Texas Valisinin 'nitelikli gaf'ının suflörü kim?
- GİRİŞ18.01.2012 14:25
- GÜNCELLEME18.01.2012 14:25
Rick Perry, başkan adaylığına soyununcaya kadar Amerikan ulusal kamuoyunda çok da bilinen bir isim değildi. Ülkenin en büyük ikinci eyaletinin 3 dönemdir valisi olmasına rağmen, federal düzeyde düşük bir profile sahipti. Geçtiğimiz yaz başkan adaylığı yarışına girmesiyle bir anda dikkatleri üzerine çekti ve kısa sürede anketlerde bir numaraya yükseldi. Eylül ayında ilk açıkoturuma katılmasıyla, ‘kumaşı’ ortaya çıktı ve birkaç haftada liderlikten dördüncülüğe geriledi. Ve Kasım ayı başında bir açıkoturumda, başkan seçilirse 3 federal bakanlığı tamamen kaldıracağı gibi iddialı bir laf ettikten sonra, bu 3 bakanlığın adını hatırlayamadı.
Daha doğrusu iki tane bakanlık adı saydı ancak üçüncü bir bakanlık adı veremedi. Canlı yayında ekran başındaki insanlara bile soğuk terler döktüren bu vahim gafın ardından ağzından dökülen ‘oops!’ ünlemi sonraki günlerde lakabı oldu.
Bu gafın olduğu açıkoturum, başkanlık hayalinin bittiği gece oldu. Perry’nin kazanacağına en yakınındakiler de dahil o geceden sonra kimse inanmadı. Ancak, hırslı ama kifayetsiz politikacılara has o acul umutla yarıştan çekilmedi.
Beşinci olduğu Iowa önseçiminden sonra ise adaylığı asla kazanamayacağını o da anladı. Ve seçim gecesi, herkesin ‘bırakıyorum ve eyaletime dönüyorum’ şeklinde anladığı bir ifadeyle, Texas’a yeniden bir muhasebe yapmaya gideceğini açıkladı. Ancak o akşam ne olduysa, ertesi sabah Texas yerine 21 Ocak’ta önseçimin yapılacağı South Carolina’da ortaya çıktı ve yarışta olduğunu açıkladı.
Herkes Perry’nin artık kendisi için kampanya yürütmediğini biliyor. Perry’nin yarıştaki varlığı Mitt Romney’e yarıyor. Çünkü karşısındaki Evanjelik cepheyi, özellikle de South Carolina gibi Evanjelik bir eyalette üçe bölüyor Perry. Santorum ve Gingrich’ten çalacağı oylarla Romney’e avantaj sağlayacağı çok açık.
Ancak, Perry’nin Iowa’da yarışı bıraktığı gece yeniden yarışa geri dönmesinin, Romney haricinde de işine yaradığı birileri daha olabileceği de, Türkiye gafıyla gündemimize giren son açıkoturumla düüşünmeye başladım. Demokrat Partide Barack Obama’nın karşısına güçlü hiçbir aday çıkmadığı için önseçim yarışı yok bu sene. Dolayısıyla kamuoyu ilgisi Cumhuriyetçilerin önseçimine kilitlenmiş durumda. Sadece ABD kamuoyu değil, dünya kamuoyu da hem yarışı hem de açıkoturumları çok yakından takip ediyor. Sadece açıkoturum geceleri Twitter’ı kontrol eden biri uluslararası ilgiyi çok net gözlemleyebilir. İşte, Perry’i ‘ikna eden güç’, bu ‘imkanı’ bazı mesajları için kullanmak istemiş olabilir mi?
Tahmin edeceğiniz gibi yazının bundan sonrası, ‘fact’lerden biraz uzakta bir komplo teorisi. Bedava teoriden kimseye zarar gelmez. Öyeyse asıl hikayeye geleyim.
Perry’nin, ‘Türkiye’yi teröristler yönetiyor, NATO’dan atılmalı’ sözlerinin ‘dünya cahili bir Texaslının zırvaları’ şeklinde gülünüp geçilecek bir gaf olduğuna’ inanmayı çok istiyorum ama işte içime bir kurt düştü bir türlü ikna olamıyorum.
