Düşkün Kemal

  • GİRİŞ06.04.2016 07:47
  • GÜNCELLEME07.04.2016 06:55

Kılıçdaroğlu'nun dün CHP grubunda  yaptığı konuşma,

bir siyaset adamının düşebileceği en acıklı, 
en utanılacak durumun nasıl bir şey olduğunu göstermesi bakımından, ibretlik ve örnek bir konuşma olarak tarihe geçti.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 05.04.2016 Salı günü CHP grubunda hem CHP tarihinin hem de siyasi tarihimizin en müptezel konuşmasına imza atmıştır.
Özellikle, tarih de atıyorum ki gelecek kuşaklar bu ahlaksızlığı unutmasınlar.
Kılıçdaroğlu bu konuşmasında Anadolu örf, adet, gelenek ve göreneklerinin dışına çıkarak sokak ağzı ile konuşmuş aile, okul ve siyasi ahlak bakımından asgari bir terbiye eğitiminden dahi geçmediğini göstermiştir.
Bu konuşma talihsiz, edepsiz, ahlak yoksunu ve seviyesiz bir konuşma olarak Meclis'in utanç tablosunda yerini almıştır. 
Bilemiyorum, TBMM'de, bu denli utanç verici bir konuşma daha önce yapılmış mıdır? 
Anadolu'nun, özellikle de Rumeli'nin inanç ve ahlak eğitiminde büyük emeği ve alın teri olan mübarek insan, Pir Hacı Bektaşi Veli'nin müsaadeleri ile Kılıçdaroğlu' nu, Alevi anlayışında ahlak yoksunu kimselere verilen bir sıfat olan, en adi ve en aşağılık seviyede biri olarak ilan ediyorum: Düşkün Kemal. 


Emperyalistler Kürt Kartını Kaybediyor 

Yavaş yavaş da olsa ilk defa, Kürtlerin kendi insiyatiflerini kullanacakları bir döneme doğru gidiliyor.

Bu coğrafyanın asli unsuru ve İslam Medeniyetinin üç anasırından yani Türk, Arap ve Kürt anasırından biri olan Kürtler yaklaşık yüz yıla yakın bir zaman, bu topraklarda yaşanan depremlerden en çok pay almış kavimlerden biri oldu.

Bir kısmı İran'da Şahlık rejiminin keyfi ve şeytani uygulamalarından, bir kısmı Baasçı Arap diktatörlerin baskı, şiddet ve Halepçe'de olduğu gibi kimyasal silah kullanarak soy kırım uygulamalarından,
bir kısmı Suriye diktatörlüğünde olduğu gibi Kürt kişiliğini yok sayarak  asimile etme ve diğer bir bölümü de Türkiye'de olduğu gibi, Kemalizmin katı ve insafsız reddine ve inkarına tabi tutuldular.

Kürtler İran'da, Irak' da, Suriye'de Fars ve Araplardan tecrit edilerek soykırıma, asimilasyona ve baskıya maruz kaldıkları halde, Türkiye'de biraz daha farklı oldu.
Türkiye'de yaşayan Kürtler, geçmişte,  Kürt oldukları için büyük acılar yaşadılar ama Türkiye'nin katı laik ve Kemalist baskılarından Kürtlerle Türkler aynı oranda eşit şekilde pay aldılar. 

Çorum'da, Çankırı'da, Konya'da, Rize'de, Trabzon'da, Denizli'de, Afyonkarahisar'da, Erzurum'da, yaşayan insanlar evindeki Elif Cüzünden, başındaki fesinden, takkesinden dolayı ne kadar asker dipçiği yemiş, ipte sallanmışsa; aynı sebeple ve aynı şekilde Urfa'da, Antep'te, Diyarbekir'de, Bitlis'te, Van'da, Ağrı'da yaşayan insanlar da o dipçikleri yemiş veya idam edilmişlerdir. 
Kürtlerin de giyim kuşamına müdahale edilmiştir, Türklerin de.
Kürtlerin de ezanına müdahale edilmiştir, Türklerin de.
Kürtlerin çocuklarına da Kur'an yasaklanmıştır, Türklerin çocuklarına da yasaklanmıştır.
Yeryüzünde, hiçbir milletin maruz kalmadığı dil inkılabı rezaletini hem Türkler hem de Kürtler birlikte yaşadılar. 
Askeri bürokrasiye, emniyete, üst hukuk kurumlarına,  MİT'e, üniversitelere, YÖK'e alınacak personelin Kürt veya Türk olduğuna değil,
Namaz kılıp kılmadığına bakılmış, burada da iki kavim aynı kaderi paylaşmışlardır. 
Bu Ülkede, Cumhurbaşkanlarının çoğu katı laik, asker kökenli ve namazla, niyazla arası mesafeli olan kimselerden seçilmiş hatta 367 gibi gülünç yollara bile bu sebeple başvurulmuştur.
Burada da Cumhurbaşkanın Türk veya Kürt olduğuna değil, katı bir laik olup olmadığına bakılmıştır.
12 Eylül 1980 ihtilali hariç, diğer bütün ihtilallerde Türkler ve Kürtler aynı zulme uğramış, kötü muamelelerden eşit ölçüde pay almışlardır. 
12 Eylül İhtilalinde ise, Kürtler çok daha büyük acılar yaşadığı halde, Anadolu’nun büyük çoğunluğu, Kürtlerin uğradığı bu zulümleri görememiştir. 
28 Şubat 1997 Post modern şiddet ve baskı, özel olarak Müslümanlar üzerinde yoğunlaştığı için, o süreçte de herkes, bu zulümlerden payını aldı. 
Burada altı çizilmesi gereken yer şudur;
Cumhuriyet Tarihi boyunca hatta 1909 İttihat ve Terakki sürecinden başlayarak ana akım Kürt ve Türk kavimler üzerinde genel olarak aynı baskılar uygulanmış fakat herkes kendi acısı ile kavrulduğu için Türkler; Kürtlere daha fazla acı çektirildiğini görememiş, fark edememişlerdir. Böylece hem Kürtler incinmiş hem de iki kesimin arası soğumuştur. 
İşte bu, açılan aradan ve soğuyan yerden PKK/HDP çok rahat sızmıştır. 
Ta ki Yasin Börü cinayetine kadar. Yasin Börü ve diğer 50 civarında mütedeyyin insanın katledilmesi hem Güneydoğu hem de ülkemiz için bir milattır.
6-7 Ekim 2014'de,
Kobani Olayları sebep gösterilerek Demirtaş'ın, PKK/HDP' yi sokağa çağırması, sokağa çıkanların da İmam Hatip Yurtlarına, Kur'an Kurslarına ve Kurban Eti dağıtan gençlere saldırmaları, 50 dolayında genç Kürdün hunharca ve canice katledilmesi, etkileri  ve sonuçları açısından tarihi niteliktedir. 
Bu olayla birlikte, bütün bir Anadolu coğrafyası PKK/HDP' nin gerçek yüzünü görmüş ve özellikle de Türkler Kürtleri ilk kez, Kürtler de HDP/PKK'yı somut olarak fark etmişlerdir. 
Bu fark etme, tarihi bir öneme sahiptir ve şehit kanının bereketidir. 
Bu süreç devam ediyor.
Hatta bu süreç, çukur siyaseti ile birlikte katmerlenerek devam ediyor. Buraya önemli bir not düşmem gerekiyor: bazı kalemler - ki bunların arasında saygı duyup değer verdiğim kalemler de var- hala "Hendek Siyaseti" demeye devam ediyorlar. 
Arkadaşlar, Hendek Siyaseti bir aklın, bir asaletin, bir hakikatin savaş hikâyesidir ve günümüz Marksist/Leninist PKK/HDP paryalarının ve katiller çetesinin yaptıklarını çağrıştırmaz/çağrıştıramaz.
Güneydoğu'da bugün yapılanların adı, Çukur Siyasetidir. Nokta. 

Bundan sonrası, iki kavim arasına hiçbir emperyalist sızmanın olamayacağı bir kucaklaşma süreci işleyecek, tam bir anlama ve anlaşılma dönemi başlamış olacaktır. 
Böylece; 32 yıldan beri, İslam düşmanlarının  sürekli kanırttığı ve araya sızarak izin vermediği hakiki manada ki Kürt-Türk kardeşliği gerçekleşecek.
Yani, Kürt kartı emperyalistlerin elinden alınmış olacak. 
Ve bu süreç; sancılı, sıkıntılı da olsa biri Selahaddin Eyyubi'ye, diğeri Sultan Alparslan'a kadar giden iki ana damarın, yeniden, aynı vücutta yani Malazgirt'te hayat bulması şeklinde son bulacak ve göl yerinden su eksik olmayacağı için, gerisi de gelecektir. 

Ferman Karaçam - Haber

fermankaracam@gmail.com 
fermankaracam@twitter.com 
twitter.com/fermankaracam 
facebook.com/fermankaracam 
instagram.com/fermankaracam 

Yorumlar1

  • aydnlıefe 8 yıl önce Şikayet Et
    Zikri neyse fikride öyle olur bu tip insanların Rabbim onun ve avanesinin şerrinden müslümanları korusun
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat