Çıkıp Gelecekler, Sabrediyoruz

  • GİRİŞ15.07.2020 09:19
  • GÜNCELLEME16.07.2020 12:55

Bundan bir yıl önce Ayasofya Ne Değildir ki başlıklı yazımı:

 

 

“Geriye, bir Selahaddin Eyyûbi, bir de Fatih Sultan kalıyor.

Bu coğrafya, şehit kanlarının bereketiyle harmanlanmıştır; çıkıp gelecekler, sabrediyoruz.”

 

 

Şeklinde bir cümle ile bitirmiştim.

“Sabır acıdır ama, meyvesi tatlıdır” denmiştir.

Bir yıl kadar önce Ayasofya, olumsuz bir sebeple gündeme gelmişti, ben de onun üzerine yazmıştım fakat, aynı yazıyı bugün tekrar olumlu bir sebeple niçin paylaştığımı, özellikle altını çizdiğim satırlar okununca daha iyi anlaşılacaktır.

Evvela şunu belirteyim: Ayasofya Haniftir.

Muhtelif tarih kitaplarından öğrendiğimize göre, üçüncü ve bugünkü ihtişamlı yapılış şekliyle ; Peygamber (sav) Efendimiz’in dünyaya teşriflerinden bir müddet önce yani, miladi 532 Yılında yapımına başlanmış, yapımı beş yıl kadar sürmüş ve 537 Yılında da tamamlanmıştır.

Bu durumda, puta tapıcılıktan uzak, Hz. İbrahim’ın dini üzerine, Allah’ın (cc) varlığına, birliğine inanan, tevhid inancına bağlı kişiler tarafından yaptırılmıştır.

Ayasofya, yaklaşık 1500 yıllık ömrü ile tarihin en büyük tanıklarından biridir.

Bugün, bizim gördüğümüz Ayasofya üçüncü ve son şekildir yani, Ayasofya iki defa yıkılıp yapılmıştır.

Birincisi, üstü ahşap çatı ile kaplı olan ve miladi 360 yılında, İmparator Konstantios tarafından yapılan yapı.

Bu yapı, 404 yılında çıkan bir halk ayaklanması sonucunda yakılıp yıkılmış.

İkincisi, İmparator II. Theodosios tarafından 415 yılında yeniden inşa ettirilmiş ve bu yapı da, ahşap çatı ile örtülüymüş.

İkinci yapı da tarihte “Nika İsyanı” olarak geçen, büyük bir halk ayaklanması sırasında tamamen yıkılmış.

Üçüncüsü, günümüzün Ayasofya’sının ise aynı yıl, yani, ikinci defa yıkıldığı 532 Yılında İmparator Justinianos tarafından yapımı başlatılmış, 537 yılında da bitirilerek ibadete açılmış.

Yapımı sırasında Suriye’den, Kuzey Afrika’ya, Anadolu’dan Mısır’a kadar tasvirli rengârenk mozaikler ile pembe, sarı, yeşil ve beyaz mermerler getirtilerek bugün gördüğümüz Ayasofya’nın dış ve iç yapısında kullanılmış.

Ayrıca mozaiklerin yapımında çok miktarda pişmiş toprak, renkli taş cam, altın, gümüş gibi çok sayıda malzeme kullanılmış.

Ayasofya; insanlığın yapılaşma tarihinde, mimari geçmişinde ve inanç kaynaklı medeniyet hafızasında ayrıca, dipdiri kalışı ve ihtişamıyla büyük bir anıt, muhteşem bir şaheserdir.

Ayasofya’yı yani, Medeniyetimizin, Mescid-i Aksa’dan sonraki en kutlu yapısını zincirlemek, yapılış gayesi dışında kullanmak, sadece Türkiye’nin değil, bütün bir İslam Dünyasının hem ayıbı ve hem de günahıdır.

Zira dediğim gibi o, sadece bize, fethin bir armağanı değildir, aynı zamanda yapılışından itibaren Haniftir, Müslümandır.

Kaldı ki Ayasofya, Sultan Fatih’ten, Abdülmecid’e kadar bütün sultanların özenle üzerinde titrediği bir mabet olmuş ve 500 yıl minarelerinden ezan okunmuştur.

M.Kemal’in bir tek emri ile ve hala net olarak açıklanamayan sebep ya da sebeplerle, 1934 Yılından sonra, bu büyük ve tarihi Mabet müze olarak kullanılmaya başlamıştır.

Hıristiyan Alemi, eski tabiri ile Frenk Dünyası bu karardan son derece memnun ve mutlu olmuştur.

İçimizdeki Frenk hayranları da, bu Ulu Mabedin içinde düşüncesizce, edepsizce ve insanımızı derinden yaralayan programlar yapmışlardır.

Ayasofya’nın içinde, bundan birkaç gün önce yapılan edep dışı davranışlardan dolayı biz, Mü’min insanlar olarak elbette, sokaklara çıkıp kırıp dökmek isteyenlerden değiliz ve olmayacağız da.

Sabrediyoruz.

Sabrediyoruz çünkü; biliyoruz ki, bu günler milletimizin, dinimizin tarihte karşılaştığı zor günlere, fecr-i kâzip olarak adlandırılan günlere tıpatıp benziyor.

(......)

Doğrusunu söylemem gerekirse; böylesine zor bir zamanda Ayasofya gündeme gelince, bir yandan korkuyorum, diğer yandan içimi güçlü bir umut kaplıyor.

Umutlanıyorum çünkü, Ayasofya’nın, her yandan kuşatıldığımız bugünlerde, negatif bir sebeple de olsa gündeme gelmesi; belki de onun, aslına dönüşü, büyük Usta Sinan’ın minarelerinden 84 yıl sonra gürül gürül ezanların yeniden okunuşu için bir hazırlık safhasıdır.

Umutlanıyorum çünkü biz, vaktin en karanlık anında döner tarihe bakarız ve biliriz ki; Kudüs’de Mescid’i Aksa neyse, İstanbul’da da Ayasofya odur.

Biri mübarek bedenine, diğeri kutlu Peygamberimizin mübarek diline mazhar olup kurtulmuştu.

Geriye, bir Selahaddin Eyyûbi, bir de Fatih Sultan kalıyor.

Bu coğrafya, şehit kanlarının bereketiyle harmanlanmıştır; çıkıp gelecekler, sabrediyoruz.

Evet, ister dışarıdaki Papa, ister içerideki kardinaller ve keşişler hatta Haham’ların da tümü birden isteriye kapılıp acı içinde kıvransınlar, hiç bir acı, bizim çektiğimiz, Mescid-i Aksa, Kurtuba Camii, Ortadoğu’da, Balkanlar’da yakılıp yıkılan binlerce Camii ve mescidin acısı kadar derin ve sarsıcı değildir.

Biraz da onlar kıvransınlar.

CÜMLEDEN CÜMLEYE....

..Beni biraz daha bağla

Biraz daha büyüt

Bıçak gibi bile beni

Çün bu savaş daha çetin

Bir de

Hakkındır anacığım üstümde

Helâl et

Kara gözlüm gözlerini yere dikmiş

Bir veda anıtıdır

....

Osman Sarı/ Bir Savaşçıdır Kalbim

Ferman Karaçam - Haber

fermankaracam@gmail.com 

fermankaracam@twitter.com 

twitter.com/fermankaracam 

facebook.com/fermankaracam 

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat