Sultan II. Abdülhamid Han ve yönetme sanatı…
- GİRİŞ08.02.2013 09:57
- GÜNCELLEME08.02.2013 09:57
Memleketimizi yönetmekte bulunan insanlar, ülkemizin bugünü ve geleceği için önemli kararlar almak durumundalar ve anlaşılan o ki, bu sürecin şeffaf bir şekilde yürütülmesi pek mümkün değil.
Şanghay İşbirliği Örgütü ile ilgili açıklamaların gerçek bir niyeti mi yansıttığı, yoksa Avrupa Birliği'ne yönelik bir mesaj mı olduğu, üzerinde çok tartışılan bir husus.
Konuyu tartışan bazı isimlerin, şeffaf olunması ve bu konudaki niyet her ne ise bunun kamuoyuna açıklanması yönündeki çağrıları, ilgi çekici bir durum. Eğer ortada stratejik ya da taktik bir hesap varsa, bunun açıklanmasını istiyorlar yani…
Bunlar zor konular… Önümüzdeki Pazar, vaktiyle belki bunlardan da daha zor konularla uğraşmak mecburiyetinde kalmış bir ismin, Sultan II. Abdülhamid Han'ın vefatının 95. Yılı.
Devlet yönetmenin nasıl bir iş olduğu hakkında fikir sahibi olabilmek için, 10 Şubat 1918'de vefat eden Sultan II. Abdülhamid Han'la ilgili bazı olayları hatırlamakta fayda var.
Rivayet olunur ki; Birinci Cihan Harbi'nin sonlarına doğru, yani yenilginin kesinleştiği günlerde, dönemin iki kuvvetli ismi Enver ve Talat Paşa Beylerbeyi Sarayı'na giderek Sultan II. Abdülhamid'i ziyaret eder ve gelişmeler hakkında fikrini almak isterler.
Bir atlas getirten Abdülhamid Han, paşalardan harita üzerinde İngilizlerin sömürgelerini gösterip, yaklaşık nüfuslarını da söylemelerini ister. Bu iş tamam olunca da: “Şimdi de Almanların sömürgelerini gösterin bakalım!” der.
Tabii ki Almanların sömürgesi yoktur. Sultan bunun üzerine şöyle konuşur:
“Şu hesabı da mı yapamadınız? Hiç İngiltere'ye karşı Almanlar'ın yanında harbe girilir miydi? Ben Almanlar'dan İngiliz emellerini dengelemekte faydalandım. Bundan öteye bir şey düşünmedim. Simdi fikrimi soruyorsunuz!.. Bu evvelce gerekliydi; artık çok geç!.."
İki paşanın da saraydan ayrılırlarken, "Bizler, Sultanın kıymetini takdir edemedik! Ne büyük bir hataya düştük!.." şeklinde hayıflandıkları söylenir: Ba'de harab'ül-Basra…
Bir başka hatıra, bazı hususlardaki basiretsizliğin ne gibi neticelere sebep olabildiğini ortaya koyuyor:
Balkan Savaşı başlamış ve daha önce birbirlerinin gözlerini oymaktan başka bir şey düşünmedikleri zannedilen Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ, güçlerini birleştirerek Osmanlı üzerine yürümeye başlamışlardır. Gün gelip, düşmanın Selanik'e yaklaştığı haber alındığında, tahttan indirildikten sonra buradaki Alatini Köşkü'nde ikamete mecbur edilen sultan II. Abdülhamid Han'ın İstanbul'a götürülmesine karar verilir.
Konu aktarıldığında Sultan tepki gösterir: "Dört devletle harp mi? İnanmam. Demek Balkanlarda bize karşı ittifak oldu, öyle mi? Peki ama Yunanlılarla Bulgarların birleşmesi nasıl olur? Başta bulunanlar bu ittifakı anlayamadılar mı? Dört Balkan devletinin birleşip bize saldıracaklarını işitsem inanmazdım. Çünkü onların birbirlerine düşmanlıkları, hepsinin bize düşmanlıklarından ziyade idi... Bu nasıl bir gaflettir! Bu devletler birleşemezler ki! Aralarında kilise kavgaları var...”
Karşısında bulunanların, başları önlerine eğik bir şekilde kendisini dinlediklerini gören sultan, meseleyi anlar:"Galiba siz kiliseler mes'elesini hallettiniz!.."
Fener Rum Ortodoks Kilisesi ile aralarında ciddi problemler bulunan Bulgarlar'a Sultan Abdülmecit döneminde ‘Eksarhlık', yani Bulgar Patrikliği hakkı tanınmış ve Sultan Abdülhamid Han da, bu kurumu sürekli hoş tutarak, Rum Patrikhanesi'ne karşı bir denge unsuru olarak kullanmıştı.
Meselenin önemini anlamayan İttihatçılar, Rum (Yunan) ve Bulgarlar arasındaki tartışmaları bitirmek için, çevredeki kiliseleri kalabalık olan nüfusa verip, kilisesiz kalanlara da yeni kiliseler inşa ederler.
Evet, İttihatçı yöneticiler Rumlar (Yunan) ve Bulgarlar arasında ciddi bir problem olan kiliseler meselesini halletmişler(!) ve böylelikle Balkan Savaşı sırasında Osmanlı'ya karşı ittifak yapacak iki esas gücün önünü açmışlardı…
Ekrem Kızıltaş - Haber7
ekremkiziltas@gmail.com
Yorumlar5