Karanlığın nurlu tarafı

  • GİRİŞ30.08.2011 09:04
  • GÜNCELLEME30.08.2011 09:04

Eski çağlardan beri filozofların, hikmeti arayanların, bulanların en büyük tavsiyesi hep şu oldu: ‘Kendini bil’. Zira bütün ilim kendini bilmektir.
İnsanın kendini bilmesi, nefsini bilmesi kadar, biyolojisini bilmeyi de içerir...
 
‘Sen kimsin?’ sorusu hiçbirimize ‘ben bir memeliyim’ diye düşündürmez. Oysa, genel canlı sınıflandırmasında önemli bir kategorizasyondur ve insan, gezegenimizin en önde gelen memelisidir.
 
Yine genel olarak insan, ‘’diurnal’’ yani bir ‘’gündüz’’ canlısıdır. Yani, uyumadığı sürenin çoğunu güneş gökyüzündeyken geçirir. ‘’Nocturnal’’ yani hayatı gece karanlığında yaşayan, geceleri beslenen canlılardan tefrikle…
 
Şimdi, National Geographic’in çağrısına uyalım ve 1800’lerin hemen başında, dünyanın en kalabalık şehri Londra’da olduğumuzu düşünelim. Şehirde yaşayan 1 milyon kişi, karanlık çöktüğünde evlerini meşale türü basit ışıklarla aydınlatıyor bir iki saatliğine. Ardından da gündoğumuna kadar uyuyor insanlar… Gaz lambası sadece birkaç lüks evde kullanılıyor. Daha, gaz lambalarından oluşacak, dünyanın ilk sokak lambası sisteminin kurulmasına 7 yıl var. Birkaç kilometre uzaktan Londra’yı görmek zor, kokusundan yaklaştığını anlarsın.
 
İnsanoğlu, önce ateş, sonra elektrik ile ‘ışığı’ geceye taşıdığından beri ‘geceleri’ de yaşayan bir canlı olmaya başladı.   
 
İşin sosyal dramı bir yana, tabiatta yaptığımız her mühendislik gibi geceyi ‘aydınlatma’ mühendisliğinin de faydaları, aynı orandaki zararı ile beraber geliyor. Gezegenimiz muazzam bir ‘ışık kirliliği’ tehdidi altında. Tabiatın ‘ışık-karanlık’ ritmini her bozduğumuz yerde, canlı hayatının değişik bir vechesinin – göç, doğum ya da beslenme- düzeni de bozuluyor.
 
Ve en başta da insanın kainat ile bağı kopuyor. Bir kere, binlerce yıl boyunca evreni ‘kendi gözleriyle’ temaşa eden insanoğlu, artık sanki bir stüdyo animasyonuymuş gibi  YouTube videolarından bakıyor gökyüzüne.
 
Benim çocukluğumun geçtiği şehirde ve zamanda henüz çok fazla ışık yoktu ve geceleri, ‘samanyolu’nun görkemli şovunu izlerdik. Mars’ın Venüs’ün ışığı düşerdi yeryüzüne, gözle görülür şekilde. Başımız göğe kaldırmamız yeterdi kehkeşanı seyretmeye…
 
Şimdi bu muazzam hazineyi kaybetmiş durumda insanoğlunun büyük bölümü. Bunun illa ki kitlesel psikolojik etkileri de var. New York Times’ın editoryal kurulunun ‘köylü’ filozofu Verilyn Klinkenborg’un deyimiyle şimdi şehirlerimizde geceleri gökyüzü, kıyamet sonrasının anlatıldığı bilim kurgu filmlerini anımsatıyor. Bir el bütün yıldızları süpürmüş adeta. Boş anlamsız bir karanlık. Sokaklarımızı aydınlatalım derken, evrenle aramıza bir perde çektik.
 
Gecenin sadece ruhuna ve anlamına değil, ‘tabiatına’ da kastediyoruz. Yeryüzündeki ‘nocturnal’ gezegendaşlarımızın hayatını tahrip ediyoruz örneğin. Dönüp sonunda bizi de vuracak bir cinayet bu…
Los Angeles merkezli Urban Wildlands Group’un hazırladığı rapora göre, her geçen gün binlerce yeni deniz kuşu, ötücü kuş, denizlerdeki petrol rafinerilerinin ışığına, ateşine yönelerek, düşüp ölünceye kadar dönmeye başlıyor. Geceleri göç eden kuş katarlarındaki birçok acemi kuş, insan yapımı yüksek binaların ışığına aldanıp bu binalara çaparak ölüyor.
 
