El Hâlik
- GİRİŞ26.10.2013 09:57
- GÜNCELLEME26.10.2013 09:57
İster genel bir bakışla toptan bakın, isterse ayrıntılarına girerek, atomlarına ayırarak bakın; karşınıza bir ilk oluş, ilk hareket, ilk eylem, ilk nüve çıkmaktadır.
Evrenin kendisi de öyle; bir ilkliğe muhtaçtır. Bu “ilklik” yaratılıştır. Yaratılış bir ustalık işi değildir.
Yaratılış; mevcut olanı bir başka var olanla etkileştirerek yeni bir şekil ortaya koymak, yeni bir form ve düzen ile meydana çıkarmak değildir.
Yaratılış ya da yaratmak hiç yok'u, yani cismi, ruhu, yeteneği, ağırlığı, hareketi ve gücü olmayanı var etmektir.
Yaratmanın en temel özelliği; yaratılmış olanın yaratma gücüne sahip olamamasıdır. O halde yaratmayı ortaya koymak için “yaratılmış” olmamak gerekir.
Çünkü o, yani yaratılmış olan da, bizzat kendisi bir yaratmaya ihtiyaç duymaktadır. Kendisi yaratılmasaydı, var olmasaydı hiçbir şey yapamazdı.
Zaten kendisinin yaptıkları da yaratma değil “yapma”dır.
Belki bu bir ustalık ve yetenek işidir, ama asla yaratma değildir. O halde, yaratmayı hiçbir yaratılmış olan yapamaz.
Yaratmayı ancak; her şeyi, herkesi, her hâli, her vakti bilgisi, kudreti, kuvveti, emri ve egemenliği altında tutan yapar. Bu sadece O'na yani Rab olana, Hâlik olana özgüdür.
İnsan olarak yani yaratılmış olarak çoğu kez büyük aldanışlar yaşarız.
Mesela, elimizdeki tecrübî ve teknik imkânlarla devasa bir gemi yaparız, bu gemiyi denize indirir ve yüzdürürüz.
Ve sonra karşısına geçip bu manzarayı adeta bizim yarattığımıza vehmederiz.
Oysa birincisi, bu geminin bütün malzemeleri tek tek birer ilk yaratılışa muhtaçtır, bunları biz var edemeyiz.
İkincisi ise eğer su' yun kaldırma kuvveti olmasaydı yaptığımız geminin yüzmesi söz konusu olmayacaktı.
Su'yun kaldırma kuvvetini yaratan, su'ya bu özelliği veren Hâlik'tır.
Aynı şekilde, yer çekimi yaratılmamış olsaydı yaptığımız uçaklar asla uçamazdı.
1970'lerde üniversitede okurken bu aldanışlardan birine bizzat şahit olmuştum.
Ziraat fakültesi son sınıfta okuyan, Marksist görüşe sahip olan biri ile on beş, yirmi kişilik bir ev ortamında karşılaştık.
Çok uzun ve şiddetli tartışmalar yaptık. Tartışmanın bir yerinde bana şöyle bir soru sordu: ”malum bizim buralarda (Ardahan'da) peynirlerimizi genellikle tulumlara yani derilere teperek saklarız.
Fakat çoğunlukla deri tulumlarının içindeki bu peynirler kurtlanır. Peki, bu kurtlar kendiliğinden olmuyor mu” dedi.
Birkaç ay sonra Ziraat Yüksek Mühendisi diploması alacak olan bu arkadaş, evrenin ilk patlamalarını ve ana karın sıcaklığının oluşumunu, tek hücreli organizmadan çift hücreli organizmaya geçişi ve bunlara bağlı olarak her şeyin kendiliğinden olacağını ispat etmeye çalışıyordu.
Dolayısıyla da deri tulumunun içindeki peynirde kurtlanmanın kendiliğinden olduğuna inanmıştı.
Ben O'na şu soruyu sordum: “peki, bu tulumu peyniri ile birlikte, havası alınmış bir cam kavanozun içine koyarsak, orada kurt olur mu?”
Mühendis adayı arkadaşımız havayı hesaba katmamıştı.
Oysa oksijen ya da hava dediğimiz “şey”in unutulması bizi yanıltır. Hava'nın, çoğu canlılar için olmazsa olmaz bir ihtiyaç olduğunu unutup yanılgıya düşmemeliyiz.
Yaratma bir kudret, kuvvet ve bilgi işidir. Kâinatı oksijenle doldurmak hangi yaratılmışın hangi yeteneği, gayreti, çalışması ve bilgisi ile mümkün olabilir ki?
Kur'an, Hicr Suresi 86. Ayeti Kerime'de bunu şöyle ifade eder: “Şüphesiz Rabbin kemaliyle yaratandır ve iyi bilendir.”
“Kemal” yaratılanın; eksiği, hatası, kusuru ve fazlasının olmaması halidir.
Bu ise kudreti, kuvveti ve bilgisi ile yaratmaya özgü her şeyi kendisinde bulunduran Hâlik'a aittir.
Hâlik, yaratmanın her türünü, her şeklini, her cinsiyetini ancak ve ancak kendisi bilmektedir.
Bize göre yaratmada veya yaradılışta görülen eksiklik ve kusurlar, gerçek manada telifi ve tavsifi imkânsız oluşumlardır.
Çünkü Hâlik yaratma ile birlikte, yaratmanın içine sebep ve sırlarını da koymuştur. Ve bunların bilgisi de ancak yaratıcının kendisine mahsustur.
Sakat veya eksik uzuvlardaki sırrı ve sebebi biz ancak kısmen algılayabiliriz.
Çünkü bu sır ve sebep de yaratmaya dâhildir. Ve yaratanın erişilmez, paylaşılmaz, ulaşılmaz olan sonsuz kudret, kuvvet ve bilgisinin içindedir.
Bu muazzam ve sonsuz bir alandır. Bu alanın içine “akıl” gibi yaratılmış ve sınırları belirlenmiş bir veriyi kullanarak girmek imkânsızdır.
Bu “veri” yani akıl; insanı, eşyayı, zamanı, ışığı, ısıyı, sesi, rengi, enerjiyi, galaksileri, hayatı, ölümü, yerleri, gökleri, geçmişi ve geleceği ve dahası milyarlarca canlıyı ve her şeyi…
İnsanlığın bunca yıllık tecrübe ve bilgi birikimine rağmen ancak kısmen ve yanılgıyla anlayabilir, algılayabilir.
Bu ise “yaratılmış” olmanın acziyetidir. Yaratılan -belki de, haddini bilsin diye- eksiktir.
Tam olan, tek başına yaratma bilgisinin her şekline sonsuz ve sınırsız biçimde sahip olan ve yaratılmamış olana özgüdür ki biz buna kadir-i mutlak demekteyiz.
Varlığı, yaradılışı kendinden ve sadece tek olan. Halik işte budur;
Yaratan, Halkeden, var eden. Hiçbir malzemeye, hiçbir cevhere ihtiyaç duymadan, cevherini ve malzemesini de kendisi yaratandır.
Ayrıca yaratma işi hem çok çeşitli hem de çok karmaşıktır.
Öyle ki, insan aklının eremeyeceği kadar büyük bir kompleks söz konusudur yaratılışta.
Çünkü yaratılışın unsurları sade ve tek cins, tek çeşit değil, tıpkı bir kimyasalın veya bir ilacın birçok “madde” den meydana gelmesi gibi çeşitli unsurların ve şartların bir araya gelmesinden teşekkül etmesidir.
Mesela sadece insanın yaratılmasını düşündüğümüz zaman, bunun milyonlarca belki de milyarlarca unsurun ve şartın bir araya gelmesi ile mümkün olduğunu fark ederiz.
Hâlik, Mü'minun Suresi 12 - 13 ve 14. Ayetlerde bu yaratılışın bazı safhalarını yemin ederek bildirmektedir bize;
“ Yüceliğime yemin olsun ki, Biz insanı, süzülüp çıkarılmış bir çamurdan yarattık. Sonra onu emin ve sağlam bir yerde bir nutfe bir tohum yaptık.
Derken o et parçasından, bir takım kemikler yarattık.
Derken o kemiklere bir et giydirdik; sonra onu, (organlarıyla, ruhuyla, gücüyle ve endamıyla) bambaşka bir varlık olarak inşa ettik.
Yapıp yaratanların en güzeli Allah, pek yücedir.”
Yaratıcı burada olduğu gibi başka birçok ayette de yaratıcılığını kesin ve tartışılmaz, bir şekilde vurgulamaktadır.
Yani Yaratmada eşi, benzeri, yardımcısı, daha önce yaratılmış başka unsur ve malzemelere ihtiyacı olmadan oldurup; hayat, cisim, renk, desen, form, ağırlık ve hacim verendir.
Yaratıcı neyi, kimi, nasıl, nerede yaratacağına karar verdikten sonra ona sadece “ol” demektedir.
İşte bu ol emri O'nun yüce iradesine bağlı olup, ortaya çıkmaktadır.
Ancak burada çok önemli bir ayrıntı vardır; Yaratıcı akıl ile donatıp sorgulama yetkisi verdiği insan için yaratma'nın içine bir takım sebepler koymaktadır.
Sebepler; akıl verilene, verenin onu mutmain kılmak için bir lütfu olması gerekir.
Aksi takdirde hiçbir sebebe bağlı olmadan da yaratma gerçekleşebilirdi.
Ayrıca sebepler insanoğlunun gelişmesinin de yolunu açmaktadır.
Yaratmayı, sebepleri, aklı ve özellikle bilme ile bizi donatıp kendisini bildiren Hâlık'a hamdolsun.
Ferman Karaçam - Haber 7
ferman.karacam@radyo7.com.tr
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol