Sabırlı ve namazlı Kürtlere ensar olmak - 2
- GİRİŞ20.01.2016 08:43
- GÜNCELLEME22.01.2016 08:29
Bugünkü yazımızda ise bu linç ve baskıların Diyarbakır Cezaevi boyutlarından bir kısmını da okuyacaksınız.
Çünkü bu Kardeşlerimiz bir Eyyub (as) sabrı ile imanın, inancın kalkanına sığınıp kutlu HAK savaşının tarihi limanında Fecr-i Kazib’ in geçmesini beklediler, her yandan üstlerine gelen karanlık insanların zulümlerine ‘’Ya Sabır, Ya Hakk’’ diyerek tevekkül ettiler.
PKK’nın insanlık dışı baskılarına ve cinayetlerine, JİTEM denen kan çıbanının yani Eski Devletin, PKK zulümlerini aratmayan şiddet ve katliamlarına, Diyarbakır Askeri Cezaevinde yaşanan tarifsiz acılara rağmen Güneydoğu Anadolu insanı, bu asil Kürtler nasıl ayakta kalabildiler?
On yıllar boyunca hem Eski Devletin inkarcı, ayırımcı, aşağılayıcı, asimile edici, Kart-Kurt saçmalıklarıyla kimlikleri reddedici uygulamalarına, Köy yakmalarına.. maruz kalmak ve hem de PKK’nın can parçası evlatlarını dağa kaldırmalarına, sürgünlerine, işkencelerine, minarede ezan okuyan Müezzinleri kurşunlayıp Camileri yakıp yıkmalarına, gecenin bir vaktinde uyuşturucu çekmiş 16-17 yaşındaki silahlı komşu çocuklarının ev baskınlarına, sürgün etmelerine bu insanlar nasıl direndiler?
Bu insanların direnişlerini destekleyen, motive eden, günlük yaşantılarını sürdürüp onları gönendiren neydi?
Tarih elbette, bu insanların destansı direnişlerini yazacaktır.
Fakat biz bugün, üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeğe çalışacak, elimizden geldiği, dilimizin döndüğünce, bu ülkede 80 yıl boyunca yok sayıldıktan sonra hala ‘’ hepsi Kürt değil mi ’’ diyerek PKK’lı imişler gibi toptancı bir bakışa tabi tutulup aşağılanan bu kardeşlerimizin mütevekkil duruşlarının ve yıllarca kanatılan yüreklerinin dili olmaya çalışacağız.
Diyarbakır Askeri Cezaevindeki koğuşlarda oruçları ile alay edilen;
Hem PKK’lılar hem de Eski Devletin Memurları tarafından namaz kılmalarına izin verilmeyen, geceleri koğuşunda, sahur niyetine gizli gizli bir kaç yudum su içip yatan, ayrı bir koğuşta toplanıp namazlarını kılabilmek için Eski Devletin Askeri Bürokratlarına dilekçeler verip yalvaran, Cezaevi Memurları tarafından ‘’gerici, yobaz’’, PKK’lılar tarafından ‘’işbirlikçi, hain’’ olarak yaftalanıp koğuşunda tekmelenen..
bu insanların, öyle Bilal misali ‘’Ehad Ehad’’ diyerek bugünlere kadar ayakta kalmalarının, hala var olmalarının sebebi nedir?
Bu mübarek insanlar üç kesim tarafından baskı ve şiddete maruz kalmışlardır:
- Eski Devletin baskı, şiddet, asimilasyon, inkâr ve ret uygulamaları.
- PKK’nın, onu destekleyen, adları sürekli değiştirilen, legal görünümlü tüm parti ve örgütlerin baskı, şiddet, dağa kaldırma, sürgün etme, yasak koyma, dükkân kapattırma uygulamaları.
- Özellikle, Yasin Börü cinayetine ve Camilerin ateşe verilip, çukurların kazıldığı sürece kadar Türkiye’nin, Doğu ve Güneydoğu Bölgeleri dışında kalan geniş halk kesimleri tarafından anlaşılıp algılanamamak.
Bu kesimler tarafından toptan değerlendirmeye tabi tutulup;’’ Bu da onlardan, bu da PKK’lı Kürt, Şehitlerin kanından bunlar da mesuldür, bunların hepsi aynı. ..gibi baskı, aşağılama ve hatta şiddete maruz kalma şeklinde uygulamalar.
Yukarıdaki her üç kesim tarafından ayrıca bakışlarla, mimiklerle, tavır ve davranışlarla psikolojik baskı uygulanan, küçümsenen bir asil damar Doğu ve Güneydoğu’da hep var oldu. Bu asaletli insanlar her şeye ve bütün baskıcı kesimlere rağmen gözyaşlarını içine akıttı, sabrettiler.
Bu güçlü ve asil damar, üstüne abanan dağ gibi acıları yüreğine gömdü. Evladının birini zorla elinden alıp, bir gece yarısı dağa kaçırdılar ama o öteki evladının ellerini ve saçını kınalayıp askere gönderdi.
Okul yolunda küçücük yavrularını kurşunlayıp hunharca katlettiler, evlerini, araçlarını, ticarethanelerini kundaklayıp küle çevirdiler fakat bu insanlar hep sabretti. Askerdeki yavrusu Şehit oldu, Kürtçe ağıtlarla, tekbirlerle mezara gömdü ve ‘’ Vatan Sağ Olsun’’ dedi.
Dedi ama bir süre sonra da oğlunu Dağa, Kandile değil de “TC’’ ye, askere gönderdiği için HDP/PKK’lı komşuları tarafından da ayrıca linç edildi.
Bu insanlar, soylu bir varlık mücadelesi vermişlerdir;
Her türlü terör, baskı, şiddet, cinayet, linç, aşağılama ve sürgün karşısında on yıllarca dayanmış, sabretmişlerdir.
İçin için ağlamış ama insanı insana kardeş yapan çimentonun inanç olduğuna iman etmiş ve imanın sahibine, dua etmiş, sığınmışlardır. Yani Ayet-i Kerimenin mucibince amel edip ‘’Sabırla ve Namazla Allah’tan (cc) yardım dilemişlerdir’’ (2/153)
Doğu ve Güneydoğudaki bu evrensel İslam Kardeşliği, Ümmet şuur, direnç ve mücadelesi yani bu soylu varlık mücadelesi Selahaddin Eyyubi’den, İdris-i Bitlisi’den, Bediüzzaman’ dan, Mevlana Halid-i Bağdadi’den,
Ahmed-i Hani’den.. Sürüp gelen bir sabır ve iman savaşıdır.
Bugün sabredenler de işte o sürüp gelen, tarihi kutlu savaşın günümüzdeki müntesipleridir.
Hiç şüpheniz olmasın bu savaşı; sabreden, dua eden, samimiyetle sığınanlar kazanacaklardır. İşte emareler de başlamıştır. Yukarıda saydığım 3 kesimden ikisi yani Devlet ve Güneydoğu dışında kalan Türkiye bu bölgede on yıllardır zulme uğradığı halde sabreden, direnenleri anlamışlardır. Evvela Devlet. Devlet artık eski devlet değildir. Kimlikleri reddeden, inkâr eden, asimilasyon uygulayan Devlet değildir.
2002 yılından beri Devlet, kademe kademe kimlikler üzerindeki baskıları kaldırmaya başlamıştır. Yeni Devlet bir yandan Eski Devlet’in safralarını atarken, diğer yandan ezilen, horlanan, itilip kakılanları kucaklamaya başlamıştır.
Yıllarca çevrede kalıp ötelenmiş olanları rahatsız eden ne kadar sosyal, ekonomik, idari, hukuki, eğitim öğretimle ve sağlıkla ilgili kronik problem varsa, Yeni Devlet, bunların hepsine neşter vurmaya başlamıştır.
Olağanüstü Hal’i kaldırarak işe girişen Yeni Devlet, Fakülte kapılarından geri çevrilen, ikna odalarında kişiliği örselenen, katsayı uygulaması gibi, eğitimde fırsat eşitliğini ortadan kaldıran tüm haksız ve hukuksuz uygulamalara son verdi.
Yeni Devletin bu adımlarını gören Selahaddin Eyyubi’nin gerçek torunları samimiyeti, içtenliği, kardeşliği algıladılar, sabır ve dualarının karşılığını almaya başladıklarını fark ettiler.
Hatta PKK’nın kurucusu Abdullah Öcalan bile “kan kusup kızılcık şerbeti içilen’’ bu samimiyetin karşısında; kendisine emperyalistlerin yüklediği “Türkiye Düşmanlığı’’ rolünü bıraktı. Eteğinden taşları döktü, içtenlik ve samimiyete boyun eğdi.
Böylece Kürtler yavaş yavaş bölünmeğe ve kendi içlerinde ayrışmaya başladılar.
Bugünkü yazımı da izninizle burada sonlandırmak ve bir sonraki yazımızda tekrar aynı konuya RABBİMİZ ömür bahşetmişse devam etmek istiyorum.
Ferman Karaçam
fermankaracam@gmail.com
fermankaracam@twitter.com
Yorumlar1