Sokak lambalarının etrafında dönen böcekleri hepiniz görürsünüz. Bize hayatın doğal seyri bir görüntü gelir. Oysa bu son 100 yılda gerçekleştirmeye başladığımız bir katliam yöntemidir. Sayısız böceğin böyle doğal olmayan yollarla öldürülmesinin evrenin düzeninde hangi dengeleri bozduğunu bile bilmiyoruz maalesef henüz…
 
Geceleri ‘yapay ışıklarla’ aydınlatmaya başladığımızdan beri, birçok kuş ve böcek türü, tabii çevrelerinde yok olup gitti… Sabahları karakuşiler, bülbüller ‘yapay ışık’ nedeniyle yanlış saatlerde ötmeye başlıyor. Karanlık zırhı olan birçok hayvan türü, artan ışık nedeniyle, daha fazla oranda diğer avcı hayvanlara yem oluyor ve nesilleri hızla tükeniyor.
 
Plajlarda yumurtalarından çıktıktan sonra, içgüdüsel olarak denizi bulabilmek için yakamozlara yönelen deniz kaplumbağaları, turistik otellerin ışıklarını yakamoz zannetikleri için, denize asla ulaşamıyor ve ölüyor. Saymakla bitmez cinayet işliyor ‘ışığımız’…
 
Durum tamamen umutsuz değil. Tamamen karanlığa gömülmek bu saatten sonra imkansız olsa bile, ışıklandırmaya yapılacak basit düzenlemeler ve kalitelendirme çalışmasıyla hem muazzam bir tasarrufu hem de de tabiatı koruma adına bir iş görebiliriz.
 
Arizona eyaletinin 60 bin nüfuslu Flagstaff şehri 2001 senesinde dünyanın ilk, ‘’uluslararası karanlık sema şehri (International Dark Sky City)’’ ünvanını kazandı. ‘Işık kirliliğine’ karşı hareket her geçen gün gezegene yayılıyor. Son olarak Çek Cumhuriyeti bu alanda adım atan ilk ülke oldu, ve geceleri atmosfere saldığı ışığı ciddi oranda azaltacak düzenlemeler yapma kararı aldı.
 
‘Işık kirliliği’ en başta bizi ‘İnsan’ yapan biyolojik, psikolojik ve manevi bütünlüğümüze bir tehdit. Kainatın rengi bizim ‘karanlık’ dediğimiz ortamdır. Bize karanlık gelmesi, ‘görünmez’ olduğu anlamına gelmiyor. Sadece ‘bizim görme dalga boyumuzun’ dışında olduğu anlamına gelir. İnsanın güneşe ihtiyacı olduğu kadar ‘gece karanlığına’ da ihtiyacı var.
 
Klinkenborg, insanoğlunun son yüzyılda gündüzleri nasıl tehlikeli seviyede uzatıp, ‘gece’yi nasıl kısalttığına dikkatimizi çekiyor. İnsan bedeninin, ışığa duyarlılığını tahrip ediyoruz. Vücut saatimiz, bedenimiz, geceyi gündüzü ayırt etmekte zorlanıyor artık. Çünkü sabahladığımız zaman, ‘nocturnal’ bir canlıya dönüşmüyoruz. Yani, uyumadığımız zaman ‘geceyi’ yaşamış olmuyoruz. Sadece gündüzü, tabiatımıza müdahale edecek şekilde ‘uzatmış’ oluyoruz. Yani sırf güneş battı diye ‘gece’ yaşıyor değiliz. Çünkü hala ışığın altındayız, ekranların karşısındayız. Bu gece değil. Vücudumuz ihtiyacı olan ‘karanlığı’ yaşamadığı için birçok biyolojik, belki de manevi melekemiz köreliyor.
 
İnternet icat oldu olalı, sosyal medyada hergün denk geldiğimiz,  ‘bugün de sabahı ettik’ , ‘uykum düzenim bozuldu yine’ yakınmalarına bakacak olursak, artık çok daha yaygın ve acil bir sorunla karşı karşıyayız…

Durumumuz ‘caretta caretta’lardan çok da içaçıcı değil. Gecenin ‘nur’u yerine, turistik hoteller gibi hayat coğrafyamıza dahil olmuş ekranların ışığına dönüyoruz ve ‘inkişaf edeceğimiz hayatın hakikat denizini’ bir türlü bulamıyoruz.
 
Klinkenborg, ‘’Hakikatte, yatak odamıza kadar giren ışık kirliği, kainattaki gerçek yerimizi göremeyecek kadar körleştiriyor bizi. Karanlık bir gece başımızı kaldırıp baktığımızda gördüğümüz Samanyolu’nun bize öğreteceği ‘varoluşumuzun ölçüsünü’ unutmamıza neden oluyor bu.’’ diyor o her zaman hayranı olduğum kırsal kesim filozofluğuyla...  
 
‘’Bayram sabahı, karanlığa mersiye dizip ışığa laga luga etmek de nedir’’ diye itiraz edecekler olsa da kainatın rengi olan ‘karanlık nur’a, gecenin ve gündüzün ritmine yeniden döneceğimiz günler dilerim.  
 
Annenizin uyarısına uyun ve söndürün ışığı… Geceniz, bedeniniz, gezegeniniz, karanlıkla nurlansın..!

Cemal Demir / Haber 7
cemaldemir111@gmail.com

Yorumlar5

  • Atakan ÇOBAN 13 yıl önce Şikayet Et
    Gece vardiyesinde çalışanlar.... Cemal bey yine kimsenin aklına gelmeyen girilmeyen bir alana giriş yaptı ve benim gibi sürekli gece vardiyesinde çalışanları çok iyi anladığını örnekleriyle anlattı.Elbette ekolojik denge ve hayvanat alemine tesiri gibi birde insanlık alemine tesiri var.Gece vardiyesinin zorlukları,sıkıntıları, gündüz yaşama adaptasyon sorununu beraberinde getiriyor.Gündüz ve güneş'ten yeterince istifade edememekten dolayı sürekli bitkin ve halet-i ruhiye'si bozuk bir biyolojik yapıda oluyorsunuz.Cemal bey eline kalemine sağlık.Selam ve dua ile.
    Cevapla
  • Sabit Kal 13 yıl önce Şikayet Et
    Uyku esnasinda ve karanlikta vücut belli maddeler üretir. ve kendini yineleme devresine girer. Karanlik olmadimi bu maddeler üretilmiyor ve vücut ihtiyaci olan antioksidasyon maddeleri isleyemiyor. Karanliginda bir rahmet olmasi bundandir ve ben sabahin köründe sözüne bu yüzden cok kizarim. Sabahin rahmetinde denilmesini talep etmisimdir hep. Ve karanligin, alaca karnligin hep rahmet oldugunuda hissetmisimdir. Bir cok belanin, düsmanin karanlik saatlerde gelmesi, bu fikrimi degistirmez. Cünkü düsman karnaliktan degil, karanligi istismar ederek geliyorsa bunda karanligin kendisini suclamamak lazim.
    Cevapla
  • Ayşe Reşad 13 yıl önce Şikayet Et
    Çok güzeldi, teşekkürler... Ve cealnâ nevmeküm sübâtâ. Ve cealnel-leyle libâsâ. Ve cealnen-nehâra meàşâ. Uykunuzu bir dinlenme yaptık. Geceyi bir örtü yaptık. Gündüzü de çalışıp kazanma zamanı kıldık.(Nebe: 9-11)
    Cevapla
  • bilal biner 13 yıl önce Şikayet Et
    yine cemal demir. yalniz bugun kisa geldi hemen bitti yahu.koye gideyim yerlseyim diyorum olmuyor cocuklarin okulu vs,sehirde yasiyorsun cemal beyin dedigi gibi kainattan kopuyorsun .bu ne yaman celiski
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Hasan Seyre 13 yıl önce Şikayet Et
    kırsalımı çok özledim... Yaz kış çıkarken tepelere,giderdik hayvanlarımızla uzak meralara.kimi zaman bir pınarın kenarında mola verirdik. Anamın hazırladığı azığı ayranla karıştırır yerdik. Uzaktan görülürken Kaçkarın karları alçakları hep sis basar bir metre ötemizi bile göremezdik. Ahşap kulubumuze vardığımızda,taş ocaktaki ateşe yüzyıllık çayniği koyardık. Çıkan buharlar tavandaki çamdan hartamaları yalarken, dışarda şiddetli bir sağanak başlardı. Çinko tavandan çıkan yağmurun takırtıları, doğanın sonsuz güzellikteki melodisini kulağımıza verirken kendimizden geçer ottan yapılmış döşekte kendimizden geçerdik. Akşamleyin kurt ve çakal sesleri ormanları ve yaylaları kaplarken kapıya çıkar sonsuz güzellikteki semayı seyrederdik. Samanyolu, kehkeşan öyle parlaktiki. Bizi kendine çağırırdı. Ey uzak diyarlardaki planetlere beşiklik eden sonsuz yıldızlar. Biliyorumki hayallerimi hiç bir zaman gerçekleştiremeyeceğim. ama söz veriyorum bir kırsallı olarak Cemal abiyide yanıma alarak Yıldız savaşlarına katılacağım.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat