Hoşgeldin Bahar'ım
- GİRİŞ12.04.2014 10:36
- GÜNCELLEME12.04.2014 10:49
Duvarda kız kulesinin yorgun bakışlarına fazla aldırmadan giyindim ve çıktım. Dışım Mart, içim Ağustos yine. Dışımda mevsimler sürekli yer değiştiriyor. Oysa içim hep Ağustos'ta kaldı, Ağustos da içimde.
Bahar her şeyin üstüne değmiş. Terasta kupkuru dalları ile suskun duran asmanın heyecanlı olduğu belli oluyor. Limon çiçeği de öyle. Kısacık boynunu dal arasına saklayıp uzun zamandır kaybolan sarışın güzel de büyük bir hazırlık içinde.
Kış boyu bir serçe kuşun gelip sürekli konduğu Kırmızı gül'ün uzunca duran dikenli dalı ise henüz oralı değil. Sanırım içten içe dikenlerini biliyor. Kırmızı gül mü? O da pek sessiz görünüyor. Belki de yanına düşmüş bu küçük telek onu kederlendirmiştir. Nereden biliyoruz kırık bir martı kanadından düşmediğini, ya da kanadı kırık turnadan düşmediğini, bu teleğin. Biz görmedik, ama o görmüşse…
Aşağıdan keskin bir çimen kokusu geliyor. Bahçıvan elinde hortumu ile bodur çam tepelerinden köklerine doğru suyu kaydırıp tekrar yukarı çıkartıyor. Çok eğlenceli olmalı bahçe sulamak, hele aylardan Mart olunca.
Çocukların sesi suyun sesine, suyun sesi çimen kokularına sarınıp dolaşıyor bahçede. Hacı amcamız, başı önünde elleri ardında, küçük adımlarla çocukların kaydıraklarının yanından geçip, otopark merdivenlerinden aşağıya doğru iniyor. Ellerini göğsünde kavuşturmuş bir bayan, karşıdaki A2 blokun üst katlarından birinin açık penceresinden çocukları izliyor. Küçük el arabası ile su taşıyan market çırağı, kıvrak adımlarla site kapısından bahçeye girerken, önünden kaçan iki kedi duvarın dibine saklandı. Sabah güneşi kuşluk güneşinin önünden usul usul kaçıp giderken, hayat bahara durmuş kır çiçekleri gibi gülümsüyor renk renk.
Kim dokunur kim fark eder bilinmez. Fakat "bunu gerçekten isteyip istememenize bağlı" değil. İsteseniz de istemeseniz de bu fark ediş adamına göre değişiyor.
Yürek, sıcacık kalmanın tadına ve acısına aşina ise, kendi öyküsünü kuruyor. Fakat yürek katılaşmış, nasır bağlamışsa, o zaman ben susmaya mecburum.
Ben sustum kader konuşsun.
Kader. Denir ki; Victor Hugo, Notre Dame de Sion'u bir kelimenin ilhamı ile yazmıştır.
Katedralin uzun kulesinin üzerinde okuduğu o kelime: fatalis.
Evet kader. Bu kelime bana da geçenlerde yazdığım La bebe blanche şiirimi hatırlattı. Uğrayalım mı "beyaz bebek" in birkaç mısrasına;
La Bebe Blanche
İlkyaz güneşinin eteklerinde
Bir Akdeniz uyurken fotoğrafını çekmek
Bir de çiçekler gölgesinde çocuk yüzüne bakmak
İlkyaz güneşi miydi?
Gölgesini düşüren kuşluk sonrasına
Bebek yüzünden
Kim bilir
Bu gülüş hangi inci parıltısından
Bu mini parmaklar
Gül ibrişimlere sarılıp neyi taşıyor uzaklara
Belki yüzüne konan bu ilkyaz servi dalları
İncir çiçeklerinden sarkan bulutlar
Leylaklar, yasemenler ve karanfilli buğular
Demliyor bukleli saçlarında
Sana geç kalan sevdamı
Üstümüzden geçen kuşlar üçgen formunda dizilmiş gökyüzüne. Öndeki, koca bir kuş sürüsünün rotasını çiziyor olmalı. Sağında ve solundakiler de muhakkak tecrübelidirler. Nerede yorulur, nerede susar, nereye konarlar, kim bilir!
Geometrik dizilerini bozmadan öyle tatlı kanat çırpıp gidiyorlar ki kendimi kuşlara bakmaktan alamazdım, eğer onlar güneşe doğru uçup gözden kaybolmasaydılar. O sırada pazar kurulu bir sokağın içinden geçiyorum.
Gökten yere, yerden göğe akıp duran bir ses ve gürültü kuşağından geçiyorum. Pazarcılar erken başlamış. Yemyeşil sebzeler, renk renk meyveler, tezgâhlarda özenle dizilmişler. Domatesler sizi çok uzaktan çağırıyor. Adeta " bir kızıl gonceye benziyor" duruşları. Patlıcan maydanoz, lahana salatalık, marul, kivi, turp, şalgam ve her zaman bayıldığım kokularıyla ortalığı kasıp kavuran biber; dolmalığı sivrisi, acı ve tatlısı arkada kalıyor satıcıların sesleri ile beraber.
Hoş geldin Bahar, Hoş geldin Bahar'ım…
fermankaracam@gmail.com
fermankaracam@twitter.com
twitter.com/fermankaracam
facebook.com/ferman.karacam
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol