18 yaşına gelmiş erkekler için 12 ay askerlik zorunlu. Yüksek lisans ve akademik kariyer yapanlar askerlikten muaf. İkiden fazla çocuğu olan erkekler de askerlikten muaf tutuluyor. Ermenistan’da da 18 – 27 yaş arası erkekler için 2 yıl zorunlu askerlik hizmeti var.
Tablo açık. Askerlik hizmetinin ‘’zorunluluğu’’ ya da uzun süreli olması otomatik olarak güçlü bir orduya, iyi bir güvenliğe sahip olduğunuz anlamına gelmiyor. Yüzbinlerce kişiye yanaşık düzende yürüme öğretmek için harcanan zaman ve kaynaklarla, gönüllü bir profesyonel ordu oluşturup, ülke güvenliğini sağlamak mümkün.
Ancak Türkiye coğrafyası itibarı ile riskli bir ülke, her genç en azından temel askeri eğitimi almalı deniyorsa, bunun farklı yolları olabilir. Gündeme getirdiğinde birileri gülmüştü ama bence de sayın Kılıçdaroğlu’nun ‘part-time’ askerlik önerisi tartışılabilir bir öneri. Kimseyi ekonomisinden hayatından çekmeden belli sürelerle, haftasonlarında, yaz tatillerinde askeri eğitime tabi tutmanın, silah kullanmayı öğretmenin nesi alay edilmeyi hakediyor, anlamakta güçlük çektiğimi itiraf edeyim.
Yakın zamanda polislere askerlik zorunluluğu kaldırıldı. Bence isabetli bir karar. Ancak hakim-savcılar, doktorlar, akademisyenler, öğretmenler başta olmak üzare diğer bütün profesyonel meslek sahiplerine de bu zorunluluğun kaldırılması gerek. Ülkede bu kadar doktor, hakim, öğretmen açığı varken bunları toplayıp, aylarca uygun adım marş yürütmeyi öğretmenin mantığını hamasi olmayan bir izahı var mıdır, çok merak ediyorum.
Askeri hizmette eşitlik bozulur mu?
Askerlik hizmeti tartışmasındaki en hararetli iddia, askerlik hizmetinde eşitliğin bozulacağı korkusu. Nitekim Işık Koşaner’e ait olduğu iddia edilen ses kaydında da, ‘’Biz herkese eşit süreli tahsil mahsil bizi ilgilendirmez. Vatan hizmetidir diyoruz. Herkese eşit süreli askerlik olmalıdır. Bizim savımız bu’’ şeklindeki sözler bu ‘eşitlik’ iddiasının bir yansıması…
Kimse kusura bakmasın ama memlekette hali hazırda ‘’eşit askerlik hizmeti’’ bulunduğuna kimse beni inandıramaz. Kağıt üstünde elbet var böyle bir iddia ama uygulamada ciddi şüphelerim var...
Çünkü mevcut sistem zaten doğası gereği ‘eşit askerliği’ imkansız kılan bir sistem. İstanbul’daki lüks bir deniz birliğinde, evinin karşısında, memleketinde, Batıdaki sahil kasabalarındaki küçük birliklerde askerlik ile, Şırnak’ta Hakkari dağlarında, Sarıkamış soğuğunda askerlik ‘’sırf aynı süreyi kapsıyor’’ diye eşit olamaz.
Peki, askerlik yapacağınız birlik, tamamen farklı askerlik yapmanıza neden olacaksa kimin nerede askerlik yapacağına kim karar veriyor? Karar vericileri ben tanımıyorum, muhtemelen çoğunuz da tanımıyorsunuz… Ancak askerlerin dağıtımına baktığımızda, şehit ailelerinin coğrafya ve gelir seviyelerine baktığımızda, belli bürokratik gruplardan, belli gelir ve sosyal çevrelerden, belli ‘büyükşehir ilçelerinden’ olanların çocukları tanıyor gibi bir görüntü var.
Örneğin gazetelere, üst düzey bürokrat yakınlarının nerelerde askerlik yaptıklarıyla ilgili iddialar yansıdı. Genelkurmay bu iddiaları yalanlamadı. Oysa, bunlar eğer gerçek dışı iddialar ise, mutlaka hesap sorulması gereken, asla sessiz kalınmaması gereken iddialar. Ama eğer doğruysa da kimse kalkıp da ‘Türkiye’de eşit askerlik var’’ gibi sözlerle zekamızla alay etmesin. ’Zorunlu ve eşit bir askerlik hizmeti olan’ bir ülkede neden bütün şehit ailelerinin, eğitim ve gelir seviyesi olarak birbirine benzediği sorusuna ikna edici bir cevap verilmediği sürece de, ‘askerlik hizmetinde eşitlik’ iddiası havadadır.
İnsan yeteneklerini doğru kaynaklarda kullanmak önemli olduğu için, kimin nerde askerlik yapacağı, otomatik kurayla değil, ilgili subaylarca belirleniyor. Bu işleyişin hakkaniyete uygun yürütüldüğünü ve hiçbir torpil olmaksızın herkesin eşit askerlik yaptığına keşke kolayca ikna olabilsek. Kendi adıma çok zorlanıyorum…
Madem, mayınlı araziye bir kere girdim, bir söz de bedelli askerlik için söylemek istiyorum. Çevremden, bana ulaşanlardan biliyorum, bedelli çıksın diye bekleyenlerin en az üçte ikisi zaten, hayatı kıt kanaat yaşayan, kendi çabasıyla okumuş, kendi çabasıyla bir düzen kurabilmiş ve bıraktığı anda aynı düzeni bir daha bulacak herhangi bir sosyo ekonomik destekten mahrum insanlar. Çoğu, sırf düzenini kaybetmemek için kaç yıllık birikimini gözden çıkarmaya hazır. Muhtemelen ağır borç yükü altına girecek önemli bir kısmı.
Bedelliye ‘parası olanlar askerlikten kaçacak, fakirler askerlik yapacak’ diye karşı çıkanlar farkında mı bilmiyorum ama memlekette ‘’belli gelir ve imkanlara sahip insanlar’’ zaten çocuklarına yurt dışında işler ayarlayarak askerliği bedelli yapıyor. Yani, zengine bedelli zaten var. ‘Eşit askerlik’ iddiasıyla paçasını tuttuklarınız da sizin gibi fazla imkanı olmayan, ya da yurtdışına çıkıp otomatik olarak bedelli hakkı kazanmaya gücü olmayan orta sınıf çocukları… ‘Parası olanın askerlikten kaçmasına karşıyız’ diye tuttuğunuz paça yanlış paça, onu diyeyim.
Bu sebeple bedelli askerliğe, ‘ben yaptım, kendimi enayi hissetmemem için sen de yap’ psikolojisiyle karşı olmaya saygı duyuyorum. Ama ‘askerlik görevinde eşitliği’ bozacak diye karşı çıkılması bana çok da samimi bir savunma olarak gelmiyor.
Askerlik reformu şart. ‘Reform’ kelimesini ‘vatanseverliğin’ zıddı gibi, ‘asker düşmanlığı’ gibi görme yanlışlığından kurtulmalıyız. En başta da ülkemizin ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bekası için bu yanlışa düşmemeliyiz...
Çünkü savaşları, herkesi aylarca süren yürüyüş eğitimleriyle görkemli tören geçişlerine hazırlayan ordular kazanmıyor artık. Akla, bilime, teknolojiye yatırım yapanlar kazanıyor.
Cemal Demir - Haber 7
cemaldemir111@gmail.com
Yorumlar10