Liderlik ve Erdoğan

  • GİRİŞ10.06.2014 08:33
  • GÜNCELLEME10.06.2014 08:33

Hele ikinci dünya harbi İslam Dünyası için tam bir yıkım oldu.

2. Abdülhamit yükselen yıkıcı darbelere uzun yıllar, inanılması güç bir direnç ve irade ile karşı durdu.
Zaten O’nun hal edilmesi yani tahttan indirilmesiyle birlikte, İslam Dünyasını ayakta tutan Osmanlı Devleti bir tesbihin dökülen taneleri gibi dağıldı ve o devasa dünya devletinin ardından, avuç kadar küçük küçük devletçikler kurulup, her birinin başına halkalarından kopuk birer diktatör yerleştirdiler.
Yaklaşık bir asırdır bu diktatörlükler Batı’ya, Batı’nın çıkarlarına hizmet veriyor.
Hoş Batı da zaten onları kendilerine “hizmet” ettirmek için o ülkelerin başına koymuştu, görevlerini bihakkın yapıyorlar yani.
Bu ülkeler arasından bir tek bizim ülkemiz sıyrıldı; düşe kalka da olsa 1950’den itibaren Türkiye “çatlağını arayan su” gibi, sürekli akış halindedir.
Ancak ne var ki bu akışı yönlendirecek, yönetecek lider çıkmadı.
Çünkü Lider dediğimiz insan öyle kolay yetişen bir şey değil.
Hatta diyebilirim ki gerçek bir ilim ve irfan insanının yetişmesi ne kadar meşakkatli ve zor ise, bir liderin yetişmesi de o kadar zor ve meşakkatli oluyor.
Osmanlı kendi liderini adeta fanusta yetiştirir gibi yetiştiriyordu ki 600 yıl boyunca oradan da çıkan gerçek lider sayısı çok azdır.
Cumhuriyet Döneminde Türkiye, diğer “İslam Ülkeleri” ne göre birazcık iyi durumda olsa da bir lider çıkarabilecek ortama ve şartlara kavuşamadı. 
Bugüne kadar Türkiye’nin ana siyasi gövdesini üç kısım’a ayırırsak; Sol’dan lider çıkmadı. 
Belki 1970’lerde Ecevit’in % 42 oranında oy aldığını ileri sürenler olabilir ama o zamanki esas faktörü göz ardı etmemek lazım.
Ecevit’inki konjonktürel bir sıçrama idi.
O sıralarda bütün dünyayı kasıp kavuran bir sosyalizm akımı vardı.
Rusya (SSCB), Çin ve Balkan Ülkeleri başta olmak üzere sosyalizm tam da o sıralarda altın çağını yaşıyordu.
Tüm dünya ülkeleri ve gençlikleri sosyalizm’ in tesiri altındaydı.
Kitaplar yayımlanıyor, gazeteler çıkıyor, dergiler elden ele köylere kadar ulaştırılıyordu.
Üniversite gençliği, işçi kesimi, dar gelirli ve memur kesimi bu yeni akımdan ve bu sistemden dolayı büyük bir ekonomik pay sahibi olacağına inanıyordu.
Bülent Ecevit ise ortanın solundan yükselttiği sesini “Bu Düzen Değişmelidir” sloganı ile ezilen ve horlanan kitlelerle buluşturdu ve sol’un tarihinde en büyük sıçramayı gerçekleştirdi.
Ancak bu tamamen konjoktürel bir sıçrama oldu ve Ecevit ileri yaşlarına kadar ülke siyasetinde olmasına rağmen liderlik emaresine rastlanmadı, yani bir daha hiçbir gelişme gösteremedi.
Kitlelerle buluşamayan, halk çoğunluğunu yanına alamayan kısık sesli, yüzeysel bir parti başkanlığının ötesine geçemeden aramızdan ayrıldı.
Esasen Sol’un “kültürel donanımı” Türkiye’de kitleleri harekete geçirecek nitelikte değildir.
Anadolu’nun en ücra köyünün camiinde bile okunan hutbede birkaç dize Mehmet Akif Ersoy şiiri vardır.
Türkiye’de sol kökenli hiçbir partinin başkanı meydanlarda bu dizelerden bir kaçını seslendirip Anadolu insanının yüreğine ulaşamamıştır. 
Kültürel aktivitesi buna müsait değildir. Böyle olunca da Türkiye’deki mevcut Sol’dan lider çıkması imkânsızdır.
Milliyetçi kesime gelince; bu kesim de düşünsel altyapısı itibariyle birleştirici değil tam tersine, ayrıştırıcıdır.
İstedikleri kadar “Tanrı Dağı Kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman” olduklarını söylesinler. 
Milliyet bir ırkın yani bir kavmin üzerinden yapıldığı sürece diğer kavimler kendisini dışlanmış hisseder, kitlenin tümünü kucaklayamaz.
Milliyetçilik ister sağcı milliyetçi olsun, ister solcu milliyetçi olsun toplum sosyolojisinin kılcal damarlarına nüfuz etmekten uzaktır ve bu kesimlerden de gerçek manada lider çıkmaz.
Gövdenin üçüncü kısmına bakarsak, orada da kabaca şu durumu görürüz; muhafazakâr,  mütedeyyin, Müslüman, biraz milliyetçi ve sağcı olan bu kesim imparatorluğun Cumhuriyetteki taşıyıcısıdır yani ana omurga, Anadoluluk buradadır.
Bu kesim Cumhuriyetin kuruluşunda en çok örselenen, hırpalanan ve dışlanan kesimdir.
İlk kez 1950’de Menderes’le birlikte sesini duyurmuştur ancak, Menderes’i kaybedince büyük bir hayal kırıklığı ile onun yerine geçtiğini iddia eden Demirel’i desteklemiştir uzun yıllar.
Menderes’in halk desteği halk için, tam bir deşarj olma ise Demirel’e olan destek te çaresizlik sebebiyledir.
Bir pragmatist teknokrat olan Demirel sınırlı da olsa halkın nabzını tutmasına rağmen bir liderlik özelliği yoktur. 
Ayrıca yıllar gösterdi ki bu nabız tutuşla da hem tamamen kitleleri kucaklayamamış, hem de, ikiyüzlü davranarak toplumun değerlerini sadece iktidar olmak için kullanmıştır.
Özal ise Cumhuriyet’in omurgası olan kesimin içinden gelen, konjonktürü iyi değerlendiren, mütedeyyin kesimle kucaklaşan zeki ve ender bulunan bir teknisyen.
Bir darbenin ardından nasıl iktidara gelineceğinin hesabını iyi yapan bir mühendis.
Programı, kadrosu, ekonomik birikimi ve ana gövdenin kültürel kodlarına olan hâkimiyeti O’nu, iktidara taşıdı ama, tüm bunlar bir liderlik için yeterli değildi.
Necmeddin Erbakan’a gelince; “hepimiz onun paltosunun cebinden çıktık” o da dünyada emsali az bulunur bir ilim adamı idi. 
Zekâsı, cesareti, hitabeti, ekonomik konulara olan vukufiyeti mükemmeldi.
Erbakan’ın bu ülkeye, bu ülke insanına kattığı değeri uzunca yazmak lazım ki zaten hakkında çokça yazıldı ve yazılıyor ancak, çağlar durdukça dua alacağı en büyük iyiliği; milliyetçi duyguları fazlaca gelişmiş bu ülkede, ümmetçiliği sıfırdan ele alıp, yoğurup, geliştirmesidir.
Üzerindeki rejim ve toplum baskısına rağmen, kat ettiği mesafeyi ve bugünlere gelişimizdeki payını dikkate aldığımızda Erbakan’ın önemli bir lider olduğunu söyleyebiliriz.
Geriye dönüp, 12 yıllık iktidar olma sürecine bakınca, Erdoğan’ı değerlendirmek için de elimizde yeteri kadar veri olduğunu düşünüyorum.
Erdoğan’da tarihteki “büyük millet” vizyon ve mirasının Cumhuriyetteki taşıyıcısı olan ana gövdenin içinden yani mütedeyyin kesimden çıktı, bu kesimin kendi içinde 90 yılda oluşturduğu muhitten yetişti.
Bu muhit; biraz kurtuluş savaşı şuurunun billurlaştığı M.Akif, biraz Büyük Doğu davasının mimarı Necip Fazıl, biraz Diriliş ruhunu ruhlarla buluşturmanın kavgasına harf harf, hece hece 80 yıllık bir ömür adayan Sezai Karakoç, biraz emeğin en yüce değer olduğunu her solukta haykıran Nuri Pakdil ve biraz da Hareket ekolünün gözü pek savaşçısı Nurettin Topçu’dur.
Recep Tayyip Erdoğan bu muhit’ in zengin ve evrensel mesajlarını iyi okudu ve liderini bekleyen bir milleti, milletini özleyen bir liderle buluşturdu. 
Tarihe sırtını dönmedi.
Bu coğrafyanın tarihe yazdıklarını iyi okudu.
Tarihte büyük olmanın hasretini yaşayan büyük bir coğrafyanın, büyük bir medeniyetin ve büyük bir milletin özlemlerini, rüyalarını isminde somutlaştırdı.
Yorgun ve yoksul Anadolu insanı yaklaşık bir asırdan beridir ilk kez o’nun zamanında bu ülkenin bir ferdi olmakla onur duydu.
Köyüne, kasabasına kadar uzayan asfalt yollarda yürürken başını ilk kez kaldırdı yerden.
Uçağa ilk kez o’nun zamanında binip ufka baktı tam iki asır sonra.
Erdoğan’ın elektromanyetik alanı Osmanlı Coğrafyasının en ücra köşelerine kadar uzayınca büyük bir düşmanlık çekti üzerine.
Zaten doğal olan da budur; yani o’nun lider olduğunun esas kanıtlarından biri, sevildiği kadar kıskanılması ve sevilmemesidir.
Bu sevginin bitmeyeceğini gören, içeride ve dışarıda giderek yükseleceğini, artacağını, iktidar yıpranması yerine, sevginin tazelendiğini gören Türkiye düşmanları lideri hedef alıyorlar.
Bana kalırsa geçmiş olsun çünkü artık millet liderine, lider de milletine kavuştu.
Yeter ki lider saçında ve sakalında ki ak kılların kendisine yaptığı nasihatleri sürekli aklında tutsun.

Ferman Karaçam
fermankaracam@gmail.com
fermankaracam@twitter.com
https://twitter.com/fermankaracam
facebook.com/ferman.karacam

Yorumlar1

  • Ayşe Vuslat Acar 10 yıl önce Şikayet Et
    kaleminize sağlık. ne kadar da güzel anlatmışsınız bir ülkenin acı tarihini yüreğinize sağlık. ama güzel günler bizleri bekliyor inşallah. sabır ve dua hayra açılan kapının anahtarı
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat