Güzel Bir Dost Daha Gitti: Ahmet Kara

  • GİRİŞ27.01.2018 09:09
  • GÜNCELLEME29.01.2018 07:16

Erzurum.

1970'li, 80'li yılların Türkiyesi.

 

 

 

 

Bir deprem titremesine tutulup, on yıl gök ekinin biçildiği gibi gençleri biçilen bir Türkiye.

Her gün ortalama yirmi fidesinin toprağa düştüğü, büyük çalkantıların ülkesi.

Yanlış hatırlamıyorsam 1976 yılında karşılaşmıştık Ahmet'le .

Kalın simsiyah kaşlarını, zeytin karası gözlerini ilk gördüğünüzde hemen: "işte bizim Anadolu'nun yağız delikanlısı..." dedirten güzel bir siması vardı onun.

İlk tanıştığımız gün, ikimiz için de, "zaten biz yıllardır birbirimizi tanıyormuşuz" gibi davranmıştık.

Sonuçta ; "bir namluda sırt sırta yatan, aynı hedefe yönelmiş iki mermi gibiydik".

Türkiye'nin her yanında, elbette Erzurum'da da bombalar patlıyor, etrafımızdan vızır vızır mermiler geçiyordu.

Bizim gençlik yani Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) gençliği için her Fakültenin kendine göre bir öğrenci potansiyeli vardı.

Mesela Fen, Tıp, Dişçilik, Ziraat.....gibi Fakültelerde sayımız, her bir fakültede birkaç kişiden ibaretti.

Bizim asıl potansiyelimiz o zamanki adı İslami İlimler olan İlahiyat Fakültesi ile, sonradan kapatılan Yüksek İslam Enstitüsü gençliği idi.

Şimdi düşünüyorum da iyi ki öyleymiş.

Çünkü, bu Fakültelerde akıl-ı selim hocalar vardı ve bu hocalar biz gençleri olayların içine girmekten koruyor okumaya, düşünmeye, yazmaya yönlendiriyordu.

Rahmetli Ruhi Özcan Hoca, Raşit Küçük Hoca, İhsan Süreyya Sırma Hoca, Yusuf Ziya Kavakçı Hoca, Erol Kozak Hoca, Beşir Atalay Hoca, Ali Şafak Hoca...

Bu Hocalara bizim kuşak gençliğinin büyük minnet borcu vardır.

Gene de kanımız deli, yerimizde duramıyorduk.

Çünkü, İlahiyat, Edebiyat bir de İşletme Fakültesi dışındaki diğer fakültelerde arkadaşlarımız hakarete uğruyor, dayak yiyor, eğitimden alıkonmakla tehdit ediliyordu.

Böyle durumlarda biz de, üst sınıflardaki ağabeylerimiz öncülüğünde, fakültelerde az sayıda olan arkadaşlarımızı korumak için okulların dış kapısının önünde onların çıkışını bekliyorduk.

Ahmet de, şehrin içinde bulunan Eğitim Enstitüsünde okuyor olmasına rağmen, her fırsatta, ya şehir dışındaki fakültelerin kapısında bizlerle birlikte bulunur ya da sık sık saldırıya uğrayan İmam Hatipli çocukları korumak için bir grupla, oraya giderdi.

Daha çok İmam Hatipli çocuklarla ilgilenir, o çocuklarla arkadaş olmayı imrenilecek kadar güzel becerirdi.

Afganistan'ın Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesinin ardından Ahmet'le çok daha fazla beraber oluyorduk.

O sıralarda, benim kaldığım birinci yurdun birinci katını işgal edip, diğer üç katta kalan ve sürekli bize saldıran ülkücüleri yurda sokmayınca, toplam 132 kişi olan bizi, yurda atılan üç adet sesli bomba ile gece yarısı birer baygın ördek gibi toplayıp, askeriyenin yemekhanesine hapsedip, bir süre sonra da hepimizi yurttan atınca ben, zor bela şehirdeki Kurşunlu Camiinin Medreselerinden birine yerleşmiştim.

Çoğu sabahları uyandığımda Ahmet'i üstüyle başıyla yatıyor bulurdum.

Bazan da cebimdeki üç beş kuruş sigara paramı alıp, bir kaç gün kaybolup sonra gelirdi.

Aylar sonra, Ahmet'in memlekete gidip, 15 gün kadar gelmediği süre içinde, kapımızı aşındıran İmam Hatip'li çocuklardan öğrendim ki, meğer Ahmet, öte beriden bulup toparladığı bu paraları yetim ve öksüz İmam Hatipli çocuklara verirmiş.

Ahmet hem kara gözlü, hem de gözü kara, yiğit bir arkadaştı.

Sessizce ve derinden güzel işler yapması rahmetli Bahattin Yıldız'a benzerdi.

Bir ara Afganistan'a gidip Sovyetler'e karşı savaşmayı kafamıza koyduk.

Rahmetli Bahattin gitmişti, Mehmet Öztürk ve bazı arkadaşlar da gitmişti, biz neden gidip savaşmayalım, diyorduk..!

Fakat çaldığımız bütün kapılar yüzümüze kapandı.

D.Hasan Aktürk, İzzet Uzun gibi MTTB Başkanlarımız ve Arap Salih, Hüseyin Selçuk gibi diğer ağabeylerimiz karşı çıkıyordu.

Herkes aynı fikirdeydi; okuyup diploma almamızın da cıhat olduğunu söylüyorlardı.

Ayrıca, Afganistan'da savaşacak Mücahit'in çok olduğunu fakat silah ve silah alacak paraya ihtiyaçlarının olduğunu anlatıyordu.

Çaresiz kabullendik ama "Moskof Ayı'sına" olan öfke ve isyanımızı dindirecek bir şey yapmalıydık.

Günlerce Ahmet'le birlikte, Havuz Başındaki banklarda ve Lala Paşa Camiinin bahçesindeki küçük taburelerde düşündük.

Sonunda bulduk: iki tane büyük Orak Çekiç'li Sovyet Bayrağı yapacak ve bir toplantı sırasında onları yakacaktık.

Fakat, çoğu kırmızı olmak üzere Sovyet bayrağının sarı kırmızı renkleri için iki ayrı renkte bez, bunların çizimi için insan, kesimi için makas ve dikimi için büyük iğne ve bolca iplik gerekiyordu.

Ayrıca, bütün bunları yaparken tamamen gizli tutmalıydık çünkü, MTTB yönetimi izin vermeyebilirdi.

Kumaş ve diğer malzemelerin hepsini manifaturacı Ebubekirlerin dükkanından ve evlerinden ödünç aldık.

Çizimi Osman Sak'a yaptırdık.

Dikiş işlerini, benim kaldığım 9 numaralı Kurşunlu Medrese'sinde sırayla yapıyorduk; Ahmet, ben ve bir de yan taraftaki medrese odasında kalan, sır tutacağına güvendiğimiz Faruk Alp.

Dikim işi bizi çok yoruyordu, saatlerce çalışıyorduk, yorulunca, düzgünce katlıyor, örtü gibi, masanın üstüne koyup, onun üstüne de gazete seriyorduk.

Bu işlem bir aydan fazla sürdü.

Her biri 7,5 metre kare ebadında, iki adet Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin, yani o zamanki adı ile SSCB'nin Orak Çekiç'li bayrağını yapıp bitirdik ve masanın üstüne serip, MTTB'nin bir toplantısında, birini Ahmet'in, birini de benim yakacağımız günü beklemeye başladık.

Bahar aylarından biri, muhtemelen mart ayındaydık. Bir gece saat 12 civarında Medresede yalnızdım ve zaten tek kapılı olan odamızda, kapının hemen arkasında, bir leğende çamaşırlarımı yıkıyordum.

Bir anda kapı şiddetle çalındı.

Karşımda iki polis, öylece kalakaldım.

Masanın üstünde, örtü gibi duran iki tane Orak Çekiç'li bayrak.

"İşte yakalandık" dedim içimden.

Ülkücülerin, biz MTTB'li Akıncılar için sürekli dile getirdikleri "Bunlar Yeşil Komünisttir " iddiası doğru çıkacak ve yarın sabah Yeni Asyacıların Hürsöz ve Ülkücülerin Hergün Gazetelerinde, MTTB'lilerin arasında barınan iki Kars'lı Komünist'in fotoğrafları, Sovyetler'in Bayrağı ile basılacak.

O günün şartlarını bilenler, bilir.

Böyle bir sonuç, ikimiz için de tam bir yıkım ve okul hayatımızın bitmesi demekti.

Neyseki genç Polisler kısa bir süre benim şaşkınlığımın şaşkınlığını yaşadılar ama çabucak toparlanıp, tesbit yaptıklarını, burada kaç kişinin kaldığını ve Ahmet Poçanoğlu ile benim isimlerimizi yazıp gittiler.

Bir hafta veya on gün kadar sonra kömür yokluğundan Üniversite yurtlarında kaloriferler bir süre yanmadı.

MTTB yönetimi bunu fırsat bilerek, üşüdüğümüz bahanesiyle, Afganistan'daki Sovyet zulmünü protesto edeceğimizi gizli tutarak bizi Valilik önünde topladı.

Biz de bayrak yakacağımızı MTTB yönetiminden gizleyerek poşetler içinde getirip, kalabalık arasında, aylardır hayalini kurduğumuz ve binbir emekle yaptığımız Sovyet bayraklarını ateşledik.

Yıllar sonra, İzzet Uzun'un söylediğine göre, bayrak yakma meselesinden dolayı Emniyet, o sırada başkanımız olan İzzet Uzun'u ve diğer MTTB yöneticilerini epeyce hırpalamış.

