Sahibinden kiralık Altaylı
- GİRİŞ17.09.2024 08:14
- GÜNCELLEME20.09.2024 09:01
28 Şubat’ın medya aparatlarından Fatih Altaylı’nın oluşturmak istediği gündemlere girmemek için yoğun bir çaba sarfetsem de hafızamdakileri zaman zaman dökme ihtiyacı hissediyorum.
“Türkiye’de basın özgürlüğü yok” diyerek eski Türkiye özlemi ile yanıp tutuşanların esas arzusunun kendi gemilerini yürütmek olduğu aşikâr...
Kendi gemilerinin yürümesi karşılığında; millî menfaatlerin, milletin hislerinin ve değerlerinin karşısında durmaktan zerre kadar çekince duymayan bu tipler son dönemde eski Türkiye’nin güzellemelerini yapıyor.
Milletin iradesiyle iş başına gelen Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi’nin teşekkül ettirdiği Refahyol iktidarının ‘demokratik usullerin tam karşısında bir biçimde’ ordu tarafından istifaya zorlanmasında ‘medya aparatları’ önemli bir işlev görmüştü.
Bir başka deyişle Türkiye’de ‘postmodern darbe’ olarak tabir edilen 28 Şubat sürecinin yaşamasında etkili olan iki ana aktör ordu ve medya idi…
Muhalefet partileri, bürokrasi, yargı organları, sivil toplum kuruluşları, Yüksek Öğretim Kurumu ve üniversiteler de yan aktörler olarak göze çarptı.
Medya kimi zaman ordunun antidemokratik uygulamalarına ‘kör, sağır ve dilsizi’ oynarken, kimi zaman da alkışlayıp gündem haline gelmesini sağlamıştı…
Ayrıca medya, kimlikleri açıklanmayan bazı generallere ait ifadeleri bir muhtıra mahiyetinde kamuoyuna sunma görevini icra ediyordu.
Refahyol’a karşı girişilen toplumsal muhalefetin başını medya çekti.
Hatta ‘kartel medyası’ şeklinde adlandırılırdı.
28 Şubat medyasınının gazete manşetleri incelendiğinde; özellikle dönemin en büyük dört gazetesinin muhtevasının aynı olduğu da rahatlıkla görülebilir.
O dönemde kartel medyasının en iyi öten düdüklerinden biri de bugünlerde basın özgürlüğünden, eski Türkiye özleminden dem vuran Fatih Altaylı, kendine yeni vatandaşlık görevi icat ederek; “Bundan böyle kılık kıyafet kanununa aykırı dolaşanları kollarından tuttuğum gibi karakola götüreceğim. Evlerini polise göstereceğim. Otomobilde görürsem plakalarını bildireceğim. Yapılan işlemi savcılığa kadar takip edeceğim. Yok yok, savcılıkta da takip edeceğim. Hırsızı yakalatmak iyi de, bu kanun tanımayanları yakalatmak kötü mü” şeklinde yazılar kaleme almıştı.
Özgürlük naraları atan Fatih efendinin başörtüsüne alerjisi işte bu denli yüksekti.
Sadece bu kadar mı?
Tabii ki değil…
Radyo D’de Bab-ı Ali Yokuşu isimli programda gazete haberlerini okuyan Altaylı, Hürriyet gazetesinin manşetini okuduğu sırada Marmara Üniversitesi önünde bekleyen başörtüsü zulmüne dur denilmesi için protesto yapan öğrencilere ise ağza alınmayacak sözler sarfetti…
İşte Altaylı’nın Radyo D’deki o aşağılık sözleri:
"Bir kadın var orada (Hürriyet gazetesinin manşetinde yeralan başörtülü öğrenciyi kastederek) kadın olduğunu da hiç zannetmiyorum. Bu büyük ihtimalle bir fa.... Bir pankart açmış, öğrenci değil o, buraya getirilmiş bir fa.... Üniversite önünde eylem yapanların arasında bakıyorum da öğrenci yoktur. Belki bir iki tane. Bunlar k.v.şe k.v.şe. Toplanmışlar oraya ellerinde ‘7.4 yetmedi mi?‘ pankartı. Bunlar şeytana tapanlar. Satanistler ve şeytanla iş birliği halinde oraya toplanmışlar. Bunları odunla döveceksin. Zaman zaman kimi askerlerin gereksiz çıkışlar yaptıklarını düşünürdüm ama bunlar hiç gereksiz değilmiş. Bu aşağılık köpek sürüsüne az bile yaptıkları. Bunlara daha örgütlü çıkışlar yapmak lazım. Bunlara balans ayarı lazım; balans ayarı. Bunları takacaksınız rot balans makinesine döndüre döndüre balans yapacaksınız; aşağılık şer...ler."
Ben köşemde böyle cümleleri sansürlü de olsa paylaşmaktan ar ediyorum lakin edep fakiri Altaylı bunları söylemesine rağmen zeytinyağı gibi üste çıkarak millete özgürlük ve demokrasi dersleri veriyor.
Postalı nasıl yaladığı gözüksün diye bu arsız cümleleri paylaşmak zorunda kaldım.
Fatih Altaylı ve türevindeki tiplerin bugün hala ‘gazeteci’ kılıfında seslerinin çıkabiliyor olması, muhalefet medyasının onlarca medya organı olabilmesi, gerçeklikle uzaktan yakından ilgisi olmayan haberleri peşi sıra yapabilmeleri özgürlük değil de nedir?
Bilal Erdoğan da aslında yaptığı konuşmada tam da bunu ifade ediyor.
Türkiye’de basın özgürlüğü olmasa; Cumhurbaşkanı’na ve ailesine her gün hakaretler savrulamazdı.
Türkiye’de basın özgürlüğü olmasa; ‘dezenformasyon yasası’ olmasına rağmen muhalefet medyası yalan haberleri ile gündemi zehirleyemezdi.
Türkiye’de 1923’ten bu yana özgürlük hiç olmadığı derecede mevcut...
Türkiye’de özgürlük olduğu için Türkiye’de sivil toplum ve spor alanlarında çok önemli işlere imza atan Bilal Erdoğan’ın bu vasıflarından dolayı değil, her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının doğal hakkı olan ‘postal yalayıcılarının’ geçmişlerini yüzlerine vurma hakkı vardır.
Fatih Altaylı’nın özgürce yalan söyleme, çarpıtma ve algı oluşturma gibi haklarının olduğu yerde bir vatandaşın ne olduğunu yüzüne vurma hakkı elli kere vardır.
Gerçi bunlarda yüz kösele olduğundan fayda etmeyecektir…
Ama dinleyip itibar edenlere ara ara hatırlamakta fayda var.
1990’larda jetonu atılınca çalan müzik kutusu olduğunu, şimdilerde ise ücreti mukabilinde kiralanabilen araçlar gibi istediğiniz yere sürülebilecek bir meta olduğunu yeniden anımsamış olduk.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendisiyle ilgili görüşlerini, beraber çalıştığı kadınlara yönelik davranışlarını ve Levent Kırca’nın canlı yayında yüzüne karşı söylediklerine hiç girmiyorum.
Altaylı’nın YouTube kanalına ‘Galatasaray maçlarını beraber izlediği Galatasaray Lisesi’nden bir kardeşinin Türkiye direktörü olduğu Maçka’daki yabancı menşeli reklam ajansı’ üzerinden nasıl ve ne için reklam akıtıldığını ve bu derin ilişkileri de başka bir gün yazacağım.
Bunun işleri çukur işler…
Umarım o çukur bir gün doldurulur…
Yorumlar50