İşte nedenlerim:
Birinci nedenim Perry’nin kendisi. Texas valisi, bu çapta ‘nitelikli bir gafı’ tek başına üretebilecek potansiyele sahip değil. Sonuçta akıl hocalarının kendisine ezberlettiği 3 bakanlığın adını bile unutabilen birinden söz ediyoruz. Kampanyasının kırılma anı olan gaftan 2 ay sonra sorulduğunda 3 bakanlığı yeniden karıştırabilen birinden sözediyoruz.
İkinci nedenim sorunun kendisi. Soru soru değil, gayet ince bir çalışmanın ürünü bir ‘mesaj’ adeta. Bret Baier, Türkiye’yi sormadı, ihbar etti. Perry’nin vereceği ve ‘Baier’in önceden bildiğini düşünmekten kendimi alamadığım cevaba adeta ‘çanak’ tuttu. Her detayıyla önceden çalışılmış bir pozisyon gibi...
Üçüncü nedenim sorunun yersizliği. Bu soru kelimenin gerçek anlamıyla ‘’yersiz’’ bir soruydu. Öyle ki South Carolina milletvekili Mick Mulvaney bile, açıkoturum sonrası konuştuğu gazeteciye, ‘Sence de tuhaf bir soru değil miydi? Türkiye’deki cinayet oranı, ne alaka? Bana biraz tuhaf geldi’’ diye konuşacaktı.
İran sorulsaydı, Çin sorulsaydı, Avrup a’daki ekonomik kriz sorulsaydı kimse şaşırmazdı. Çünkü bunlar son altı yedi aydır dış politika konuşulduğunda adayların gündemindeki ülkeler. Sonuçta önseçimde oy kullanacak Cumhuriyetçi tabanın da ‘dünya ufku’ bu aralar bu 3 coğrafyayla sınırlı. Çok daha fazlasını önseçim seçmeni takip etmiyor da ilgilenmiyor da…
Varsayalım, Türkiye’nin sorulacağı tuttu. Ancak, normal bir açıkoturum sorusu olsaydı, bu şekilde sorulmaz ve en azından South Carolina’da gündeme gelmezdi. 31 Ocak’taki Florida önseçimi beklenirdi. Çünkü Florida, Likud Partisine yakın Yahudi seçmenlerin ve onların doğal müttefiki bazı aşırı sağ Hispanik odakların güçlü olduğu bir eyalet. Likudçu Yahudiler, Türkiye ile biz Türklerden bile daha çok ilgili. Ancak belli ki sorunun ‘aciliyeti’ vardı ve Florida yerine, Türkiye’yi haritada gösterebilecek insan sayısı nüfusunun yüzde 5’ini geçemeyecek South Carolina’da soruldu.
Dördüncü sebebim, konuşulması gereken onca önemli konunun yanında hiçbir değeri olmayan Türkiye konusunun da cevabının da siyasi getirisinin olmamasına rağmen, oldukça kısıtlı ve değerli bir zamana sahip açıkoturumda kendine yer bulabilmesi. Perry’nin kazanma şansı yok. Eğer, Gingrich’in ya da Santorum’un tabanınında oy çalma hesabıyla şahin bir çıkış yaptığı düşünülüyorsa, İran konusunda, Çin konusunda sert çıkış yapardı. Chavez’i saymazsak uluslararası toplumda pek de saygı görmeyen Ahmedinecat hakkında bile bugüne kadar ‘terörist’ ifadesini kullanmamış biri, neden uluslararası dünyada belli bir saygınlığı olan ve halen fiilen ve resmen ABD’nin müttefiki olan bir devletin yöneticileri hakkında bu ifadeyi dünyanın gözü önünde kullandı?
Ve son olarak Perry’nin ve dış politikada söylediği herşeyi ona belleten başdanışmanı Victoria Coates’in, açık şekilde haddini aşmış ve ‘siyasi terminolojinin’ dışında hukuki sonuçlar doğurabilecek nitelemelerine en ufak bir tevil bile yapmayı birgün sonra bile kesinlikle reddedip, aynı cümlelerde ısrar etmeleri. Victoria Coates’in, Foreign Policy’e yaptığı açıklamalar da yenilir yutulur değil. Coates’in sözleri, sorudan da cevaptan da önceden haberi olduğu izlenimi uyandırdı bende.
Peki, bu soru ‘bir gazeteciye’ ve cevap da ‘Rick Perry’e ait değilse kime ait? Mesaj kimden ve kime? (Devamı ikinci sayfada)
Peki, bu soru ‘bir gazeteciye’ ve cevap da ‘Rick Perry’e ait değilse kime ait? Mesaj kimden ve kime?
Dünden beri ‘suflör’ün kimliğini bulmak için Komiser Columbo gibi dört dönüyorum. Bütün parmak izlerini topladım. Birbirine ‘değen’ isimleri çarpraz sorguya aldım. Ve şu sonuçlara ulaştım:
Olay yerinde 3 kişi var: Bret Bainer, Rick Perry ve Victoria Coates. Bu 3 kişinin ortak noktasını Siri’ye sorduğumda bana, ‘Bu da sorulur mu, tabii ki Donald Rumsfeld’ dedi.
Bret Bainer, North Carolina’da mahalli televizyoncu iken, 11 Eylül 2001 günü Pentagon’a yapılan saldırı ile ilgili haber yapmak için Pentagon’a geldi ve orada kaldı. Pentagon’dan yaptığı ‘başarılı’ habercilik nedeni ile hem Pentagon’un o günkü patronu Donald Rumsfeld tarafından taltif edildi hem de Fox News’de ikbal kapıları kendisine açıldı. Önce Pentagon muhabiri, sonra Beyaz Saray muhabiri, sonra da program sunucusu yapıldı. Rumsfeld ile yakınlıkları bugüne kadar sürdü. Bugün bile Rumsfeld televizyonlara açıklama yapma gereği duysa bir tek Bainer’e konuk olur. En özel açıklamalarını Bainer aracılığıyla yapar.
Victoria Coates ise Perry’nin kampanyasına katılmadan önce, Rumsfeld Vakfının baş analistiydi. Dolayısıyla hem Rumsfeld’in sırdaşı olacak kadar yakın hem de Bret Bainer ile gayet yakından tanışıyorlar.
Rick Perry’nin daha adaylığını resmen açıklamasına günler varken, Texas’ın başkenti Austin’de dış politika ve güvenlik politikaları konusunda etraflı bir brifinge tabi tutulduğunu Politico’nun politika gurusu Ben Smith’in köşesinden 20 Temmuz 2011 tarihinde okuduk. Perry’i bu brifingde ‘’eğiten’’ kişi ise adamımız ‘Donald Rumsfeld’ti. Brifinge, Pentagon’un eski Neocon şeflerinden Douglas Feith de katılacaktı. Detaylarını merak edenler, Google’a ‘’Perry’s Rumsfeld Connection’’ yazarak okuyabilir.
Şimdi, açıkçası bunca parmak izinden ve sebepten sonra, ‘’Perry, Allah’ın zır cahili Teksaslı. Dünyadan haberi yok’’ diye geçiştiremiyorum. En azından mis gibi komplo teorime yazık olması işime gelmiyor…
Daha önce, ‘Kimin yaşadığı bilinmeyen Ortadoğu ülkesi’ (http://www.haber7.com/haber/20110120/Kimin-yasadigi-bilinmeyen-Ortadogu-ulkesi.php ) başlıklı yazıda bahsetmiştim.
Bilgi felsefesinde ve ‘karar teorisi’nde gözlemcinin karar aşamasında varlığından haberi olmadığı verilere, ‘’unknown unknown (meçhul meçhuller)’’ denir.
Irak Savaşına giden süreçte dönemin ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in kullandığı bir cümle sonraki yıllarda bu süreçle ilgili en çok hicvedilen sözlerden birine dönüştü.
Gazetecilerin, Irak’ın kitle imha silahı ürettiğine ya da teröristleri desteklediğine dair ellerinde her hangi bir delil olup olmadığı yönündeki sorusuna Rumsfeld’ın 12 Şubat 2002 günü verdiği o unutulmaz cevap şöyle:
‘’Hiçbir delil olmadığını söyleyen haberler raporlar bana tuhaf geliyor. Çünkü hepimizin de bildiği gibi, bildiği bilinen şeyler var; Bazı şeyler var ki bildiğimizi biliyoruz. Aynı zamanda bazı bilinmez bilinenler olduğunu biliyoruz. Bir başka deyişle, bilmediğimiz bazı şeyler olduğunu biliyoruz. Ve aynı zamanda, bilinmediği bilinmeyen şeyler de var. Bilmediğimizi bilmediğimiz şeyler bunlar… Ve ülkemizin ve diğer özgür ülkelerin tarihine bakıldığında bu en sonuncuların en zor kategori olduğu görülecektir.’’
Rumsfeld ve Cheney bu mantıkla ABD’yi Irak’a soktu. Ve 9 yıl sonra Rumsfeld yayınladığı anılarına da ‘’Known and Unknown’’ adını verdi.
Ben, işte ben sayın Rumsfeld’in ‘unknown unknown’ yöntemini kullanınca, Perry, Victoria Coates, Bret Bainer üçgeninden, Rumsfeld, Feith, Cheney üçgenine ulaştım. Pentagon’un Neocon şahinlerine…
Peki, eğer soruyu aslında Bainer sormadıysa ve cevabı aslında Perry vermediyse, bu Neocon şahin ekip Türkiye’deki idarecilere neden bu kadar üst perdeden, üstü örtülü ‘tehdit’te bulundu?
Peki, Türkiye hükümeti de benim esaslı komplo çalışmamla vardığım şekilde mi anladı bu ‘gafı’, yoksa ‘dünya cahili bir valinin zırvası’ şeklinde mi anladı?
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü sayın Selçuk Ünal’ın açıklamasına bakacak olursak, ‘sorumsuz cahil br valinin gafı’ şeklinde anladığını düşünebiliriz. Ancak, Columbo merceğimi Türkiye’nin açıklamasına tuttuğumda çok önemli bir eksik görüyorum. Türkiye’nin tepkisi tamamen Perry’e yönelmiş durumda. Peki bu bir gaf ise ‘hırsızın’ hiç mi suçu yok? Açıkoturumu düzenleyen Wall Street Journal ve Fox News’in yani? İki kurumun da önceden haberleri olmaması imkansız soru, cevaptan bile daha vahim bir üsluba ve içeriğe sahip. O soru canlı yayında o şekilde bana sorulsa, ben bile, ‘Ya hakkaten Türkiye’de ayıp etmiş’ diyeceğim.
Peki, Dışişleri Bakanlığının açıklamasında, neden Fox News ve Wall Street Journal’ın bugüne kadar İran hakkında bile kullanmadıkları bir üslupla bu soruyu sormalarına hiç tepki yok? Acaba, bakanlık da benim gibi, gafın Perry ve Fox News’i aşan bir mesajı olduğunu mu düşünüyor?
‘Sen durmadan soru soruyorsun, hiç cevap yok. Columbu falan olmaz senden’ diye çıkışacakların hakkı var. Son bir soru daha sorup bu amatör komplo teorisyenliği çalışmamı noktalayayım öyleyse.
Son günlerde, Pentagon’un şahin Neoconlarını bu kadar üst perden kızdıracak birşey mi yapıldı Türkiye’de? Zülfi yare mi dokunuldu nedir? Uzaktayım, Türkiye’yi çok yakından takip edemiyorum. Kaçırdığım birşeyler var kesin. Neden, Neoconlar, durup duruken Türkiyenin başbakanına kelimenin üstüne basa basa ‘terörist’ dedi?
Son günlerde biraz gazete okusam belki komplo teorimi en azından bir yere vardırabilecek, dayanaklar uydurabilirdim. Benden komplo teorisyeni falan olmaz.
İngiliz oyun yazarı, senarist ve aktör Alan Bennett, ‘’geçen gün bir adamı Jermym Street’e işerken gördüm’’ diyor ve ekliyor: ‘’Bunu gördüğümde, bir an binlerce yıllık insan uygarlığının sonuna geldik diye düşündüm. Sonra, aman canım işte birisi Jermym Street’e işiyor diye düşündüm’’
Ne abarttık bir zevzekliği… Belki de sıradan bir Teksaslı gafı işte... İyisi mi boşverin Perry’i, ben size çok daha kral bir ABD başkan adayını tanıtacağım bir sonraki yazıda. Ben sevdim, siz de seveceksiniz.
Cemal Demir - Haber 7
Yorumlar14