Ğadet Şerif yarım metrelik ceset torbaları da yaptırtsın Sisi'ye
- GİRİŞ31.07.2013 09:24
- GÜNCELLEME31.07.2013 10:48
Oruçlu oruçlu sıcağın altında meydandalar.
İftar, Sahur meydandalar, sabaha kadar.
Namaz, dua, zikir, şehadet, sabır, onur… Hepsi Rabiatü'l Adeviyyede.
Sadece bunlar mı? Tabiki hayır.
İhvan ve Rabiatü'l Adeviyye; Türkiye'de ve Dünyadaki sahte Demokratları, dünyanın çatı örgütlerini yöneten çok yüzlü ve pişkin idarecilerini, vicdanları nasır tutmuş STK'ları.
Küstah ve layüsel medya patronlarını, fırıldak ve bunak köşe yazarlarını, kendini Sisi'ye dördüncü eş veya cariye olarak peşkeş çeken satılmış kalemleri.
Konuşurken her cümlesinde eşitlik, özgürlük geçtiği halde, seçilmiş Başbakanını yabancı Medyaya şikâyet eden nesebi gayri sahihleri.
Nutuklarında demokrat kelimesinden geçilmeyen Stockholm sendromu yaşadığının farkında olmayan ve kiralık koltuğa oturtulduğu halde kendisini ev sahibi sanan işbirlikçi ve düşük şefleri.
Demokrasi deyince mangalda kül bırakmayan politikanın kara yüzlü tacirlerini.
Dünyaya demokrasi adına nizam verdiğini söyleyen uydurma din sahibi, şaftı kaymış, vicdanı kararmış, ırkçı, nihilist, kalpazan mafya bozuntularını…
Bir bir o çirkin, o maskeli, o çok yüzlü suratlarını ortaya çıkardı.
Kocaman ceset torbalarının içinde yarım metrelik boyuyla upuzun yatan Mısırlı Mücahit bebek.
Sizin insanlık adına nasıl yüz karası olduğunuzu çok açık, berrak ve tartışılmaz bir şekilde ortaya koydu.
Çünkü siz, o çocukla birlikte 200 kişiyi katledip ardından havai fişeklerle kutladınız, bu ölümleri.
Merhum Mehmet Akif ne kadar şanslıymış meğer.
Öfkelendiğinde etrafına baktığı zaman, kızdığı insanların yüzlerini görebiliyormuş ve öfkesini o yüzlere haykırabiliyormuş.
Bizim zamanımızdakilerin yani sizin yüzleriniz de yok ortalıkta.
Siz, insanlık deyince, sadece kendinizi kast etmişsiniz meğer, siz eşitlik, özgürlük, insan hakları dediğinizde o mağrur, müstekbir şahsınızı anlatmak istemişsiniz bize.
Cezayir'de %75 oy alan, seçimi büyük farkla kazanan insanlara silah doğrultup, kanlarını akıtıp, zindanlara tıktığınız zaman tam anlayamamıştık meseleyi, o çirkin ve çok yüzlü suratınızı pek seçememiştik.
Oysa şimdi ayan beyan, çırıl çıplak ortadasınız.
Gezide bukalemun gibi yeşilliklerin içine saklanıp demokrasiyi, seçilmiş Başbakanı nişan alıp, tetiğe basanlar da sizdiniz.
Önce "Yetmez Ama Evet'çi" Sosyal Demokrat işbirlikçi akıncılarınızla Başbakanı dışarıya diktatör olarak lanse ettiniz.
O Başbakan ki Türkiye'de bu milletin bileklerinde bir asırlık paslanmış zillet prangalarını kıra kıra geldi.
Sizde vicdan diye bir şey olsaydı, batılı, aydınlanmacı deyip kuyruğuna yapıştığınız filozofların "din" yerine koyduğu vicdandan, bir zerre sizde olsaydı, bu Başbakanın, bu ülkeyi nereden nereye taşıdığını görürdünüz.
Hiç yüzünüz kızarmadan, utanmadan, sıkılmadan bu yaftalamayı yaptınız, halkın %50'sinin oyunu alan, seçimle gelmiş ve sürekli sandık sandık diyerek seçimle gideceği kesin olan bir siyasi lidere, despot dediniz.
Rahmetli ağabeyim böyle durumlarda "aklımı tutun, aklımı tutun" derdi.
Gördünüz mü, bilmiyorum, geçenlerde, yetmez ama evet'çi, kart kalemşörlerden biri, Artuklu Üniversitesinin Kürtçe bölümünden ilk mezun olanlar için yapılan bir törende, protokolde oturuyordu. O senin diktatör dediğin adam, o bölümden, o mezunların verilmesi için bedel olarak hayatını ortaya koydu, be vicdanı kararmış zavallılar…
Mısırda Sisi'ye vurdurdukça, katiller korosu halinde, dünyanın her tarafından alkış tutuyorsunuz. Bir asırdır Diktatörlere, Krallara, Emirlere ve onların emrindeki askerlere hükmettiniz, astınız, kestiniz, sindirdiniz ama sonunda halklar patlayıp karşınıza dikilince tetiğe bastınız, yerin dibine girsin sizin Demokrasiniz.
Satın aldığınız bunak kalemşörlerinizle, eskimiş başbakan denetçisi pijamalı patronlarınızla, ağzı yamulmuş goygoycu sanatçılarınızla, yıllarca kartondan beyaz eşyalarla halkın kanını emen patronlarınızla, üç otuz dolara satılmış halkını kurşunlayan genelkurmay başkanlarınızla ve onlara gazete köşelerinden kendini cariye olarak teklif eden kadınlarınızla…
Siz bu dünyayı çok ağırlaştırdınız.
Dünya somurtkan, ağır ve acımasız oldu yani kendinize benzettiniz onu. Dünyada ki her şeyi sahiplendiniz, sonra birbirinizden satın aldınız sahibi olduğunuz her şeyi; eşyayı, vicdanı, ahlakı, insanlığı.
Sonra insan kalmak isteyenlere yani paralarınızla satın alamadıklarınıza silahlarınızı doğrulttunuz.
Bosna'da, Filistin'de, Afganistan'da, Myanmar'da, Somali'de, Çeçenya'da, Türkistan'da, Suriye'de, Kürdistan'da, Mısır'da, Cezayir'de, Sudan'da, Moro'da, Fas'ta, Libya'da…
Bütün bir Osmanlı coğrafyasında astınız, kestiniz, vurdunuz, kırdınız, yıktınız, yaktınız.
Tam bir asırdır, insan kalmak isteyen nerede, kim varsa bedel ödettiniz.
Siz, kim misiniz?
Sizi elbette tanıyoruz; canlı canlı toprağa gömdüğünüz kız çocuklarını kanlı ellerinizden kurtardığımız günlerden beri, bize olan kininiz bitmedi.
Sizi elbette tanıyoruz; en son Çanakkale'de karşılaşmıştık, şimdilerde adınız ABD, AB, NATO ve BM'de olsa, sizi tanıyoruz.
Çanakkale'de yenemediniz, çünkü, o zaman içimizden satın aldığınız işbirlikçilerinizin sayısı azdı, şimdi bu sayıyı arttırdınız ve bunun için üstümüze üstümüze geliyorsunuz.
Ferman Karaçam
Yorumlar5