Ahlakın Düşüşü
- GİRİŞ06.03.2019 09:24
- GÜNCELLEME07.03.2019 09:08
Fransız İhtilali aklın zaferi ile sonuçlandı.
Yani 18. Yüzyıl dine (religion), daha açıkçası Kiliseye (e’glise) karşı savaşı kazandı.
Ve akıl, o zamana kadar görülmemiş bir başarı elde etti.
Evvela Fransa’da sonra, dalga dalga bütün bir Avrupa’da ve nihayet dünyanın birçok ülkesinde yönetimler ve buna bağlı olarak da yerleşik anlayış ve tutumlar tepeden tırnağa değişti.
Aklın kabulleri ve ölçüleri esas alınarak değer yargılarının, manevi iklimin, duygu ve ruh dünyasının dolayısıyla bizde de tasavvufun, tarikatların önüne geçti.
Hatta, bizim gibi ülkelerde bunlara, hayat hakkı bile tanınmadı.
Kurumları kapatıldı, ileri gelenleri zindanlara atıldı veya asıldı.
Şiirde, romanda, hikayede ve edebiyatın diğer alanlarında metafizik çağrışımlar yerini, fizik evrenine bıraktı.
Ne hazindir ki, bizim ülkemizde daha fazlası da yapılarak, akıl tamamen putlaştırıldı.
Yani akıl, bizde, Batı’da olduğu gibi işe yarayan bir değer olarak kullanım sürecine sokulup, bilgi ve teknolojiyi üretme yerine akıl, donduruldu, kutsallaştırılıp put haline getirildi.
Akıl çalıştırılmadı.
Aklımızı çalıştırmak yerine, başkalarının çalışan akıllarının ürettiklerine talip olduk.
Cumhuriyetin ilk yıllarında kültürde, sanatta, edebiyatta, müzikte, teknolojide, şiirde, romanda, hikayede, bilimde, hukukta, ekonomide...hasılı bütün alanlarda topyekün bir tercüme faaliyetine giriştik ve, “bu elbise bize uyar mı uymaz mı “ demeden her şeyimizi dışarıdan hazır aldık.
Dahası, önceleri kendimize ait olan ne varsa, onlara da yasaklar getirerek toplumla, o değerlerimiz arasındaki bağları kopardık ; sanatın birçok alanında ve müzikte olduğu gibi, devletin radyolarında, televizyonlarında konuşulmasını, gösterilmesini, duyurulmasını, çalınmasını yasakladık.
Kendi aklımızı kullanarak, kendimize ait olan değerler üretip tüketmek yerine; başkalarına ait olanları, başkalarının aklını, duygusunu, kültürünü, tarih, din ve medeniyet umdelerini katarak üretilenleri tükettik.
Hamurumuzun, harsımızın içine, yabancı ve bize hasım olan toprakların kireçli, bozuk, bulanık sularını kattık.
Hamurumuz değişti.
Dolayısıyla, ekmeğimiz de değişti, tadı kaçtı ekmeğimizin.
Kendimize ait, kendi duygu ve düşüncelerimizi katarak, yoğurarak ürettiğimiz hiçbir şey olmadı, olamadı.
Var olanların da yapımını, ortaya çıkmasını engelleyerek, yokluğa mahkûm ettiler; tıpkı uçak ve araba yapımında, motor üretiminde olduğu gibi.
Bunu yapanlar, aklı putlaştırıp donduranlar; aklı kullanarak üretmeye kalkışanları sürekli aşağılayıp, “gerici, yobaz” şeklinde yaftalayıp, hatta, Cumhuriyet düşmanı, Atatürk düşmanı, rejim düşmanı olarak suçladı, cezalandırdılar.
Ve her on yılda bir, darbeler yaparak, yaptırarak üretmek isteyenleri engellediler, dahası, dar ağaçlarında sallandırdılar.
Daha çok heykel yaparak, aklın üretmesini değil, aklın sadece, yapılan heykellere baş eğmesini istediler.
Halbu ki, üretmek isteyenler, onlar gibi geçmişin, tarihin ve Cumhuriyetin düşmanı değildiler.
Sadece aklı kullanarak, çalıştırarak, kendine özgü değerler ortaya koymak istiyorlardı.
Son yüzyıla geldiğimizde Batı, aklın, aklını başından alacak değişimler gerçekleştirip, bilişim ve teknolojide devrim üstüne devrimler yaptı.
Nihayet, ikibinli yıllara geldiğimizde, bizde de akıl, buzhaneden çıkarıldı.
Bunca yıllık açlığından dolayı akıl, kafesinden çıkmış aslanlar gibi meydana saldırdı ve akıl; paraya, eşyaya, teknolojiye, şehvete ve dünyaya saldırıyor, aşağılık kompleksi ile saldırıyor, ahlak zaaflarıyla saldırıyor, düşüncesizce, pervasızca saldırıyor.
Tüm insanlığa örnek olması gereken aklımız, edebimiz, erdemimiz, sanatımız, edebiyatımız ve ahlakımız tam bir akıl çıldırmışlığı süreci yaşıyor.
Üretmediğimiz her şeye sahip olmak ve o sahibi olduklarımızı çılgınlar gibi; tüketmek, tüketmek ve sadece tüketmek istiyoruz.
Dünya cep telefonu tüketiminde, araç tüketiminde, AVM’lerden alış verişte, kolada, kozmetikte, elektrikli ve elektronik aletlerde üretmediğimiz ne varsa her şeyi alıp, deliler gibi tüketmek istiyoruz.
Mahallelerden, sokaklardan yürümek bile artık güçleşti; oralarda bile insandan çok araç var.
Trafikte birinin yüzüne bakınca en hafifi , “ ne bakıyorsun lan “ tabiri ile karşılaşıyorsunuz.
Kısa yoldan zenginleşmek için hırsızlıkta, dolandırıcılıkta, lotoda, totoda, piyangoda, hiç bir sınır tanımıyoruz.
Uyuşturucu yetiştirmeyi, satmayı ve tüketmeyi, kadınlarımızı öldürmeyi sıradanlaştırıp, yaygınlaştırıyoruz.
Bir AVM’de kahvaltı yapmak için, birkaç kilometrelik araç kuyruklarında bekliyoruz.
Dışarıda yemek yeme konusunda, ekmeği sokağa atma konusunda, birbirimizle yarışıyoruz.
Piknik alanlarına çöp yığmakta, denizleri kirletmekte, hayvanlara zulmetmekte, yollara sigara kutusu fırlatmakta... değme ülke elimize su dökemez.
Altı tane genç ev arkadaşımızı, ev ile beraber ateşe verip yakıyoruz, en şatafatlı ve en lüks arabaya binip, ambulansın geçmesine izin vermiyoruz.
Demek; toplum aklının patlaması böyle bir şey.
Demek; uzun yıllar aklın üretimden alıkonularak dondurulması ve bir anda bırakılarak etrafı yakıp yıkması, barajını patlatan suyun tahribatından daha fazlasını yapıyor.
Belki, ileride aklımızı iyi kullanarak, Batı ile aramızdaki mesafeyi bilgi ve teknoloji bakımından kapatabiliriz ama, ahlak olarak hızla ve sürekli aşağıya doğru düşüşümüzü neyle, nasıl durdurabiliriz doğrusu, bunu, bilemiyorum.
CÜMLEDEN CÜMLEYE....
HUGO CHAVEZ
Bunlar adamı kanser yapar Hugo
İsterler ki dünya babalarının malı gibi
Sallanıp dursun önlerinde
El pençe divan dursun
Boynu bükük emre amade sallanıp dursun
Bu zalimler böyledir Hugo bu zalimler böyle
(......)
Gördün işte böyle işleri de varmış dünyanın
Kimseyi bırakmıyor kendine ki yüzü gülsün
A devrimci Hugo a muhalif Hugo
Bu paragözler yok mu bu paragözler
Bu emek hırsızları bu sömürgenler
Bu yok olasıcalar yok olmuyorlar bir türlü
İşte böyle bir düzenin bozguncusu olmak
Önemli elbet Hugo çok önemli
Varsın kanser yapsınlar adamı lakin
Sömürü düzenine çomak sokmak
Keyifli bir şey olmalı değil mi ama
Dünya dönsün dursun istediği kadar Hugo
Namın yürüsün yeter
Nurettin Durman / Bir Nokta
Ferman Karaçam - Haber 7
Yorumlar6