Paralelci cunta ahlakı ve Cumhurbaşkanlığı seçimi

  • GİRİŞ03.06.2014 08:33
  • GÜNCELLEME05.06.2014 09:22

Türkiye'de Cumhurbaşkanlığı seçim süreçleri Cumhuriyet kuruldu kurulalı sürekli kaos ve kargaşa isteyenlerin ortaya çıktığı, at oynattığı süreçler oldu.

         Darbelerin hemen hepsi Cumhurbaşkanlığını hedefleyerek yapıldı.

Çünkü askeri okullarımızın eğitimini alan her genç "Türk Subayının" gönlünde gizli bir Atatürk olma arzusu yatar.

         Askeri Okullarda okutulan ders kitaplarının her birinin içine bilvesile mutlaka bir Atatürk yerleştirilmiştir.

Böylece Atatürk iyi bir askeri stratejist ve Kahraman bir komutan olmanın ötesine taşınmış, MİT'leştirilmiş, tabulaştırılmıştır ve bu mit harp okuluna küçük yaşlarda giren çocukların beynine kazılarak yetiştirilmiştir.

         Haliyle Cumhuriyet Tarihimiz boyunca yurtta değil de cihanda sulh prensibine sıkıca bağlı kaldığımız için genç subaylarımızın Atatürk gibi bir komutan olma arzu ve hevesi Cumhurbaşkanlığı makamı ile tatmin bulmuştur.

Yıllarca kendisini Atatürk gibi bir statejistle değil de Atatürk gibi bir MİT’le özdeşleştirerek yetiştirilen subaylarımızın gözü bu yüzden Atatürk'ün yerinde, makamında oldu ve elbette o "yüce kişinin yüce makamı da Cumhurbaşkanlığı makamıdır"!

          1923'ten 2011 yılına kadar -inşallah yanılmıyorumdur- her Genelkurmayımızın gönlünde Atatürk gibi emsalsiz, benzersiz bir komutan olarak yüksek makamı hakediyor olma sevdasından dolayıdır ki bizim subaylarımız bir türlü darbelerden elini çekmediler.

          Unutamadığım bir anekdotu bu vesile ile paylaşırsam belki meramımın anlaşılmasına yardımcı olur.

Askerliğimin dört aylık öğrencilik kısmını Tuzla Piyade Okulu’nda yaptım.

Yedek subay adaylarına yemin töreninden sonra ev izni veriliyordu.

İstanbul'da Ev’i olan biri olarak o sıralar bu izinden ben de faydalanıyordum.

Cumartesi Pazar izin kullanıp Pazartesi günü erkenden okulda oluyorduk.

Pazartesi sabahları bütün okul toplanıyorduk, okul komutanımız General kısa bir konuşma yapıyordu, sonra, her bölük kendi programını uyguluyor ya derslerimize giriyor ya da araziye, eğitime gidiyorduk.

        Bir Pazartesi sabahı okul komutanımız konuşmasına bir öfke, bir hiddetle başladı ki bütün bir okul pür dikkat şaşkınlıkla dinledik ve aklıma geldiğinde aradan 32 yıl geçmesine rağmen hala o şaşkınlığı atamamış olduğumu hissederim.

Okul komutanımızı zıvanadan çıkaran ve daha önceki her Pazartesi 20 dakika süren konuşmasını bir saate yakın hakaretlerle ve küfürlerle sürdürmesine sebep olan konu şuydu: Pazar günü "evci" çıkan bir yedek subay adayı öğrenci Kadıköy civarında bir ana yol üzerindeki Belediye Otobüs durağında resmi elbisesi ile Otobüs bekliyormuş.

         Durağın yakınında bir çöp konteynırı varmış ve bu öğrencimiz de duraktan biraz uzak, çöp konteynırına yakın bir yerde otobüs bekliyormuş.

Okul komutanımız o sırada arabası ile aynı yoldan geçerken bu durumu tespit etmiş ve her Pazartesi günü içine üç beş konu sığan bir konuşma o gün işte bu sebeple hiddetli ve hakaretli bir konuşma halini almıştı.

Türk Subayı çöp kutusuna yakın duramazmış.

Atatürk'ün subayı nasıl olur da çöpü göremezmiş, Atatürk o tabloyu görse derhal o subayı ordudan atarmış.

Türk Subay’ının yüksek ahlaki seciyesi çöpe yakın durmaya uyar mıymış?

Bizden adam, bizden subay, bizden insan, bizden Türk olur muymuş?

Bir saat boyunca Türk, Atatürk ve hakaret dinledik.

Oysa bu mesele gerçekten önemli ise,50-60 yaşlarındaki bir generalin iki üç dakikalık babacan bir nasihati, oradaki binlerce insanı daha çok etkilerdi.

Hakaret ve küfürlerle zıvanadan çıkan bir general bunu Atatürk’ten dolayı, Atatürk ve Türk öğretisinin kendisinde yerleşmiş ve tabulaşmış "ahlakından" dolayı yapıyorsa bunu normal karşılamak mümkün değil.

Subaylarımızın şuuraltına küçük yaşlardan itibaren yerleştirilen Atatürk imajı, gerçekler yerine tabulara, olağanüstülüklere dayandırıldığından subaylarımız Atatürkçülük ve Kemalizm konusunda hiçbir zaman gerçekçi olamadı.

Gerçekçi olma konusunda yani içinden çıktığı toplumun sosyal ve ahlaki dokusuna aykırı düşme konusundaki eleştirilere ise sürekli pozitivist ve bilimsel eğitim uygulandığını öne sürerek cevap verdiler.

Hem Kemalizm konusunda mistik ve olağanüstü bir "ahlakın" esaretine teslim olup hem de bilimsel bir eğitimden söz etmek ise ciddi bir çelişkiden ibarettir.

Dileğim; bu seçimin ve bundan sonraki tüm seçimlerimizin arifesinde ortaya çıkarılan kaos ve kargaşanın içinde cuntalar olmaz.

Hatta kargaşalar tamamen yok olur ya da Türkiye düşmanlarından sokakları terörize etme ihalesini alan birkaç marjinal örgüt ‘ün kuru gürültüsünden ibaret kalır.

Hüseyin Gülerce'nin"...Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar, bu topraklarda Cumhuriyet tarihinde hiç yaşanmamış sıkıntılara ve savrulmalara hazır olun", beklentisi boşa çıkar ve vicdansızca bir temenni olarak havada kalır.

Ferman KARAÇAM

fermankaracam@gmail.com

fermankaracam@twitter.com

https://twitter.com/fermankaracam

facebook.com/ferman.karacam

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat