Bütün izmler masala koşan insanların hikâyeleriyle doludur
- GİRİŞ01.01.2024 08:57
- GÜNCELLEME02.01.2024 09:07
Birçok insanın dürüst olmaya, dürüstçe davranmaya cesareti yok. Cesareti yok; çünkü ruhunda böyle bir erdem taşımıyor.
Dürüstlük bir kişilik sorunudur.
Kişilik; insanın manevi, fikri bütün varlığının; dilek, istek, mizaç ve zihniyetinin; tahsil ve terbiyesinin; kısaca bütün hayatının bir araya gelmesinin toplamı olsa gerek.
Yaşadığımız topluma bakıyoruz, gerçek anlamda kişilik geliştirebilmiş insana rastlamak, adeta çölde suya rastlamak kadar kıymetli ve heyecan vericidir. Oysa insanın doğal durumu kişilik sahibi ve dürüst olmaktır; çünkü insan bu kodla yaratılmıştır ve ona yakışan da odur.
Dürüstlüğün zıddı olan sahtekârlık ise asıl değil, o bir sapkınlıktır ki, ruhu kemirir durur.
Fıtratından, yani yaratılış kodlarından uzaklaşan insan tehlikelidir; çünkü o, yaradılış ayarını bozmuştur; kime, ne zaman, nasıl çarpacağı hiç belli olmaz, bunu kendisi de hesaplayamaz.
İnsan kalabilmenin ve insanca davranış sergileyebilmenin yolu, insanı yoktan var edenin sistemini uygulamakla mümkündür.
Ne var ki, dünyada insanın özünü bozan bir sürü inançlar ve izmler vardır. Bu anlayışlar adeta dünya düzenini de tutmuşlar ve dünyaya terör estirmektedirler. Bunun en bariz örneği işte Gazze olayıdır.
İsrail bir milleti yok ediyor, kendinden kaçan, yani yaradılış ayarı /kodları bozuk insanların oluşturduğu “devlet”ler, bu vahşete, bu soykırıma arka çıkıyor veya dilsiz şeytan kesiliyor.
Bu insanlar, bu yaptıkları şeylerin /zulmün, kendilerince “dürüstçe” bir davranış olduğuna da inanıyorlar; çünkü kişilikleri bu yönde, yani olumsuz düzeyde gelişmiş. Domuz eti yemek bir müslümana ne kadar çirkin / kerih geliyorsa, bir gayrı müslime de o kadar olağan ve leziz geliyordur.
Kişiliğin sosyal çevrede, değişik inançlar içinde oluşması, anlayışları da şekillendirmektedir. Bu nedenle Müslümanların Medine’siz, yani devletsiz yaşaması mümkün değildir. Bugün Müslümanların en büyük sorunu, yüz yıldan fazla bir zamandır “Medine”siz yaşamaları, Medine fikrinden uzak oluşları ve bu uzak duruşun zihinlerde yapmış olduğu tahrişin de farkında olmamalarıdır.
İnsan böyle bir varlıktır; yaradılışına uygun, ruhunu kalıba dökebilecek bir inanca sahip olamamışsa masala yönelir; masala yani, somut anlayışın içindeki soyut düşüncede boğulmaya başlar. Gerçeklerden uzaklaşır ve kendi zihninin oluşturduğu hayalhanesinde melankolik rüyaların esiri olur. Buna mecburdur; çünkü hakikat mücerredinden haberi yoktur. Ayetlerden ışık alamayanın masallara kaçması aslında kaçınılmazdır. Dünya bir masallar meşheridir de diyebiliriz.
Masal; hayattaki başarısızlıklarını, hayaller dünyasında başarıya dönüştürmek suretiyle, içinde yanan ateşe, hayal suyu taşıyarak söndürmeye çalışan insanların dramatik hayal gücüdür. Ruhu ölüm uykusuna yatırmaktır ve ölümle birlikte hakiki hayata uyandığında, dünya masalının aldanış acısını derinden tatmaktır ve bu büyük bir aldanıştır.
Evet, insanın olağanüstülüklere karşı bir meyli vardır ve bu inkâr edilemez. Çünkü dünyanın somut dayatmaları onu sarsmakta ve tatmin etmemektedir. “Nano teknoloji” dedikleri şey ve son zamanlarda ortaya çıkan yeni teknolojik gelişmeler, maddenin, insanı doyurmadığı ve madde ötesinin albenisinin çekiciliği, insanı ardından sürüklemektedir.
Eğer insan gerçek anlamda “dürüst” yetişmemişse, yani yaradılış gerçeği doğrultusunda bir terbiyeden geçmemişse, dünya veya uzay /neresi olursa olsun / ortamındaki bütün buluşlarında masaldan kurtulamayacak, ebedi gerçekle tanışamayacaktır. Karşımızda “masala koşan insanların hikâyeleri” hep var olacaktır.
Fakat dünya somutunu açıklayan hakiki soyutla, yani Kur’an nizamıyla kendini terbiye etmiş, ruhunu arındırmış ve buradaki olağanüstülüğün hayal değil de hakikat olduğunu idrak etmişse, işte “dürüstlük” libasını ruhuna giydirmiş insan odur. Bunun adı kendini bilmektir ve dünyada bundan daha iyi ve üstün bir keşif yoktur.
Dürüst insan kendini aldatmadığı için dürüsttür. Masal dünyasının olağanüstülüğüne değil de, hayal dünyasından, hakiki anlamda olağanüstü âleme göç edince insan, vizesiz ve tökezlemeden ebedi olağanüstülükler âlemine “buyur” ediliyor ve ona sunulan “dünya aynası”nda kendini “insan” olarak görebiliyorsa, işte ebedi kazanım ve dürüstlüğün ödülü de budur.
İnsanın insan olarak kalabilmesi için, “Ya olduğu gibi görünmeli ya da göründüğü gibi olmalıdır.”
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
Yorumlar7