Ahmet, zalime karşı hiddetli ve "Gözü Kara", arkadaş canlısı, vefalı, yiğit, yardımsever, yoksul ve yetim hamisiydi.

Bir kaç yıl boyunca, Rahmetli Kınyas Tanı, Fuat Sağıroğlu, Cevdet Bulut, Ahmet Kara ve ben aylık VAHDET adında bir gazete çıkarıyorduk Erzurum'da.

Gazeteyi İstanbul MİLSAN'da basıyor, Kars, Sarıkamış, Göle, Ardahan...gibi sol düşüncedeki gençliğin yoğun olduğu yerlerde dağıtıyorduk.

Gazetenin Sahibi: Fuat Sağıroğlu, Yayın Müdürü: Ferman Karaçam, Yazı İşleri Müdürü de: Ahmet Kara idi.

Bir sayısında, hepimizin karşı çıkmasına rağmen, Ahmed'in ısrarla yayımlamak istediği, Konya Akıncılar Derneğine ait bir bildiri vardı.

Bildirinin içeriği, 1980 Kenan Evren darbesinden sonra, darbenin savcısı tarafından suçlu bulundu ve Yazı İşleri Müdürümüz olan Ahmet Kara Nevşehir'de öğretmenlik yaparken tutuklanıp Cezaevine kondu.

Bir yıldan fazla ceza alması ile birlikte Ahmet, memuriyetten men edildi.

Böylece okumaya, yazmaya, eğitime eğilimi olan, üzerinde hemen hemen hiç para taşımayı ve para ile haşir neşir olmayı sevmeyen ve beceremeyen Ahmet, ailesinin gıda sektöründe olması sebebiyle, kendisini ticaretin içinde buldu.

Onun para ile olan mesafesini en güzel anlatan Osman Acun olmuştu :” Fıstık Ağacındaki mağazayı yeni açmışlardı. Alışveriş yapmaya gittim.

Mağazada Ahmet ağabeyi vardı, hayırlı olsun dedim. Fakat, dikkat ettim Ahmet ağabeyinin mağazayla, ticaretle, parayla, kasayla hiçbir bağı yoktu, o günden sonra da tanıdıkça anladım, Ahmet ağabeyi parayı kalbine koyanlardan değildi..”

1976 yılından beri yani 40 yıldan fazla bir zamandır beraberliğimiz hep sürdü.

Dost canlısı, yürekli, arkadaşlığı ve samimiyeti özel, cömert ve gözü pek güzel bir insandı Ahmet Kara.

Yardım severliği, davasına bağlılığı, kavi bir iman sahibi olması onun bu dünyaya bıraktığı diğer hoş sadalarındandır.

Dostları, arkadaşları olarak onu hep hatırlayacak, hep özleyeceğiz.

Peki, bana deseniz ki, kırk yıllık arkadaşın Ahmet Kara'yı en çok ne ile hatırladın ve bundan sonra ne ile özleyeceksin ?

Cevabım şu olur : Ahmed'i en çok, asla kazaya bırakmadığı ve vaktinde kıldığı namazları ile tanıdım ve bununla da özleyeceğim.

Canım kardeşim, güzel insan: gözün arkada kalmasın, yolun yolumuzdur son nefesimize kadar yürüyeceğiz.

Mekânın âli olsun.

İki cihanın Efendisine komşu olasın Ahmed’im .

 

Sen de nur içinde yatasın Erdem ağabey, ne güzel de demişsin :

 

" Onlar gittiler 

Yalnız bir yemin kaldı aramızda

Ben şimdi bu yanda 

Kasılmış çıplak bir kurşun gibiyim

Namluda. 

 

Onlar gittiler 

Topraktan bir işaret taşıyarak alınlarında

Ben şimdi bu yanda 

Gerilmiş bir an gibiyim

Doğumla ölüm arasına. 

 

Onlar gittiler 

Gelen zamandan bir haber gibiydiler.

 

Ben şimdi bu yanda 

İçilmiş bir and için bekleyenim

Kurulmuş saat gibi. 

 

Onlar gittiler 

Giderken bir muştu gibiydiler. “

 

 

Ferman KARAÇAM

fermankaracam@gmail.com

fermankaracam@twitter.com

https://twitter.com/fermankaracam

facebook.com/ferman.karacam

 

 

 

Yorumlar13

  • Kemal Bozkurt 6 yıl önce Şikayet Et
    Merhumu detaylı tanımamıza vesile olduğunuz çok teşekkürler
    Cevapla
  • Anil yurter 6 yıl önce Şikayet Et
    Allah rahmet eylesin mekani cennet olsun iyi niyetli temiz kalbli abimizin
    Cevapla
  • Fatih 6 yıl önce Şikayet Et
    Alllah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
    Cevapla
  • Kubilay Ersarı 6 yıl önce Şikayet Et
    Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah
    Cevapla
  • Kubilay ersarı 6 yıl önce Şikayet Et
    Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat