Haçlıfhobia
- GİRİŞ20.03.2019 08:30
- GÜNCELLEME21.03.2019 09:33
Zihninizin başka şeylerle meşgul olduğu sırada, bazı haberler ansızın sol böğrünüze saplanan hançer etkisi yapıyor.
Geçen Cuma gününden bu tarafa ne yana dönsem, o katliam görüntüleri, döndüğüm tarafta peydahlanıyor, unutamıyorum.
Benzeri olayların bugüne kadar hemen hemen hiç yaşanmadığı, İngiliz Krallığının eski sömürgelerinden hala değil mi san ki ? ve bir ada ülkesi olan Yeni Zelanda’da, Brenton Tarrant adlı bir Haçlı terörist, iki Camide Cuma namazı için toplanmış 50 Müslümanı vahşice katletti, bir o kadar masum, inanmış insanı da yaraladı.
O günden bu güne kadar elimden geldiğince içeride ve dışarıda bu boyuttaki bir katliam konusunda yapılan haber ve yorumları anlamaya ve anlamlandırmaya çalıştım.
Görüyorum ki günümüzde, Müslümanın katledilmesi, güneşin doğuşu ve batışı kadar herkes tarafından kanıksanmış.
Neredeyse katillerin kutsanıp saygı duyacağı bir hayatın esareti altındayız.
Yıllarca üzerinde çalışılmış; seyahatler yapılmış, fizibilitesi çıkarılmış, tarihsel dokümanteri hazırlanmış ve nihayet masum insanları öldürmenin 74 sayfalık katilnamesi yazılmış vahşi bir terör eylemi, teröristi yöneten ve yazıyı kaleme alan gücün tam da istediği gibi tüm dünyaya bir “manifesto” olarak sunuldu.
Manifesto: içinde sanatsal, toplumsal bilgilerin, İyilik ve güzelliklerin dolu olduğu bir masum bildirge, duyuru...!
Gerçekten yazıklar olsun, bize yazıklar olsun.
Bütün bir medya (mız) bu insan azmanı caninin katliamının eline tutuşturulan itirafnamesini bir “manifesto” olarak duyurdu.
Bazı haber siteleri, sosyal medya organları, gazeteler, televizyon ve radyolar Charlie Hebdo saldırısında ölen bir kaç Fransız kadar Yeni Zelanda’da şehit edilen 50 kişiyi ve 50 kadar yaralıyı umursamadılar.
Üstelik, o katilnameyi, öyle bir manifesto havasıyla sundular ki, sanırsınız, Cromwel’in önsözünde Victor Hugo, Clasisizmin bittiğini ve artık Edebiyat ve sanatta Romantizm devrinin başladığını ilan etmiştir bütün bir dünyaya.
El ve ayaklarından zincirlerle Kızıl derili gemilerine çivilenmiş esirler gibiyiz, irademiz zincirli ve felç.
Fakat olsun; Okyanusun sonsuz ufuklarına bakarak deniz, kum ve güneş şarkılarıyla mest olmuş yaklaşık iki milyar köle, bu gemi yolculuğunun keyfini yaşıyoruz ya, daha ne olsun...!
Asıl üzerinde durulması gereken ise, bu kadar önemli bir olay karşısında, dışarıdakilerin ne söylediklerinden çok, içeride nelerin konuşulduğudur.
Dışarıda ; Charlie Hebdo saldırısına gösterilen tepkilerin onda birinin gösterilmeyişi, terör kelimesinin kullanılmaması, bu olayın da her zaman ki gibi yine, bir psikopatla ilişkilendirilmesi,
Trump denen serseri kovboyun baştan savma bir kısa mesajla geçiştirmesi ve daha buna benzer birçok şey söylenebilir ama dedik ya, Türkiye’de konuşulup yazılanlar önemli.
Mesela; Emperyalist ve küresel hegemonya, kapitalin, kasasına akışını sürekli hale getirmek ve bu konuda ortaya çıkan tıkanıklıkların önünü açmak için sürekli Müslüman kanı akıttığını, dünyanın her yerinde Müslümanları bir araç olarak kullandığını, yerine göre birbirine kırdırdığını görebilmek önemli.
Önemli ama, bir kez daha görüldü ki, Türkiye’de bazı kesimler bir yandan ayrıştırmadan bahsedip karşı tarafı suçlarken, diğer taraftan, İslam Dünyasında oluk oluk akan kanın onlar açısından hiç bir kıymeti yok.
Kafasında yumurta patlatılan senatör Fraser Anning ile Kılıçdaroğlu arasında kelimesi kelimesine görüş birliği olması insanı dehşetle sarsıyor.
İkisi de Yeni Zelanda olayında İslam Dünyasını suçluyor.
Halbu ki Hegemonik güç ne kadar da, bir tetikçi katilin ardına saklanırsa saklansın mesaj, nettir: “ Bak Türkiye, olduğun yerde kal, fazla ileri gitme, başka blok hayali kurma, Müslümanları yanına çekip yeni bir güç olmaya çalışma, savunma sanayi işini durdur, nükleer güç olmayı askıya al, aklından bile geçirme, uçağı, füzeyi, tankı benden al...eğer bu dediklerimi yapmazsan seni İstanbul’un Avrupa yakasına bile geçirmem hatta, tüm Camiilerini yıkarım, Ayasofya’nın tepesine Haç dikerim, minarelerinizi de yerle bir ederim, bütün bunları yapacağımı da, daha önce Çanakkale’ye kadar gelerek gösterdiğimi hatırla..” diyor.
Bu kadar açık ve net bir hakikati görmemek asla gaflet olamaz, ayrıca gafletin mazeret olduğu zamanları çoktan geçtik.
İslam Dünyasının bugünkü halini görüp de, Türkiye’nin hedefte olduğunu anlamıyorsanız Türkiye’ye, İslam’a ve Müslümanlara ihanet içindesiniz.
Düşmanla iş tutuyorsunuz.
İçeriden; dışarıdaki düşmana istihbarat sağlıyorsunuz, malzeme eleman, lojistik temin edip kalenin kapılarını içeriden açmaya çalışıyorsunuz, demektir.
Geldiğimiz nokta budur.
Kudurmuş Evangelist sürüleri Suriye ve Iraktan namluyu şakağımıza dayamışken hala :” PYD mi bizimle savaşacakmış...” diyerek olayları halkın gözünde küçültmeye çalışıyorsanız siz, ihanetin tam da göbeğinde oturuyorsunuz, demektir.
Haçlı terörü, Haçlı korkusu (Haçlıfhobia), Haçlı katliamları aceba hangi seviyeye gelecek ki, siz ve Suriye’de Haçlıya askerlik yapan sizin zihniyetinizdeki gibiler bunu kabullenesiniz?
Değişmiyorsunuz.
Anlaşılan o ki, değişmeyeceksiniz de.
Ermeni Komitacılar, Osmanlı Payıtahtını yıkmak için bombalar patlatıp kafa, kol, gövdeler havaya savrulduğunda da Tevfik Fikret aynen sizin gibi düşünmüş, teröristleri kurtarıcı olarak görmüş, saldırıdan sağ çıkan Abdülhamit Han’ın nasıl olup da, ölmeyip kurtulduğuna üzülmüştü.
İşte o ihanetin satırları:
Bir Lahza-i Teahhûr
Bir patlama... bir duman... ve bütün bir şenlik alayı,
Sahnelediği oyunu seyreden kalabalık; haşin, azgın
Tırnaklarıyla bir kahredici elin, didik didik,
Yükseldi havaya bacak, kelle, kan, kemik...
Ey yüce patlama, ey öç alıcı duman,
Kimsin? nesin? bu saldırıya iten ne, sebep ne? kim?
Arkanda bin meraklı bakış ve sen yoksun,
Görünmeyen bir eli andırıyorsun, kurtarıcı.
(....)
Silkip yüzyılların boyunlarındaki ilmiklerini, en çetin
Bir uykudan uyandırır milleti dehşetin.
Ey şanlı avcı, tuzağını boşuna kurmadın!
Attın... ama yazık ki, yazıklar ki vuramadın!
(....)
Ancak, rastlantı... âh o güçlülerin dostu,
Güçsüzlerin, zavallıların değişmez düşmanı,
Birden yetişti etkisiz kılmaya, bu yakıcı planı,
Söndürdü bir nefeste bu parlak umudu;
Yazdı, alay etmek için bilinçsiz yazgı,
Zulüm tarihine bir övünme önsözünü.
Kurtuldu; hakkıdır, alacak şimdi öcünü;
Ancak; unutmasın şunu (ki) alçaklığın tarihi:
Bir milleti çiğnemekle bugün eğlenen (alçak)
Bir anlık gecikmeye borçlu bu keyfini.
Günümüz Türkçesi ile bir kısmını sunduğumuz bu ibretlik vesikayı okuyunca, yazıldığı 1905 yılından bugüne yani, 114 yıldan beri hiçbir şey değişmediğini görüyoruz.
Komitacı katilleri birer kurtarıcı olarak gören bu zavallı ve köhne zihniyet, yurduna, yönetenine, milletine, milletinin fertleri arasından çıkan idarecilerine düşmandan daha fazla düşman olan bu zavallı kafa yapısı hiç değişmiyor, değişmeyecek.
NOT: 16 Mart 1988 Halepçe katliamının/Zehirlenmesinin 31. Yıldönümü idi.
Hala kanayan bu yaramızın açık olduğunu, unutmadığımızı ve unutmayacağımızı bütün müstekbirlere duyuruyor, unutturmayacağımızı, mazlumun hesabının sorulacağı güne kadar mücadele azmimizin de süreceğini bildirmek istiyorum.
CÜMLEDEN CÜMLEYE.....
Bu ses Çanakkale’den
Şehitlerimize…
Bin bir geceyi delen bir ışık seliydiler,
Düşmanın namlusundan cennete süzüldüler.
Çanakkale acıyı hissetmeden ölmektir,
Bu toprağın aşkıyla göklere yükselmektir.
Çanakkale ölümden yeniden doğulan yer,
Çanakkale şehidin dünyaya baktığı yer.
Bu yerden ses vermekte bütün cepheler birden,
Çanakkale bir bütün… Çanakkale bir beden…
Asırlar geçse yine burada zaman aynıdır.
Ruhlardan yükselen ses teselli membaıdır.
Onun büyüklüğüyle toplu vurdu yürekler,
Onun muhabbetiyle erken soldu Mehmetler.
Be sesin gölgesinde asker vatanı bekler,
Her ses bu sese bağlı… Bu ses ALLAHUEKER….
Bu şiir İsmail Bingöl’e ait.
Güzel insan, sanatçı kardeşimiz İsmail Bey’in yüreğine sağlık.
Bu vesile ile Çanakkale’de Şehit düşen Ata ve dedelerimize bir kez daha rahmet diliyorum, makamları âli, ruhları Cemalullah ile mutmain olsun.
Ferman Karaçam - Haber 7
Yorumlar2